18 Ağustos 2019 Pazar günü Emine Bulut, halka açık bir alanda, eski eşi tarafından, on yaşındaki kızının gözleri önünde bıçaklandı. Adam, niye yaptığı sorulunca “Kızımın önünde erkekliğime hakaret etti” dedi, kadın, boğazından kanlar boşanırken “Ölmek istemiyorum” dedi; çocuk ise yaşadığı dehşetin ardından şoka girmeden önce “Anne ne olur ölme” diyordu.
Son günlerde sosyal medyaya biraz bile baktıysanız zaten biliyorsunuz bunları. Hatta son günlere gerek yok, ayda bir internette dolaşsanız bunun gibi duyulan, duyulmayan, aşikâr edilen veya gizlenmeye çalışılan pek çok kadın cinayetini göreceğinizi de biliyorsunuz. Bunları size birilerinin anlatmasına da hiç gerek yok. Ama ben, kalbim kırılır diye korktuğum için drama türünde film izleyemeyen ben, Instagram’da es kaza mahsur kalmış kedi yavrusu görürüm diye keşfet’e bile bakamayan ben, Facebook’ta kimsesizlerden bahsedilir diye özlü söz paylaşan akrabalarının gönderilerini gizleyen ben, kendi adıma bu konuda konuşmak istiyorum.
Çünkü kanun koyucu değilim, yasa çıkartamam. Çünkü hâkim değilim, cezalandıramam. Çünkü etkili bir sivil toplum kurumunun başındaki yetkili insan değilim, basın bildirisi yayınlayıp insanları örgütleyemem. Topluluk içinde meşhur ya da sözü geçen biri değilim, kimseye rol model olamam. Ben az önce saydığım insanlardan bir şeyler yapmalarını, bir şeyler söylemelerini, bir çare aramalarını bekleyen sıradan bir vatandaşım. Ama bu denklemde benim de “Lanet olsun bu hayata” demekten başka, elimden geldiğince bir şeyler yapmak isteyen insanlara destek olmaya çalışmaktan başka yapabileceğim bir şeyler olmalı.
Hepiniz bir şekilde, belirli amaçlar doğrultusunda bu sayfaları okuyorsunuz. Elimizden geldiğince biz de bu sayfalarda okumanız için iyi içerikler sunmaya çalışıyoruz. Bugün ben, bireysel olarak, sadece Deniz olarak, bir şey yapabilirim. Bu sayfalarda bu konuyu dile getirip, sizinle konuşabilirim. Geekyapar etrafında buluşmuş kimseler olarak biz, belki üç-beş kişi de olsa bu konuyu konuşabiliriz.
Ne siyasi bir referanstan bahsedeceğim, ne dinden dem vuracağım, ne de burada herhangi birinize feminizm dersi vermeye kalkacağım. Ben siyasetçi değilim, ben din adamı değilim, ben herhangi bir oluşumun haklı veya haksız bir savunucusu değilim; hemen hepiniz gibi bir çare arayan sıradan bir vatandaşım. Bu konu da ne bir siyasi görüşün, ne bir dinin, ne de herhangi başka bir oluşumun savunucularının tekelinde değil. Biz canileşmeyen sıradan vatandaşlar, hangi cinsten olursak olalım, hangi dinden olursak olalım, dünyanın neresinden olursak olalım, tarihin hangi çağında olursak olalım böyle bozuk, böyle pislik, böyle can acıtıcı şeyler peşimizden geliyor. Bu yüzden kadın cinayetlerinden bahsetmeyi sadece birilerine bırakamayız ya da kadın cinayetlerinin suçunu sadece birilerine yükleyemeyiz. Hepimiz özneyiz, hepimiz tarafız; tercih edebiliriz ama hiç birimiz bu konuları dile getirmekten muaf değiliz.
Suçu belirli ülkelere mi atalım? E ama şu ülkede hiç yok! Bizim bilmememiz olmadığı anlamına mı gelir yoksa benim elimde olmayan mükemmel kanıtlara dayalı istatistik raporlarınız var mı? Malumu ilam etmeye gerek yok, hemen her yerde az veya çok kadınlara eziyet ediliyor. Sadece kadınlara da değil elbette, güçlü olanın güçsüz bıraktığına tahakkümü sürüyor, bizim konumuz bugün kadınlar olduğu için bu şekilde ifade ediyorum. Suç şu veya bu ülkede değil.
