Şairin ne dediğini bilir misiniz?
These songs of hobbits, dwarfs and men. (Bunlar hobbit, cüce ve insanların şarkılarıdır)
And elves. Come close your eyes. (Ve de elflerin. Gel gözlerini kapat.)
You can see them too… (Sen de onları görebilirsin…)
Bu mısralar, Tolkien’den ciddi bir şekilde etkilenen metal grubu olan (hangi metal türü diye tartışmayı başka zamana bırakalım) Blind Guardian’a ait. The Bard’s Song isimli şarkının kapanışında geçer, Orta Dünya ve nicelerini okumaktan çok, hissedenlere yönelik bir anlatıdır. Doğaldır ki şarkı yazıldığı zamanlarda, filmler henüz piyasada yoklardı ve “Soslu Hollywood usulü Tolkien mi yoksa Sisli Dağlar Usulü Tolkien mi?” gibi ayrımlar henüz yapılmamıştı.
Yüzüklerin Efendisi filmleri döneminde, önceki yazımda bahsettiğim gibi, bu bölünmenin ilk aşaması kitaptaki hikayenin Tom Bombadil’den başlayarak değiştirilmesiyle ortaya çıkmaya başlamıştı. Diğer yazıda değindiğimiz için tekrar aynı konu üzerinde eşelenmeye gerek yok. Bu yazıda ise “anlamak ile beğenmek arasındaki farka” değineceğiz.
Tom Bombadil sonrasında kitapla film arasındaki bu ayrışma artmaya başlamış, özellikle de Legolas’ın ön plana çıkmasıyla ayrılık gemileri Batı’nın Limanlarına oldukça yaklaşmışlardı.
Yine Legolas ekseninden ayrılamayan Peter Jackson, ikinci üçlemeyi de aynı mantıkta yapmaya kalktığında karşı saflara katılanların sayısındaki artış korkunç rakamlara ulaşmaya başladı. Öyle ya, Yüzüklerin Efendisi bir destandı. Hem de aşkın, yitirilmişliğin, kahramanlığın, anlatılamayan özverilerin, kayıp zamanların, akıl almaz kötülükteki düşmanların, ihanetlerin sarmaladığı koskoca bir destandı.
Fakat Hobbit bir masaldı, hem de çocuklar için anlatılan bir masaldı. Post-modern zamanların rüzgarla birlikte uluyan yazarlarının, şiddet hikayelerini anlatırken kullanmayı pek sevdiği türde “büyüklere masallar” türünde bir zırva da değildi. Yüzüklerin Efendisi’ndeki cüceler az konuşan, iyi savaşan, kültürel ve fizyolojik farklılıkları derinleştiren portreler çizerlerken Hobbit’teki cüceler Bilbo’nun hiç de mütevazı olmayan mutfağının o masalsı, naif aromasına bulanmış kukuletalı karakterlerdi. Bir diğer deyişle “Pamuk Prenses’in Yedi Cüceleri” gibiydiler ki farklı metaforlar, okuyucuyu gayet de diğer masala bağlayabilirdi.
Bu sebeplerle destan ve masalı aynı şekilde anlatmaya kalkışmak, yönetmenin “hikaye anlatıcılığı” rolü çerçevesinde felakete yakın bir sonuç doğururken sinema ve (haydi adını koyalım) kapitalizmin neferliği rolü açısından büyük başarıya imza atıyordu.
Bir kitap olarak Yüzüklerin Efendisi, altıkırkbeş yayınlarının da karşı konulamaz bir biçimde belirttiği gibidir ;
Dünya ikiye bölünmüştür, denir Tolkien’ın yapıtı söz konusu olduğunda: Yüzüklerin Efendisi’ni okumuş olanlar ve okuyacak olanlar.
İçinde, okuyucuyu başka alemlere götüren pek çok anektod vardı Yüzüklerin Efendisi’nin… Ancak ne makalenin yazarının sabrı bunları paylaşmaya, ne de okuyucunun gönlü hepsini kitap yerine burada okumaya elverir. Bu yüzden minicik ancak oldukça önemlilerinden birinin üzerinde duralım.
Yüzük Kardeşliği, Caradhras’tan geçerken (filmde kafalarına Saruman’ın çığ indirdiği dağ geçidi) oldukça zorlanırlar. Okuyucu, Gimli’nin bile şikayet ettiğini, Boromir’in “buçuklukların neredeyse boğulacaklarını ve yakında öleceklerini” söylediğine şahit olur. Ancak bu noktada, geçidin önüne ve arkasını merak eden grubun yardımına Legolas yetişir ve tam olarak şunu söyler :
Legolas bir süre dudaklarında bir tebessümle onları izledi, sonra diğerlerine döndü. “En güçlü olan bir yol bulmalı mı demiştiniz? Ama ben derim ki: Sabanı rençpere bırakın, ama yüzmek için bir susamuru seçin; otların, yaprakların ve karın üzerinden uçar gibi koşmak için ise-bir elf.
Bunu deyip çevik bir hareketle ileri atıldı; Frodo, sanki ne zamandır bilmiyormuş da ilk defa görüyormuş gibi, elfin çizme değil her zamanki gibi hafif ayakkabılar giydiğini fark etti; ayaklan da karın üzerinde neredeyse hiç iz bırakmıyordu.
“Hoşçakal!” dedi Gandalf’a. “Güneşi bulmaya gidiyorum!” Sonra kum üzerinde bir koşucu kadar hızla fırladı, karla cebelleşen adamlara çabucak yetişip elini sallayarak onları geçti, rüzgâr gibi uzaklaşıp kayalık dönemeçten gözden kayboldu.
