Bazen, büyüyüp kocaman bir adam olduğunuzda sizi siz yapan nedenlerin izini süresiniz geliyor. Nedir bu başka kültürlere olan merak mesela? Nereden geliyor bu macera arayışı? Bir filmin egzotik mekânlarda geçiyor olması onu benim için neden arzulanası yapıyor?
Ben bu soruların cevaplarını aradığımda karşımda hep çizgi romanları buluyorum. Batman, Spider-Man, Superman gibi Amerikan ürünleri değil bulduklarım. Eğer Amerika’da olsaydım belki de derdim bu kahramanlarınki gibi “süper”lik, karizmatiklik, fedakarlık olurdu. Beni bu değerler etkilerdi. Ama dedim ya, Amerikan çizgi romanları okuyarak büyümedim.
Benim annemin (ve muhtemelen pek çoğumuzun anne-babasının) gençliği EsseGesse’nin Tommiks, Kaptan Swing, Çelik Blek Teksas gibi eserlerini okuyarak geçmiş. Dolayısıyla ben çizgi roman okuyacak yaşa geldiğimde önüme koyacağı çizgi romanlar konusunda hiç tereddüt etmedi. Sevdim de bu çizgi romanları Allah için. Tommiks idealize bir “ranger” idi, Kaptan Swing ile Gamlı Baykuş’un paslaşmaları hakikaten de çok komikti, Çelik Blek Teksas‘ın karizması da cidden yadsınacak gibi değildi.
Evet, sevdim ama sevgim hiçbir zaman anneminki kadar yoğun değildi. Benim gönlümde başka bir aslan yatıyordu. Spesifik olarak egzotik mekânlarda, tarihi eserlerle iç içe serüvenler yaşayan iki kahramandan söz ediyorum. Bunlardan biri Hergé’nin Tenten‘iydi. Diğeri ise Bonelli Comics’in Martin Mystere‘i.
Martin Mystere? Sizden bir konuda yardım istemeye geldim…
Bonelli’nin hepsi aynı evrende geçen Dylan Dog, Zagor, Mister No ve Nathan Never eserleri kendi başlarına efsanedirler zaten. Bunların hepsi ara ara, zaman dilimleri müsaade ettikçe (Zagor geçmişte, Nathan Never gelecekte geçmektedir) birbirlerine referans da atarlar. Ama Martin Mystere ayrıdır. Mystere’de bunların hepsinden birer parça vardır, ama daha iyi bir haldedir. New York doğumlu Martin Jacques Mystere, onun Neandertal yardımcısı Java ve uzatmalı nişanlısı Diana‘nın yaşadıkları serüvenlerde bir parça Zagor da vardır, Dylan Dog da. Ama Zagor kadar vahşi, Dylan Dog kadar karanlık değildir Martin’in hikâyeleri. Martin Mystere serüvenler yaşar ve sizde serüven yaşama isteği uyandırır.
Çocukluğumun çizgi romanlarından hatırladığım en önemli şey hep mekânlardı. Martin Mystere’in yazarları hep gizemli bir olayın peşinden Mystere’i dünyanın dört bir ucuna yollar, orada açıklaması zor olaylar yaşatırlardı. Bazen Mystere hazır oradayken yaşanan olaylar, bazen de Mystere’in kendini istemeden orada bulmasıyla gelişirdi. Ne olursa olsun, mevzu her zaman “başka” bir yerde geçerdi. Ucu da o yerin antik bir uygarlığına, gizli bir tarikatına ya da o yere işlenmiş bir bulmacaya, gizeme bağlanırdı.
İşte bu yüzden Amerikan çizgi romanları yerine Martin Mystere, Tenten, Spiru & Fantasio, Asteriks ve Oburiks gibi çizgi romanlarla büyüdüğüme şükrediyorum.
Amerikan çizgi romanlarında olay örgüsü hep aynı erde. Batman Gotham’daysa tüm olay Gotham’da, Spider-Man New York’taysa, olan biten hiçbir şey yok New York il sınırları dışında. Ama Avrupa çizgi romanları öyle değil. Avrupalı kahramanlar hep dışarının, hep “başka bir yer”in arayışında. Serüven onlar için “yeni bir yer” demek, Amerika’da ise “yeni bir sorun“. Avrupa’da çizgi romanlar hep gezmekteler, Amerika’da ise her zaman bir çöplükleri var.
Monroe’dan Marvel’a
Bunun tarihsel gerçeklerle örtüşüşünü göz ardı etmek mümkün değil. 1823’te Monroe Doktriniyle Avrupa’ya “Biz size karışmıyoruz, siz de bize karışmayın” deyip, yarımküresel bir izolasyon politikasına giren Amerika’nın, henüz bu izolasyondan daha tam manasıyla çıkmadan yarattığı çizgi roman kültürü tabii ki sabit kalma, horoz kendi çöplüğünde öter şiarına biat etme mantığıyla harmanlanarak gelişti. Devletin resmi politika ilan ettiği “Burası benim toprağım, ötesini başkası düşünsün” mantığını elbette Batman de benimseyecekti.
