Kahkaha, doğru zamanda doğru kişilerin yüzüne tutulduysa bir silahtır. Ucuz, ev yapımı, pratik ancak basit hiç değil. Giriş ve gelişmesi özenle inşa edildiyse tek başına zekanın tanımı da kabul edilir. Gizli odalardan alınıp- ki oralarda dahi dışarı taşmaya muktedirdir- hele meydanlarda eylendiyse bu günah, yeterince de gösterişlidir. Eşitsizliğe bakın, burada bir durum var dedirtebilir, kimin neden ve tam da o spesifik saatlerde kahkaha atmayı seçtiği bir yuvarlak masa tartışmasına dönüşebilir yahut.
Rahatsız olanlar için kahkahanın tonunun da aralığının da hangi ağızdan çıktığının da bir önemi vardır. Hatta güncelleyeyim, en çok ağzın sahibinin önemi vardır. Çünkü onun cephanesinden atılmıştır, onun beyninin kıvrımlarında tasarlanıp piyasaya sürülmüştür ham maddesi. Kahkahaya konu olan ham madde, öyle komik gelmiştir ki sahibine; başkalarıyla paylaşma ihtiyacına karşı durulamamış, yuvasından sürülüp çıkmış ve dinleyeninin suratında patlamıştır bir kere. Üstelik hedefine aldığı kişiye topluluğun dikkatini çeker. O saatten sonra başlı başına bir eylemdir de.
Bu eylemi taşıyanlar yani usulsüz insanlara usulsüzce kahkaha atmayı becerebilenler, kızgınlığı köpürtür. Olay mahalline hemen müdahale gelse de ne yazık ki duman gibi havaya savrulup gitmez, dinleyenleri varsa, can kulağıyla dinleyenleri özellikle, akla takılır o düzensiz notalar. Çoğu eylem ruhu bu şekilde azdan çoğa varır zaten, toplulukları birbirine kenetler, sırf ezcümle akılda kaldığı için. Bu yüzden Guy Fawkes maskeli biri, ortaya çıkıp fikirlere kurşun işlemez dediğinde tesirlidir. Çünkü konsantre laflarda biriktirilmiş fikirler yok edilmesi, baştan savılması zor şeylerdir gerçekten.
Bir kahkahayı da bir fikir kabul ettiğimiz noktada, silaha dönüşür işte. Hem de en korkutucularından birine çünkü bütün kahkahalar cesaretlidir, başından sonuna dek. Hevesli bir yaratıcı dimağ için müstesna bir de roman malzemesidir. Rakipleri avlayan; basitçe uzun bir yara izini dolduran kahkaha veya dondurulmuş bir yüz ifadesine uçlarından asılan kıvrık bir ağızsa, okurlar ve izleyicilerde meraklı bir yere dokunur. O yüzden Joker’i veya V’yi tükettiğim her öyküde gülmek provakatiftir tespiti gelir mesela benim aklıma.
Joker’den bahsettiğim dosya konusunu buralara dolambaçlı yollardan getiriyorum bu kez. Ancak onun gitgide anti kahramana yaklaştırıldığı serileri tüketirken de kimliğini nasıl daha fazla deşifre edebilirim arayışına girdim. Gördüm ki Joker, özellikle 2019’da çıkan filmiyle birlikte iyice özenilen bir suçluya dönüşüyor. İhtiyacımız olan kahramanlık mevkisinden, kostümlü adalet sağlayıcıları kovup kişisel mağduriyetinin yüzüne tükürebilen suçluları oturtuyoruz. Bunun akla ilk gelen temsilcisi de şakalarıyla öldürmeyi seven, delilik spektrumundaki adam! Sizce neden böyle? Bencesi şu; küçümseniyor olma hissimiz artıyor. Acımız artıyor ve bir ağrı kesicinin işe yaramasını diliyoruz. Acının dalga geçen öfkeye yönelmesi, bir çare gibi hoş geliyor.
Bir dakika öncesinde, kahkahanın bir eylem olduğunu söylemiştim, bana kalırsa mermilerden daha adildir de. Razı edebilirseniz gönlünü, orta yolda buluşmaya meyilli hatta. Ancak kahkahaya mahal veren çatal dilli bir alaysa başka, işbirlikçiyse bir alay kahkahayla; onarılacak tek bir köprü bile kalmayabilir ortalıkta. Ve yazık ki karşısındakini küçük, değersiz kılmaya çalışan alayın formülü genelde güçlülerdedir. Gülmenin ayağı kayana, ortamdaki uyumsuza, kalabalık içinde sessiz durana yönelmesi kolay, neredeyse dürtüsel. Yine de aynı tetiğe mazlumlar da basamaz mı? Pekala da basar. Ancak o noktada Jokerleşiyoruz işte.