Okuyucu tam bu noktada bir elfin ne demek olduğunu anlar. Elf ki, en büyük insan kahramanların hayatta kalmak için cebelleştiği, kendi ırkı için bile dayanıklı sayılan bir cücenin sınırlarını zorlayan bir soğuk ve fiziksel güçlüğe karşı hiç bir rahatsızlık hissetmemektedir. O Dünya’nın gerçek bir çocuğudur ve ait olduğu yerin fiziksel zorlukları kendisi için küçük birer rahatsızlıktan ibarettir. Kar ve fırtına onu ne üşütür ne de üzerinde koşmasını engeller. Öyle ki ait olduğu gerçeklikte attığı ivedi adımlar, karların üzerinde iz bile bırakmaz.
Ancak okuyucunun zihni için, tam tersi geçerlidir. Orada bıraktığı iz ve kalıcı elf imgelemi bambaşka bir hal alır. Nihayetinde aynı okuyucu Legolas’ı ork kalkanlarının üzerinde kaykay yapıp ok atarken gördüğünde tepki verir.
Yine de tüm grubun hem cesaretini hem de fiziksel direncini kıran Caradhras’a karşı bile tümüyle kayıtsız kalabilen Legolas, üzüntüye karşı grubun tamamından çok daha savunmasızdır. Bunu da Lothlörien’den ayrılırlarken, yüksek sesle belirtmekten çekinmez ;
“Hayır!” dedi Legolas. “Vah hepimize! Vah dünyaya bu sonraki günlerde ayak basmış olan herkese. Çünkü böyle işte bu: kayığı nehir üzerinde akıp gidenler bulup da kaybetmiş gibi oluyor. Fakat bence sen talihlisin Gloin oğlu Gimli: Çünkü sen kendi özgür iradenle yaptığın seçim yüzünden kaybının acısını çekiyorsun; başka bir seçim de yapabilirdin. Lâkin grup arkadaşlarını yüz üstü bırakmadın; en azından, Lothlörien’in hatırası gönlünde sonsuza kadar lekelenmeden ve berrak kalacak; bu hatıra ne solacak ne de kuruyacak.”
Silmarillion’da birden çok yerde, elflerin keder ve üzüntü yüzünden öldüklerinden açıkça bahsedilir. Yüzüklerin Efendisi’nde bu yüksek sesle söylenmese de okuyucunun algısının sınırlarında dolaşıp durur.
Legolas özelinde, Peter Jackson filmlerini eleştirip, kitapları okuyan izleyicinin zihninde düşman bir coğrafyada fırtınanın üzerinde koşan ancak minik özlemlerin, üzüntülerin öldüreceği nazik bir peri düşüncesi dolaşır.
Filmlerde ise uzun sarı saçları ve öldürdüğü sayısız ork ile, her nasılsa hem feminenlik hem de maskülenliğin vücut bulduğu bir başka Legolas karşımıza çıkar.
Yazının en başına dönelim. Şairin ne dediğini bilirsiniz…
These songs of hobbits, dwarfs and men. (Bunlar hobbit, cüce ve insanların şarkılarıdır)
And elves. Come close your eyes. (Ve de elflerin. Gel gözlerini kapat.)
You can see them too… (Sen de onları görebilirsin…)
Sizler de gözlerinizi kapatın. Gördüğünüz elf Orlando Bloom isimli yakışıklı bir aktör mü yoksa belirsiz çehresi ile, karların üzerinde gülerek koşan bir peri sureti mi?
İşte günün sonunda filmleri beğenenler ile beğenmeyenler arasındaki fark, sadece bir göz açıp kapamaktan ibarettir.
12 Comments
Tepkiler gecikmiş.
ne demek istediğini anlamadık ki :/
Sizin IGN TR deki yazılarınızda karşılaştığınız tepki yorumlarından sonra bunun nasıl bir duygu olduğunubilmeniz gerekir.”Hele ki o ibretlik Marvel yazıları”.Güzel incelemeler yazan siteyede bir IGN TR yazarı tarafından böyle bir mesaj atmak hiç hoş olmamış.
Bilmen gerek Geekyapar editörüyüm ben aynı zamanda, tepkiler gecikmişin sonunda (!) olacaktı birde.
Şuan şakınlığın son derecesindeyim.Size en kısa zaman da Marvel hakkında yazarken incelemelrine bakmanızı öneririm.Bu konuda gayet başarılılar.
çok güzel bir yazı olmuş… Her nedense LOTR ‘de bu kadar gözüme batmamıştı. Ya da ekranda Galadriel belirdiği an benim zihnimdeki elf imgesine uymuştu. Hobbit serisinde genel olarak elfler pek elf değildiler sanki… sevmediğim şeylerden biri daha
Yalnız ne kadar harika bir yazıdır bu arkadaş.
“Filmi izlemedim ama Peter Jackson’ın hakkını yiyorsunuz” filan tipi yorumlar olmaması şaşırtıcı hakkaten. Filme kötü demektense, gözünün gördüğünü reddecek derecede akpli tayfa nerede?
Benim yorumun meali buradaymış.
”Kar ve fırtına onu ne üşütür ne de üzerinde koşmasını engeller.” biraz yanlış olmuş bence.Elenwe Helcaraxeden geçerken soğuktan ölüyordu.
Helcaraxë ile Caradhras’ı aynı kefeye koymak biraz yanlış olmamış mı?
O zaman soğuğa karşı dayanıklı denmesi gerekir.