Bu yazıda yer alan kişi, kurum ve olaylar tamamen hayal ürünüdür.

Adalet deyince hep somut, belirli, keskin uygulamalar ve yönergeler anlaşılmıyor mu sizce de? Adaletten bahsettiğimiz önceki yazılarda da yeri geldikçe bu durumdan biraz yakınmıştım diye hatırlıyorum. Adalet dediğimiz şey, evet, hukuk, kanun, kural ve yargıyla iç içe bir kavram ama adalet kavramı sadece bunlardan ibaret midir?

Adaletin sadece saydıklarımızdan ibaret olmadığı düşüncesini paylaşanlara göre adalet sistemini doğru biçimde işleten iki kol var. Bu kollardan biri, bir duyguyu ifade ediyor; vicdan. Diğeri ise bir uygulamayı kastediyor; yargılama. Önceki iki yazımızda da adalet sisteminin yargılama kısmından bahsetmiştik. İlk yazımızda yargılamanın nasıl olması, ikincisinde ise nasıl görünmesi gerektiğiyle ilgili konuşmuştuk. Haydi, gelin, bu yazımızda da adalet sisteminin nedense çok da üstünde durulmayan diğer kısmıyla ilgili fikirler ortaya atalım. Bu seferki örneğimiz Aziz Nesin’den geliyor: Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz veya benim bu yazı için düşündüğüm hâliyle; Adalet Ne İşler Ne İşlemez.

Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz

aziz nesin

1977 yılında yayımlanmış olan Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Türk edebiyatında bürokrasiye yapılan en büyük yergilerden biri sayılıyor.  Pek çok kez tiyatroya uyarlanan ve sinema filmleri de bulunan bu roman, bizim yazı dizimiz özelinde adaleti işleten mekanizmaların aksadığı noktaları yirmi bir bölümüyle kalem kalem anlatması bakımından nokta atışı bir örnek hâline geliyor.

Romanı okumanızı şiddetle ve ısrarla tavsiye ettiğim için bu yazıda romanın tamamını anlatmayacağım. Sadece ana temamıza sunduğu katkıları açıklamak bakımından şöyle genel bir şekilde bahsedeceğim.

Romanımızın başkahramanı, beş çocuğundan dördünü kaybeden bir ailenin sağ kalmayı başarabilen tek oğludur. Bu yüzden ailesi, yaşasın diye adını Yaşar koymuştur. Ancak Yaşar, on iki yaşına geldiğinde, aslında hiç yaşamadığını öğrenmiştir. Babası Yaşar’ı okula yazdırmaya götürür fakat Yaşar’ın nüfus cüzdanı olmadığı için kaydı yapılmaz. Toparlanıp nüfus memurluğuna giderler tabii, ancak buradaki memur onlara kütüklerde Yaşar’ın babasının tek bir çocuğu olduğunu, onun da Çanakkale Savaşı’nda şehit düştüğünü söyler.  Dahası, yine kütüklere göre Yaşar, annesinin bir önceki evliliğinden doğmuştur. Hatta Yaşar’ın annesi yedi yaşındayken ikinci evliliğini yapmış ve Yaşar’ın babası olarak bildiği bu adamla evlenmiştir. İşler bu denli karıştığı için, Yaşar’a asla nüfus kâğıdı alınamaz.

Bu noktadan sonra Yaşar’ın hayatı daha da trajikomik hadiselerin içerisine sürüklenmeye başlar. Yaşar, Ayşe isimli bir kızla nişanlanır, tam evleneceklerken asker kaçağı olduğu için evlenemezler. Nüfusa kayıt edilmediği için yoklamaya çağırılmadığı, bu yüzden de askerlik yapamadığını anlatmaya çalışırlar ama nafile. Sonra, belki askere giderse devlet onun yaşıyor olduğunu kabul eder diye düşünürler ve Yaşar askere gider. Düşündükleri olmaz, bu sefer de süresi dolmasına rağmen bir türlü tezkeresinden haber çıkmaz ve Yaşar insaflı bir komutan çıkıp da onu terhis edene kadar askerlik yapmak zorunda kalır. Askerden döndüğünde babasının öldüğünü öğrenir, mirasına sahip çıkmak ister ancak nüfus kâğıdı olmadığı için babasının oğlu olduğunu kanıtlayamaz. Böyle bir durumla karşılaşan herhangi bir insan gibi, sinir krizi geçirir, hastaneye götürürler. Ancak yine nüfus kaydı olmadığı için taburcu edilemez, bir yıl tımarhanede yatmak zorunda kalır. Hastaneden kaçarak çıkar ama babasının mirası da elinden gittiği için beş parasız kalır. Parasızlığına çözüm yolu arar, işe girmek ister ama nüfus kaydı olmadığı için iş bulamaz. Bu ve bunun gibi daha birçok bürokratik zorlukla uğraşıp, hepsinden de eli boş dönen Yaşar, en sonunda hapse düşer. Görünen odur ki adalet, nüfus kaydı olmadığı için yaşamadığına kanaat getirdiği Yaşar’ın, suç işlediğini düşündüğünde kanlı canlı bir insan olduğuna karar vermiştir.

