Logan ile ilgili, kısmen yapımcıların kendilerinin de körüklediği ödül sezonu muhabbetinden ve bunun filme olan negatif etkisinden söz etmiştim. O beklentiye kapılıp kapılmamak, sübjektif bir şeydi, paylaşılmaması olağandı. Öte taraftan, filmin kendi içerisinde klişelere aykırı ve klişelere duyarlı olmak gibi iki çelişen hassasiyeti vardı, filmi bence en çok o tüketiyordu. Bunları konuştuk zaten beraber.
Ancak gelen yorumlardan bir tanesi (Fransuva nickli Salih Alp, sevgi!) biraz kafa açtı bu yönden. Film kendi iddia ettiği gibi hüviyetiyle sene sonu ödüller arasında yer almayacaktı belli ki. Ama onu oralara götürecek üç şey vardı esasında. İlki oyunculuk. İkincisi oyunculuk. Üçüncüsü oyunculuk. Daha da spesifik olmak gerekirse, üç farklı kişinin oyunculuğu.
Saymaya başlayalım mı?
Patrick Stewart
Stewart kendisine bu filmdeki Xavier portresinin diğerlerinden farkı sorulunca, “Bütün film Hugh tarafından sağa sola kucakta taşınıyorum, müthiş bir şey” demişti; ama herhalde ciddi bir anında yakalasak: “Ana avrat düz gidiyorum, canım yanıyor, huysuzum, pişmanım, bitkinim; karakterimin katmanları buradan Çin’e uzanıyor” derdi. Gerçekten de 9 filmdir gördüğümüz Xavier’in en çıplak ve en tükenik tasviri buydu. Bakın James McAvoy tüm indie film haşmetine rağmen çıkartamaz o yorgunluğu.
Sene sonunda ödül sezonuna gider mi peki? Gider. Bunu da, yazının diğer iki maddesi gibi, inanarak söylüyorum. Çünkü Patrick Stewart X-Men külliyatında ilk defa izleyene “Haa, tabii ki lan bu adam kraliyet eğitimli Shakespeare oyuncusu zaten” dedirtecek seviyede döktürdü. Hatta ilerletiyorum, diğer tüm X-Men filmlerinde Stewart %40’ıyla oynuyormuş, onu fark ediyor insan izlerken…
Diğer iki şey için, ikinci sayfaya gidelim beraber…