2021’in açık ara en çok beklenen filmlerinden biri olan Denis Villeneuve’ün Dune uyarlamasını, dünyanın bir kısmına nazaran oldukça geç izleyebildik. İlk gösterimini 3 Eylül’de, 78. Venedik Film Festivali kapsamında yapan Dune, o zamandan beri Avrupa özelinde sinemalarda izleyicilerle buluşuyordu. Bizler ise tarihler 22 Ekim’i gösterene dek, Twitter‘da yönetmen, oyuncular ve filmin ismi başta olmak üzere birçok kelimeyi sessize alarak; Reddit‘e girmeye korkarak yahut üzerinde çölü andıran çizimlerin olduğu herhangi bir resmi açmaktan kaçınarak spoiler almamayı umuyorduk.
Tabii hem serinin en azından ilk kitabını okumuş olanlar hem de film hakkındaki açıklamaları takip edenler için aslında spoiler‘dan yana endişelenecek bir şey yoktu. Villeneuve’ün Dune’unun, ilk Dune kitabının yarısını ancak içereceği, defalarca söylenmişti. Öyle de oldu. Fakat bu yazı, bu satırları okuyan herkesin, paragrafın ilk cümlesinde nitelediğimiz grupta olmadığını var sayacak ve sonunda kendi gözlerimizle izleme şansını bulduğumuz en yeni Dune uyarlaması hakkında sizlerle spoiler‘sız olarak sohbet etme amacı taşıyacak. En genelden en özele, birkaç farklı açıdan filmi şöyle bir konuşalım haydi!
Kitabı Okumayanlar?
Filmin açılışından itibaren yaklaşık bir on beş dakika ve sonrasında da yer yer, kitabı okumayan izleyiciler düşünülmüş ve gerekli olan tüm açıklamalar yapılmış. Bazen başkahramanla birlikte bir şeyleri öğreniyorsunuz bazen de doğrudan karakterler, birbirlerine anlatıyorlar bilinmesi gerekenleri. Kitapları okuduysanız her açıklamanın öncesini ve sonrasını biliyorsunuz elbette fakat herhangi bir fantastik bilim kurgu yapımı izleyeceğinizin bilinciyle salona adım attıysanız, filmden zevk almamanız için hiçbir sebep yok aksine filmi sevmeniz için bolca başka sebep var.
Bir kere film, ilk sahnesinden itibaren ilginizi çekmeyi başarıyor ve kısmen yavaş bir başlangıca sahip olsa da devasa görselliğiyle sizi koltuğunuzda tutmayı başarıyor; yeri geldiğinde ise seyircinin elinden tutabiliyor.
Kitabı Okuyanlar?
İki açıdan bakmamızı gerektirecek bir başlık bu. Hayattaki her ikilemden bekleyebileceğiniz üzere, bir tanesi olumlu, bir tanesi de olumsuz. İlk olarak kitabı okuyanlar, kendilerine yeni gelecek herhangi bir şey bulamayacaklar. Bu bir uyarlama olduğu için ve uyarlama da iki farklı medya arasında gerçekleştirildiği için elbette ki farklılıklar var ancak bunlar, en azından bu ilk film için, bayağı küçük sayılırlar ve önceki soruda da belirttiğim gibi film, hikâyenin ana iskeletindeki gerekli olan tüm şeyleri içeriyor. Hâliyle kitabı okuyanlar, açıklamaların fazla olduğu ilk kısımlarda belki biraz sıkılabilirler. Bir de filmi izlemek kendi başına kesinlikle keyif verici olsa da salondan çıkıp ilk etkiyi üzerinizden attığınızda, yeni bir şey bulmayı yahut kitaptan daha farklı bir deneyim yaşamayı umduysanız beklediğiniz şeyler gerçekleşmemiş olabilir çünkü bana kalırsa aslına sadık bir uyarlama ortaya çıkmış.
Bununla beraber 156 dakikalık, günümüz izleme standartlarına nazaran uzun bir filmden bahsediyoruz. İkinci bakış açısında, bu 156 dakikanın küçük bir bölümünde söz konusu açıklamaların bulunmasını ve dolayısıyla bir kitabı birkaç kez okuyabilen biriyseniz veya bir filmi yıllarca tekrar döndürebiliyorsanız, bu durumdan da olumsuz etkilenmeyebileceğiniz yer alıyor. Yıllardır hayranı olduğunuz ve beyaz perdede somut bir şekilde görmeyi beklediğiniz bir evreni, aslına olabildiğince sadık kalan, görselliği ve ses tasarımıyla kendisini seyrettirmeyi başaran bir uyarlama ile izlemek de başka bir tat.