Suçu dine mi atalım? İslamiyet’ten önce kadınlar daha mı saygın bir konumdaydı, kız çocukları gömülmüyor muydu? Hıristiyanlıktan önce çocuğu olmayan kadınlar hiç aşağılanmıyor muydu? Yahudilik kurumsallaşana kadar kadınlar evde erk sahibi miydi? Kutsal kitaplı dinleri bırakalım kenara haydi, paganlar cadı diye kadınları yakmıyor muydu? Şamanlar, güçsüz ve zayıf buldukları için kadınları dinsel törenlere almıyorlarken; Uzak Asya’da kadın geceyi, yılanı, kötücüllüğü simgelerken, tek tanrılı inançlardan önce kadınların statüsünün toplumca erkekle eşit olduğunu savunabileniniz çıkar mı? Suç dinlerde değil.
Suçu belirli toplumlara mı atalım? Görüyorum bazen, Türklerde kadına saygı vardı, atalarımız kadını el üstünde tutardı; ne zaman diğer toplumlara özenmeye başladık ki böyle oldu diyor birileri. Bu bir yere kadar doğru, hanlar hatunlarla birlikte yönetirlermiş devleti, kadınlar da savaşlara katılır, ordular yönetebilirmiş. Peki, evlenene kadar bekâretini saklamayan sıradan halkın kızları? Türk toplumundan örnek verenler, Umay ananın bu kızları lanetlediğine inanıldığından hiç bahsediyorlar mı? Direkt olarak hangi atalarımızdan söz ediyoruz? Atalar sözüdür ya, Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin diyen atalar mı? Eksik etek, kadının saçı uzun aklı kısa olur diyen atalar mı? Suç belirli toplumlarda değil.
Suçu belirli cinsiyetlere mi atalım? Erkekler olmasa sorunumuzun kökten çözüleceği çıkarımına ulaşabilir miyiz? Peki, kadınlar bu yanlışlıkları aktarmaya veya bazen isteyerek çoğunlukla da mecbur kalarak kendilerine yapılan aşağılamaları sürdürmüyorlar mı? Aralarda bir yerlerde kadınları aşağılamayan, el kaldırmak şöyle dursun kötü bir bakış bile atmayan erkekler yok mu? Hepsini aynı kefeye koymak çözüm olur mu, bu da başka birilerini incitmemize sebep olmaz mı? Suç belirli cinsiyetlerde değil.
Suçu çağlara mı atalım? Ah eski zamanlar, avcılık geldi, kadının yeri sarsıldı. Kas gücü öne çıktı, kadınlar işlevsiz kaldı. Cahillik vardı, çocuk doğuramamak sadece kadının suçu görüldü. Savaşlar vardı, eli silah tutan savaşırken birinin çocuklara bakması lazımdı, kadın eve kapandı. Sonra sanayi devrimi oldu, kilisenin otoritesi yıkıldı, aydınlandık, bilgiye önem verdik, krallıklar gitti cumhuriyetler kuruldu. Kadın çalışmaya başladı, evden çıktı. Kadın seçme seçilme hakkı kazandı, söz hakkı oldu. Peki, haklısınız modern zamanın insanları, kadın her yeni çağla birlikte haklar ve özgürlükler kazanıyor. Ama şuna da bir cevap verelim lütfen, neden kurgu kadın karakter, erkek gibi dövüşebildiği için dikkatimizi çekiyor? Neden bu ‘ileri’ çağda politik doğruluk veya feministlik adı altında çektiğiniz kadın başrollü filmlerde hala şiddete şiddetle karşılık verebilen, binaları falan taşıyabilen, yani hani avcılık döneminden çıktığımız için artık eskisi kadar bağlı olmadığımız kas gücüyle ön plana alınan kadınlar var? Bu Hollywood’un halt yemesi olsun, neden kadınlara kendilerini korumak için dövüşmeyi öğretmekten başka çaremiz yok? Gereksiz demiyorum, saçma demiyorum aksine elzem. Bulabildiğimiz tek çare hala suçlamak istediğimiz eski çağlarla aynı, bunu anlatmaya çalışıyorum. Suç çağlarda değil.
Suçu ahlaka mı atalım? Daha en başından kimin ahlakı, kime göre ahlak, hangi dönemin ahlakı gibi tartışmalara girmemiz gerekir. Gerçi sonuç değişmez, en ahlaklı bulunanından en ahlaksız nitelenenine kadar kadınlar başka türden varlıklar gibi görülmeye devam ediyor. Muhafazakâr insan kadını kendi emaneti görüyor, en iyi ahlakıyla kadını korumaya çalışıyor. Ama bunun sonucu her zaman kadının korunması gereken cins olduğuna çıkıyor. Muhafazakâr olmayan herkes bunlardan uzak mı peki? Oranın da sonu, kadına iyi davranmanın diğer hiç kimsede bulunmayan bir erdem, bir marifet gibi sunulmasına çıkıyor; insan olmak ve insanca yaşamak için yapılması gereken normal bir şeye değil. Suç ahlakta değil.