Zekice, sanatla edilen alaydan bahsetmiyorum. Bu daha çok tavır, duygu durumu meselesi. İçimizdeki Jokerleşmekten, bu hissin ne kadar da aşındırıcı olduğundan dem vuruyorum. Ayakta kalma çabasının yormasından, belki de üzerimize yığılan birden fazla kötü günden. Tüm dünyadaki sıradan vatandaşlar olarak…
Dünyanın dengeleri salgınlar, savaşlar, ekonomik daralmalarla sarsılırken gülünen, bel altı vurulan biz olduk çaktırmadan. Bu yüzden konumuna bakmadan, karşısındaki yetkililerle dalga geçen kurgusal kanunsuzları cazip buluyoruz artık. Özdeşleşme dinamikleri tersine çalışıyor, erdemlerin komikleştirildiği, önceki yüzyılların dalmadığı kestirmelerde gidilen bir çağda beklenmedik de değil hani. Yani bakın, tabii ki kanunu koruyanlar alkışlansın, Batman adam öldürmesin, Superman bir anda kabalaşmasın, esprileriyle can acıtmanın yolunu aramasın Spiderman. Onlar acil durum kasamız, kuralsızlığın ortasında güvenip kime gideriz yoksa? Ancak şunu da fark etmek gerek, kahramanlar çoğunlukla düzenin koruyucuları. Onlar ister istemez statükocuyken suçlular anarşist kalıyor. Dolayısıyla protesto eylemleri süper kahraman maskeleriyle yapılmıyor. Genelde protestolar devletlerin mimlediği Guy Fawkes ve Joker gibi müstehzi gülüşlere sahip maskeleri içeriyorlar.
Maskeler suratımıza somut anlamda yerleştirilen yapay bir yüz olarak başlı başına enteresan bir konu. Bir süs bazen köşesinde ziyaret edilen bazen de oldukça işlevsel bir oyun kurucu. İlkel kabilelerde avcının koruyucusu, doğa ruhlarıyla anlaşırken yardımcı nesnesi veya ritüellerde kendisi olmayı bırakıp tanrı olmaya doğru gidişinin simgesi. Modernleştikçe kendin olmayı bırakma olgusu yitmiyor, aksine büyüyüp gelişirken; bir perdeye, seyredenle araya çekilen bir sete de dönüşüyor. Bir de bireyin etinden ziyade fikirleri dikkat çeksin diye, fikir sancaktarlığı yapmaya başlıyor.
V’nin yüzünü kapatan Guy Fawkes maskesi örneğin, 5 Kasım 1605’te İngiltere’de parlamento binasını yıkma isteğiyle plan yapanları simgeliyor. Mevcut düzene başkaldırı açıkça. Ve uzun yıllar Guy Fawkes kuklalarını şenlik ateşlerinde yakmak, hükümete bağlılığı göstermenin bir yolu olageliyor halk tarafında. Ta ki Alan Moore 1982’de çıkıp V adını verdiği, sıradan adamın çizgi romanını yazmaya başlayana kadar. Moore seçimlerini gölgeli yapsa da V’nin, yine de okurlarının gözünde o bir anti kahraman. Geçmişinde uğradığı işkence ve deneylerin sonunda kimliğini bırakıp bir fikir olmaya karar vermiş. Ve tehdit ettiklerinin karşısında bir maske takıyor, demin tasvirlediğim gibi ağız kenarları yukarıya kıvrık bir maske. Her zaman alaycı, sinir bozucu derecede yenilmez görünen.
Dosya konumuzun esas oğlanı içinse palyaço temalı yüz makyajı anlamına geliyor maske. Ancak Joker de bir istisna çünkü maskenin birincil tanımını bozuyor. Onun maskesi kimliğini gizlemekten ziyade dünyaya duyurmasının bir yolu. Altında tuttuğu başka bir katman yok. Tıpkı V gibi. İkisi de ortaya çıkarıldığı anda muhatap olduğu kişilere mesaj veren maskeler, bir nevi zihinden zihne geçişin vizesi artık. Hatta insanı isim ve kütüğünden bağımsız bir iddia karmaşası olarak alabiliyorsak direkt kimlik diyebiliriz. Yüzü gizleyerek fikirleri açığa çıkartmanın ortak bir yolu maskeleri.
Freud’un medeni saldırı dediği alayı kullanıyor ikisi de maskesinde. Ötekilere aitti aslında başlangıçta, toplumundan dışlananlara, tuhaf görülenlere, deli sıfatını yakıştırıverdiklerine uygulanırdı alay. Mizahın taşıdığı keskin bıçak, biçerdi; zapt ederdi farklı olanı. Ancak şairler hicvi, soytarılar sahneyi bulalı beri değil. Tuhaf olanın silahı artık. Bir isyanla birleşen mutlu bir yüz, rakibine her şeyden çok soğuk bir kaybetme hissi yaşatır. Joker de V de bunu bilir. Kurşunları yenen fikirlerse moralleri yenen de densiz kahkahalardır çoğunlukla.
Şimdi başlıktaki sorunun yanıtını verecek olsanız ne dersiniz, kişisel hayatınızda ne kadar bir Jokerleşme mevcut?