Spoiler vermeyeceğim için hikâyeye ayrı başlık açmayacağım o yüzden kitabı okuyanlar için bir olumsuz düşüncemi de bu başlıkta üzerimden atmak istedim. Dune serisi, tek karaktere odaklanan ve tüm seri boyunca onu izlediğimiz bir seri değil, biliyorsunuz. Özelde üç nesli, genelde ise nereden baksanız yüzlerce yılı anlatıyor. Film ise sanırım biraz ele alacağı zaman dilimi ilk kitabın yarısıyla sınırlandığından, biraz büyük bütçeli oluşundan, biraz seyircinin bekleyebileceği alışkanlıklardan, biraz da hikâye anlatımında yapılan tercihlerden ötürü bir karakter filmine daha çok benziyor. Elbette ki ilk kitabın ilk yarısı da böyle, farkındayım. Kastettiğim şey, daha önce pek çok filmde gördüğünüz için tanıyacağınız, belirli bir Hollywood etkisi. Sadece aklınızın bir köşesinde dursun ve filmi izledikten sonra belki bu açıdan bana yorumlarda katılmak yahut karşı çıkmak istersiniz diye söylemek istedim.
Oyunculuklar?
Her şey yerli yerinde, desem sanırım birazdan yazacağım paragrafı özetlemiş olurum. Atreides hanedanının çekirdek ailesini temsilen Oscar Isaac, Rebecca Ferguson ve Timothée Chalamet bana kalırsa üzerlerine düşenleri fazla fazla yerine getirmişler. Oscar Isaac’in Dük Leto’nun tam karşılığı hâline gelebileceğinden sanıyorum ki zaten kimsenin şüphesi yoktu. Timothée Chalamet’in Caladan’daki ilk görselleri bana hep Anakin Skywalker’ı hatırlatıyordu ve açıkçası hikâye açısından baktığınızda da birbirlerine benziyorlardı ve bu yüzden belki farklı evrenlerde benzer bir karakter izleyebileceğimden korkabilirdim ama hiç öyle olmadı. Rebecca Ferguson’un çok ayıp bir şekilde haddinden fazla genç gösteriyor olması da canımızı asla sıkmamalı; Jessica’yı da tarzından mimiğine, hayal edebileceğim gibi buldum.
Jason Momoa, Duncan Idaho rolünde gene bildiğiniz gibi kalıplı, güçlü ve şen bir adam; Josh Brolin‘in Gurney’ini henüz çalgısıyla görmedik ama laf edersem bana ayıp. Stephen McKinley Henderson‘ın Thufir Hawat’ı üzerinden mentatları harika yapmışlar ama hafızamda kaldığından biraz daha yumuşak başlı buldum karakteri, onu da söylemem lazım. Çöl tarafında Javier Bardem‘in Stilgar’ı kitaptan fırlamış gibi hissettirdi. Zendaya‘nın Chani’sini fazla göremedik fakat kitaptakinden birazcık daha sivri olmuşa benziyor, o da Zendaya’yı oynattıklarından olsun, varsın. Ve fakat en büyük takdirim, Stellan Skarsgård‘a yani Baron Harkonnen’e gidecek. İzleyince anlayacaksınızdır.
Evren?
İlk kitabın yarısında ne gördüysek filmde de onu görüyoruz açıkçası. Atreidesler’in Caladan’ıyla açtık filmi, Harkonnenler’e ve Sardaukar’lara birkaç dakika, küçük ölçekte göz atabildik ve sonra Arrakis’e geçtik. Arrakis’i övmeye başlarsam duramam diye korkuyorum ve bu, bir spoiler‘sız inceleme için iyi olmayacaktır. Şöyle diyeyim, belki Arrakis dışındaki üç yeri arka planda gördük ama cidden ete kemiğe bürünmüşlerdi ve Villeneuve de elini korkak alıştırmayıp geniş geniş planlardan çektiği için, her biri ayrı bir heybet uyandırıyor.
Yönetmen, gezegenlerin yanında kullanılan teknolojiye ve uzay araçlarına özel yatırım yapmış. Her biri farklı, her biri diğerinden ilgi çekici ve her birinin, her hamlesini dikkatle izlemek geliyor içinizden. İki gezegenin yahut iki hanedanın taşıtı birbirinden tek bakışta ayrılacak kadar güzel detaylandırılmış, bu sahneler de filmin içerisinde özellikle etkileyici duruyorlar hâliyle.
