Kendim bu görüşü paylaşmasam da, DC’nin animasyon filmlerine dair sağda solda ilginç bir hayal kırıklığı seziyorum bir süredir. Genel olarak Justice League: War ile başlayan bir düşüş var sanki algılarda. Kimse Throne of Atlantis‘i pek beğenmedi örneğin. Gayet eli yüzü düzgün olmasına rağmen Assault on Arkham pek itibar görmedi; hak ettiği kadar sözü edilmedi. Son of Batman de hakeza. Bu elle tutulabilir heyecan düşüşü, DC’yi yeni bir şey denemeye itmiş ama belli ki. İyi ki de öyle yapmış, zira DC Entertainment, son beş senenin en iyi animasyon filmlerinden birini yapıp çıkartmış karşımıza.
Justice League: Gods and Monsters, bir orijinal hikaye. Herhangi bir çizgi romandan uyarlanmamış ki, bu bakımdan muadili bir DC filmi daha var mı bilmiyorum. Tamamen alternatif bir evrende geçiyor ve alternatif bir Justice League’i konu alıyor. Ligimizin üye sayısı üç. Son dakikada General Zod tarafından döllenen ve Kansas’lı Kent ailesi yerine, oradaki göçmen Meksikalı bir çifte düşen Superman, nam-ı diğer Hernan Guerro ekibin lideri. Onun yanında Orion ile olan düğününden “kaçan”, New Genesis’li Wonder Woman, yani Bekka onun sağ kolu. Bir de Kirk Langstorm var. Onu çizgi romanlarda Man-Bat olarak biliyoruz, burada ise lösemisini tedavi etmek için arkadaşı Will Magnus ile yanlışlıkla kendisini vampire çeviren Batman olarak karşımıza çıkıyor.
Bu üç karakter tanıdığımız, bildiğimiz Justice League’e hiç benzemiyor hâliyle. Superman’in, daha “saf Amerikan” bir ailede büyümediği için devletle problemli bir ilişkisi var. Wonder Woman mazisinden dolayı çok daha zor güveniyor insanlara. Batman ise baya bildiğimiz vampir olduğundan mütevellit; daha sıska, ama daha soğuk ve daha zalim. Bu noktada herkesin seslendirme görevini başarıyla üstlendiğini de belirtmek gerek. Özellikle ana üçlü, yani Batman rolünde Michael C. Hall, Superman rolünde Benjamin Bratt ve Wonder Woman rolünd Tamara Taylor şahane işler çıkartmışlar.
Fakat sizi bu karakterlere ısındıran, “ay dahasını da çek DC” diye ekrana sımsıkı sarılmanıza sebep olacak şey kesinlikle sadece seslendirmeden ibaret değil. Bu üç karakterin motivasyonları ve geçmişleri, son derece enteresan. Üç karakter de ana akım muadillerinden daha suçlanabilir bir konumdalar. Bu film boyunca asla onların tarafını yüzde yüz tutamadığınız anlamına geliyor. Üçü de devamlı gri bölgenin sınırları içerisinde dönüp duruyorlar; bu yüzden de filmin son saniyesine kadar kimin kazanmasını istediğinizden pek emin olamıyorsunuz. Bu da sizi olan olayları daha bir tırnak yiyerek takip etmeye itiyor.
Bir filmin hiçbir noktasında “vur be Superman” diyemiyor olmak, karakterlerin daha kusurlu olması, daha korkutucu olmaları filme çok benzersiz bir zemin sağlıyor. Bu zeminin sağlam tutulmasının en büyük sebebi ise filmin ustalıkla araya sıkıştırdığı orijin hikayeleri. Yıllardır süper kahraman filmleri ve animasyonları izliyorum; hiçbir işin üç farklı karakterin orijin hikayesini bu kadar sarih bir biçimde anlatıp, ana hikayeye böylesine tatlı bağladığını görmedim. Age of Ultron ve Amazing Spider-Man 2 gibi çok fazla yeni karakter tanıştıran filmlerin Gods and Monsters’ın ustalığından çok şey öğrenmesi gerekiyor. Üstelik Gods and Monsters, o filmlerin takriben yarısı kadar sürüyor ancak.
Film bu muhteşem orijin hikayeleriyle arasını doldurduğu ana hikayesini, sonlara doğru biraz sendeleyerek kirletiyor; orasını da söylemek gerek. Finale doğru tempo lüzumsuz bir şekilde dengesizleşiyor. Sonda da o ana kadar çok sessiz sedasız, hesaplı ve kararlı bir şekilde getirdiği hikayesini çok kaba bir deus ex machina ile çözüyor. Bu noktada filmin kalemini kırmanızı ise güzel tasarlanmış kavga sahneleri engelliyor. Üç karakter de muadilleriyle ölümüne kapışırken gerçekten kaybetmenin eşiğine geliyorlar. Ve zaten -hatırlatmak gerek- üç karakterin de ana akım versiyonları gibi omuzlarında taşıdıkları “zaten ölmeyecek” madalyonu olmadığı için, siz daha da gerilerek izliyorsunuz bu kavgaları. Bu da filme daha bağlanmanıza sebep oluyor.
Özetle Justice League: Gods and Monsters, Bruce Timm ismiyle yükselen çıtanın üzerinden zarafetle sıçramayı başarıyor. Ben zaten hiçbir noktada “aman yandı bu DC animasyonları” kıvamında hissetmedim ama, şundan da eminim: Eğer siz hissettiyseniz, Gods and Monsters gönlünüzü alacak. Hunharca izlemenizi tavsiye ederim. Bakın sadece izleyin demiyorum, hunharca izleyin, affetmeyin, döndürüp bir daha izleyin, arkadaşlarla cipsiniz kolanız eksik etmeden izleyin. Sonra da beraber bir dua çemberi oluşturalım ki devamı da gelsin!