Ama Avrupa hiçbir zaman böyle bir hissiyat içerisinde olmadı. Antik Yunan’dan beri Avrupa için serüven hep “öte” diyarlardı. Avrupa kaşiflerin el üstünde tutulduğu, efsane olduğu bir coğrafyaydı. İpek Yolu’nun sonunda ne olduğu, Sahra altında nelerin döndüğü, okyanusun ötesinde ne tür gizemlerin yattığı sorusu hep cezbetti Avrupa’yı. En sonunda bu cazibe Kolombus’u Amerika’ya götürdü ve Kolombus döndüğünde getirdiği vaatler kıtanın dünyanın dört bir yanına dağılmasına sebep oldu. Bu kolonileşme süreci, “öte” diyarlara dair anlatılan masalların ve efsanelerin kökünü kazıyacağına sayısını ve şiddetini arttırdı. Sonraları bu masallarla oluşan tek tipleştirmeye akademisyenler “Oryentalizm” de diyeceklerdi. Şimdilik en büyük etkisi edebiyatta görülüyordu.
Bir noktada Osmanlı, Hindistan, Afrika, Amerika gibi yerlere Kaf Dağı’nın arkası muamelesi yapmaya başlayan, “serüven yeni yerdir” sözüyle işleyen edebi mantık, haliyle çizgi roman medyumu yükselirken oraya da yansıyacaktı. Sonuç da karşımızdaydı işte. Maceraları nerede olduğuyla belirtilen (Kongo’da, Amerika’da, Tibet’te vb.) Tenten ve işi başka kültürler ile orada yaşanan acayip olayları araştırmak olan Martin Mystere.
Bir yan yana koyun ikisini. Bir yanda tek başına çalışan, dünyanın etrafında döndüğü, her şeyden çok fedakarlığının ön planda olduğu Batman. Diğer tarafta hep yeniye aç, devamlı gezen, devamlı merak eden, kendisine “dükkanından sınırsız alışveriş hakkı” teklifi sunan kitapçı sahibine “Yok almayayım, sizi iflas ettiririm yoksa” diyen Martin Mystere. Çocuğunuzu hangisiyle büyütmeyi isterdiniz? Ben annemin doğru kararı verdiğini biliyorum. Eğer bir gün çocuğum olursa, ona okutacağım çizgi romanlar sandığımda. Hergé’nin Tenten‘leri ve Bonelli Comics’in Martin Mystere serisi… Çocukluğu bunlarla geçmiş adamdan ileride kesinlikle zarar gelmez.
1 Comment
Batman artık çocuklar için değil. Son okuduğum sayılarda yüz derileri soyulan insanlar, kaçırılıp vahşice öldürülen çocuklar, bir yetişkin olarak okurken midemi bulandıran sahneler ve konular var. Bir süredir gündeme getirmek ve uyarmak istiyordum. Batman 16+ bir çizgi roman artık. Vahşet en üst seviyede hemen herkes ileri derecede akıl hastası ve zaten tedavi de görüyorlar. Yaptıkları da milyonda bir göreceğiniz şiddetin ve acımazslığın en uç örnekleri. Çıta her geçen gün de artıyor. Gerçek hayat bile daha masum kalmaya başladı!
Kahramanın kendisi de, bir travma sonrası tedavi görmemiş, ruhu yaralı, öfkeyi suçlulara yönelterek tedavisiz günü kurtaran bir kahraman. Aslında Bruce ciddi anlamda desteğe ihtiyaç duyuyor bu kahyasının başarabileceği bir konu değil.
Martin Mystere ise son zamanlardaki konuları yavanlaşmış olmasına karşın kütüphanemde yerini koruyor. Yüzlerce sayısını ilk sayısından beridir (1982) hiç atlamadan okudum. Hakkında yazdım dünyayla ilgili binlerce ilginç ipucunu sayesinde öğrendim. İnsan öldürmeyen, kültür aşılayan, ince esprileri olan, dostluğa dayalı olmasına karşın pek çok heyecanlı macera sunan bir kitap.
Eğer İtalya değil Amerikan kaynaklı olsaydı on bin adet filmi yapılmış olacaktı. Tabii İtalya kaynaklı olmasa böyle güzel olamazdı o ayrı. 🙂
Bir kaç ülke dışında pek bilinmiyor. 33 senedir Türkiye’de yayınlandığı için bizler şanslıyız. 🙂
Yazı için sağ olun.