Israrla romanı okumanızı tavsiye ettiğim için aradaki olayları ve romanın sonunu anlatmıyorum. Sadece Yaşar’ın sonunun bu denli adaletsizliğe uğrayan diğer pek çok kişiye çokça benzediğini söyleyebilirim.

Adalet Ne İşler Ne İşlemez

yaşarneyaşarneyaşamazkitap

Yaşar’ın başına gelen trajikomik olayların hiçbiri, kanun, yasa, hukuk kavramlarını karşılayan ‘adalet’ten kaynaklı değil. Üzerine, Yaşar’ın karşı karşıya bırakıldığı birtakım hukuksal olaylar açısından da herhangi bir adaletsizlik söz konusu değil, her şey anayasaya uygun işliyor. Biraz daha açıyorum burayı ki, asıl meselenin ne olduğunu daha net anlatabileyim.

Hukuksal uygulamalar için temelimiz anayasadır, bir de bu anayasadan gücünü alarak çeşitli alanlardaki uygulamaları denetleyen, düzenleyen, yönlendiren medeni kanun, ticari kanun, ceza kanunu ve benzeri yasalar ile mevzuatlar vardır. Bizler, vatandaş olarak söz gelimi evlenmek istediğimiz zaman, medeni kanundan gücünü alan evlenme kanununa göre yapılması istenenlere uymakla yükümlüyüz. Yaşar da bizim gibi bir insan, onun da uyması gereken yasalar var. Yaşar, okula kayıt olmak istiyor, kanuna göre eğitim hakkından yararlanabilmesi için nüfus kaydının olması lazım bu yüzden kaydı yapılmıyor. Yaşar, nüfus kaydının olmasını istiyor ancak yasalara göre Yaşar’ın hangi anne ve babadan doğduğunun kanıtlanması lazım, nüfusta ise böyle bir ebeveynlik ispatı mevcut değil. Yaşar, iş bulmak istiyor ancak iş kanununa göre nüfus kaydı olmayan birinin çalışması mümkün değil, bu yüzden iş bulamıyor. Yaşar’ın nüfus kaydı olmadığı için bir sahtekâr olduğuna karar veriliyor ve sahtekârlığın cezası hapis olduğu için Yaşar hapse düşüyor. Gördüğünüz gibi her şey anayasa ve anayasadan gücünü alan kanunlara uygun bir şekilde işliyor. Hukuki açıdan herhangi bir usulsüzlük de mevcut değil. Peki, şuraya kadar okuduklarınız size adaletli geliyor mu?

Yazının başında biraz bahsetmeye çalıştığım kısım, tam da işin burasıyla ilgiliydi. Adalet, sadece kanunları ve kanunların uygulanmasını kapsayan bir kavram değildir. Eğer öyle olsaydı, Yaşar’ın başına gelen her şey adaletli olacaktı. Fakat uygulamada sıkıntı olmasa bile ortada büyük bir yanlışlık var, adaletin vicdan kolu çalışmıyor. Yaşar’ın karşılaştığı yetkili kişilerden bir tanesi bile adaletin vicdanla olan bağına dikkat edebilseydi, o, doğumuyla birlikte kazandığı en önemli hakkı olan vatandaşlık hakkından mahrum bırakılmayacak ve başına bunlar gelmeyecekti.