Bununla beraber evren kurmaya yeterince önem verildiğini düşünmüyorum. Bana kalırsa biraz daha karakterler ve diyaloglar odaklı bir senaryo çıkmış ortaya ve Dune gezegenindeki insanlar hakkında, o karakterlerle birlikte öğrendiğimiz, öğrenmemizin de kesinlikle nokta atışı ve elzem olduğu bilgiler haricinde sosyo-ekonomik, kültürel yahut politik unsurlara birkaç cümle haricinde bulaşmıyoruz. Bu da illaki kötü bir şey olmak zorunda değil bu arada, yanlış anlamayın; bazı şeyler ikinci filme bırakılmış yahut bazı şeylere de vakit kalmamış olabilir ve kitabı okumayan herhangi bir kişinin bunlarla alakalı bir beklentiye girmesi de söz konusu değil. Kafada bir eksiklik kalmıyor yahut herhangi bir şey, kültürel arka plan eksikliği sebebiyle eğreti durmuyor yani. Sadece kendi adıma, şurada bu sefer kitap hakkında spoiler‘sız olarak fikirlerimi paylaşırken de belirtmeye çalıştığım gibi, Dune’un ilk yarısını daha çok seviyorum ve bunun sebebi de gelecekten, uzay yolculuğundan yahut Mesih kehanetinden azade bir şekilde kişileşen bir gezegen ve bu gezegenin sakinlerinin her bir parçasına işleyen kültürle alakalı. Filmde, bunların bir kısmına odaklanıp bir kısmını ise pas geçmişler, beklenebilir bir şey.
Aksiyon?
Filmin biraz yavaş açıldığını söylemiştim fakat bu demek değil ki aksiyonlara doymayacağız. Yani doymayacağız derken, bu zaten bir aksiyon filmi değil, o bağlamda düşünerek doymayacağız. Birkaç kovalamacamız, birkaç dövüşümüz ve birkaç da son dakika gerilimli sahnemiz mevcut. Bunlar filmin içinde dengeli şekilde dağıtılmışlar; ilk saat yayvanca geçiyor da son yirmi dakika koşturuluyor gibi bir şey söz konusu değil.
Bununla beraber yine bunun bir aksiyon ya da dövüş filmi olmadığını ve bunun için de fazlasıyla mutlu olduğumu belirtme gereği duyarak, içerisinde ikili mücadelelerin olduğu yahut küçük çaplı çatışmaların olduğu sahneleri yetersiz buldum. Mücadeleleri planlamak yerine “Jason Momoa’ya epik bir sahne yazalım da âdet yerini bulsun, diğerlerini de işte dövüşte başarılı gibi gösterelim“, deyip geçmişler gibi düşünüyorum. Fremenler’in ortalık kızışınca ortaya çıkışları ve kitapta bahsi geçen vücut kalkanının görünüşü müthişti, onları tamamen ayrı tutuyorum. Filmin en başlarındaki bir minik sahne haricinde belli ki bunlara hiç kafa yormamışlar, hatta bazı yerleri bağlamdan kopartıp da ayrıca izlesek güler miyiz diye de düşünmüyor değilim.
Çatışma ve mücadele sahnelerinin dışındaki kovalamaca ve son dakika gerilimleri, olacakları merak ettirip, izlediğiniz şeye heyecanlanmanız için yeterlilerdi.
Solucan?
Aranızda dümdüz solucan yazdım diye celallenecekler yoktur değil mi? Varsa da latifeden sayın, olmaz mı? Bir Dune filmi söz konusuysa elbette ki Şeyh Hulud’un nasıl gösterildiği aşırı önemli. Filmden yayınlanan görsellerde ve fragmanda da vardı kendileri dolayısıyla ne kadar heybetli ve harika gözüktüklerini burada tanımlamama ayrıca gerek olmayabilir. Gerek olsa bile gördüklerinizden mutlaka memnun olacağınızı söylemekle yetineceğim çünkü bunu olabildiğince büyük bir ekranda görmelisiniz.
Ben de film gibi yapayım ve hemen çok yükselttiğim yere, az çok dengeli olacağını düşündüğüm bir şekilde şerhimi de düşeyim ama. Solucanların filmde göreceğiniz en heybetli şey olacağını düşünüyorsanız, düşünmeyin. Hem daha heybetli çekilen şeyler var hem de bence solucanla ilk temas ve sonrasında, onlardan asıl etkilenmemiz gereken bir sahnede, yanlış bir seçim yapmışlar. Filmi izledikten sonra sizlerin takdiri farklı olur mu, bilmiyorum.
Görsellik ve Ses?