Suçu kapitalizme mi atalım? Ne feministiz demek için kadınlar gününde aynalı kredi kartı çıkartan bankaların, ne de hala inatla bütün deterjan reklamlarını kadınlara yapan markaların bu suçtaki payını ben inkâr edemem. Ama farklı ekonomik temayülleri olan sistemlerdeki kadınlara biçilen rolleri de siz inkâr etmeyin.
Her çağın, her dinin, her ideolojinin, her toplumun ve her cinsiyetin iyi yönleri kadar kötü yönleri vardır. Ziyadesiyle kızgın ve üzgün olduğum için karamsarım şu an, bu yüzden sayılanların iyiliklerinden değil kötülüklerinden bahsetmiş olabilirim ama amacım hepsini topyekûn kötülemek değildi. Sorunlar iyi kurulmamış sistemlerden mi kaynaklanır, sistemi uygulayanlardan mı? Bu soruyu sorarsak demek istediklerim daha net anlaşılır diye umuyorum. Suç, tek tek bunlardan birinde değil; bunların hepsinin bir birleşiminde. Çözüm de tek tek bunlardan birinde değil, hepsinin bir birleşiminde olmalı.
Bu yazıyı bir suçlu aramak, bir hedef göstermek veya haddim olmayan sosyolojik çıkarımlar yapmak için değil; orada bir yerlerde bu yazıyı okuyan sizlerle düşüncelerimi paylaşabilmek için yazıyorum. İleriki hayatımı etkiler diye endişelenip, yüksek sesle ifade etmeye çekindiğim her şey için yazıyorum. Sizler gibi ben de kızgınım, üzgünüm; hiç değilse okuyacağınızı umduğum bir şeyler yazabildiğim için yazıyorum. Belki tarihe bir not daha düşebilmek, belki biraz dert paylaşabilmek ve belki hep bir ağızdan bunları konuşursak beraber üstesinden gelecek bir şeyler bulmaya yaklaşabilmek için yazıyorum.
Bir akademisyen adayı olarak, ilerde çocuk yapar diye kadın asistan istemeyen bilim insanları gördüğüm için yazıyorum. Lisans yıllarında ders çalışırken Kutadgu Bilig’de geçen kadına yönelik aşağılayıcı ifadeleri ezberlediğim; yıllar sonrasında bir kadın olarak bu tip ifadeleri nasıl değerlendirirsin diye sorduklarında, bilimsel yaklaşabilmek için kalbimin kırıldığını söyleyemediğim için yazıyorum. Kadınlara oku, çalış, erkeğe bağlı kalma dediğimde beni erkek düşmanı ilan eden erkeklerle; erkeklerin de sırtına cinsiyetten kaynaklı yükler bindiriliyor dediğimde ise beni yobazlıkla suçlayan kadınlarla tanıştığım için yazıyorum.
Kadın hayatın her alanında var olsun diyen insanların, mesela bir futbol maçında “İnce sesle tezahürat mı yapılır” dediğini duyduğum için yazıyorum. Hava kararınca başına iş gelir endişesiyle çoğu zaman eve yalnız yürütülmeyen eşek kadar bir kadın olarak, kızını geç saatte dışarıya bırakmayan babaya kızamadığım için yazıyorum. En az benim kadar özgür olan kadın arkadaşlarımın, dünyanın en zeki insanı olarak resmedilen dizi karakteri ünlü dedektiflerin kadınlara saygı duymamasını hayranlıkla izlediklerini bildiğim için yazıyorum. Benim kadar özgür olamayanlar için elimden gelen tek şey bugün evde otururken bunları dile getirebilmek olduğu için yazıyorum. Daha da ötesinde bugün, binlercesi gibi, namus adına, erklik adına, adına ne derseniz deyin insan canından önemli olmayan bir şeyler adına öldürülen bir kadını düşündüğüm için yazıyorum.
18 Ağustos 2019 Pazar günü Emine Bulut, halka açık bir alanda, eski eşi tarafından, on yaşındaki kızının gözleri önünde bıçaklandı. Adam, niye yaptığı sorulunca “Kızımın önünde erkekliğime hakaret etti” dedi, kadın, boğazından kanlar boşanırken “Ölmek istemiyorum” dedi; çocuk ise yaşadığı dehşetin ardından şoka girmeden önce “Anne ne olur ölme” diyordu.
1 Comment
🙁