İnsanlar ve Sistemler

yasar-ne-yasar-ne-yasamaz-1974

Anayasa, toplumu düzenleyen kuralların bütünü olarak tanımlanabilir. Aziz Nesin’in romanında olayları biraz daha ironileştirerek anlattığı güzide ülkemizin anayasası için de durum böyledir. Anayasanın toplumla bağı daha ilk maddelerinden, kendisi tarafından da belirtilir; devletimiz, ‘insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk devletidir’. İnsan haklarına saygılı olmak, on iki yaşında bir çocuk olan Yaşar’a, kütükte ne yazarsa yazsın vatandaşlık hakkını teslim etmek yahut hiç değilse hakkına ulaşabilmesi için yollar göstermek zorunluluğunu beraberinde getirir. Sosyal bir hukuk devleti olmak ise, devletin her kurumundaki yetkili her insanın belirli bir sosyal sorumluk ve duyarlılığa sahip olmasını zorunlu kılar. Çünkü bu duyarlılık olmayınca insanlar sadece kendi görevlerini yaparlar ve gerisine asla karışmazlar. Böyle bir ortamda bürokrasi de işte “Bugün git, yarın gel”, “Bu benim işim değil, şu kuruma gideceksin” gibi cümlelerin tekrarlanmasıyla yürümeye başlar.

Anayasanın toplumla bağı sadece devlet tarafından da işlemiyor tabii. Aradaki ilişki iki taraflı; devletin halka, halkın devlete karşı sorumluluğu var. Hâliyle toplumda ortaya çıkan bir ilgisizlik, bilgisizlik ve duyarsızlık dalgası da bu bağlamda adaletin işleyişine direkt olarak yansıyor. Bazen toplumdaki insanlar birbirlerine o kadar yabancılaşıyorlar ki, bu durum her toplumsal kuruma olduğu gibi, adalet kurumlarına da yansıyor. Herkes kendi işine bakıyor, gerisine karışmıyor. Kimse, kendisine dokunmayan yılanın peşinden koşmuyor. Neticesinde ise Yaşar’ın örneğinde olduğu gibi bir insanın en temel hakları bile teslim edilmezken, kimse ses çıkartmadığı için otoritenin bir alacağı olduğunda, kişi suçsuz bile olsa bedeli ödetiliyor. Tersinden bakarsak, çoğu durumda işlemeyen adaletin, ancak ve ancak toplumsal bir tepki oluştuktan sonra yerine getirilmesi, adalet kurumu ile toplum arasındaki ilişkiye dair bir sağlama sunuyor.

Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’da anlatılan olaylar, yazarın yergisi ve ironilerle bezeli anlatımı nedeniyle gerçek hayatımızda karşılaştıklarımızın absürt ve abartılı bir versiyonu olabilir. Ancak yerginin ve mizahın temelinde hemen her zaman, gerçek hayatımızdan bir parça buluruz. Çoğu zaman belki “Olmaz öyle şey yahu!” dediğimiz olaylar olur, yanlış düşündüğümüzü ancak başımıza gelince anlarız. İş işten geçmiş olur, belki Yaşar’ın başına gelenlerden bile daha ironik olaylarla karşı karşıya kalabiliriz.

Ne yapalım o zaman, sistemi mi lanetleyelim, adalete güvenimizi mi kaybedelim yoksa kendi adaletimizi kendimiz mi arayalım? Bu soruların doğru cevabını kendi başıma veremem. Daha ziyade cevap arayanlar için başka bir soru sormak isterim: Sorunlar sistemlerden mi kaynaklanır yoksa sistemi uygulayanlardan mı?

Dünya üzerinde yedi milyar insanız, bu da yedi milyar farklı adalet anlayışı, yedi milyar farklı sistem uygulayıcısı eder. Yedi milyar insandan biri olarak bize düşenin, adaletin sadece yargılama ve cezalandırmayla ilgili olmadığını bilmek ve vicdan terazisinden şaşmamak olmasını temenni ederim. Böylece uzaklarda bir yerlerde yaşa[yama]makta olan Yaşar’lara yardım etmek için, kendimizin veya çevremizden birinin bir başka Yaşar’a dönüşmesini beklemeden harekete geçebiliriz.

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.