Denis Villenueve’ün görsel anlatımına kötü bir şey söylersem çarpılırım diye ufaktan korkuyorum. Fakat içimde böyle bir korku olmasa bile, Dune filminin görselliği için asla kötü bir şey söylemezdim. İlk sahneden itibaren geniş planlar alıyor sizi ve o geniş planlar, bir kuş bakışından ibaret değil, ayrıntılılar. Uzaylı gezegenlerdeyiz diye farklı filtreler atılmamış, simge bir yeri barındıran kartpostallara da benzemiyorlar. Temelde işlevi olan, anlamlı manzaralar görüyorsunuz ve bunlar bayağı, daha önce seyahat etmediğiniz bir ülkenin gerçek çekimleri olabilirler.
Sahne geçişleri ve özellikle de başkarakterimiz Paul ve hikâye için kırılma noktaları oluşturan yerlerdeki paralellikleri ayrıca övgüyle anmak istiyorum. Spoiler veremem ama eğer bu yazı, bir şekilde filmi izlemeden önce önünüze düştüyse Caladan’ı son gördüğünüz sahneye ve çöle ilk göz attığınız sahneye şöyle, daha dikkatli bir bakın.
Aynı şeyler karakterlerin tek plan çekimleri ve uzay araçları için de yinelenebilir. Sanal gerçeklikte izlesek ancak bu kadar orada hissedebilirdik sanırım kendimizi. Yönetmen de zaten böyle olsun diye uğraşmış. Bir şehir, bir şehrin içindeki bir bina, bir binanın içindeki bir oda, bir odanın içindeki bir karakter; hepsinin çıplak gözle tahmin etmeye kalksanız boyutları hesaplı ve nereye odaklanacağınız da bu plana göre seçilmiş. Bu sayede, az önceki sıralamaya, bir binanın önündeki bir uzay aracını eklediğinizde, artık ne şehri ne binayı ne de odayı görüyor olsanız da ne hissetmeniz gerektiğinden eminsiniz.
Bütün bu görsel etkileyiciliğe sesi de eklediğinizde en az iki-üç sahnede tüyleriniz diken diken olacak. Bir tek olumsuz eleştiri olarak melodilerin biraz fazla kullanılmış oluşunu sayabilirim. Ses kullanımı yerinde ve etkileyici, doğru zamanda esler veriyor ve doğru zamanda yükseliyorlar ama müzikler, sahneyi neredeyse hiç boş bırakmamışlar. Bununla beraber filmi, göreceklerinizden çok duyacaklarınızla birleşimi için dahi olsa sinemada yahut olabildiğince ona yakın bir şekilde tecrübe etmenizi tavsiye etmem gerekir diye düşünüyorum. Çünkü bana kalırsa ne hikâye ne de karakterler, ses ve görüntü kadar iz bırakacaklardır.
Eh, bir filmden spoiler‘sız olarak bahsetmek için bu kadarı yeterlidir diye düşünüyorum. İzlemeden önce merak ettiğiniz başka bir şey olursa, yorumlardan yahut ulaştığınız başka herhangi bir yerden, üzerime vazife olmayarak beklerim. Toparlamak adına, Dune’u sinemada izlemek gerçekten güzeldi. Seriyi benden çok daha önce okuyanlardan, beklediklerinden daha az etkilendiklerini duydum fakat genel itibariyle karşımızda, izlediğinize asla pişman olmayacağınız ve ne kadar iyi olduğu kişilere ve zamana göre değişebilecek olsa da hakkında “Kötüydü“, dendiğini işitmeyeceğiniz bir film var. Gerisi de spoilerlı bir incelemeye kalsın, üç vakte kadar bu sayfalarda o da yer alacaktır.
Sizler Dune’u izleyecek misiniz? Beklentileriniz neler? Yazıdan hareketle kafanızda nasıl bir film canlandı; merak ettiğiniz başka şeyler var mı? Hâlihazırda filmi izlediyseniz, söylediklerime katılır mısınız? Buradan sonra söz sizde!
2 Comments
Interstellardan beri yapilan en iyi is diyebilirim belki. Ufak tefek eksiklerine ragmen muhtesem bir deneyimdi. Covid icin uzgunum ama anlatildigi kadar bir sinema filmi olmus, salonda tuyler diken diken izledim bir cok sahnesini.
Kitabını da okumuş biri olarak filmi ufak tefek şeyler dışında çok beğendim, spoiler olmaması adına dikkatli düşünerek bir cümle kurmak istiyorum: Kitapta bir ziyafet sahnesi vardı. Onu filme koymamaları beni çok üzdü 🥲