Bir toplumun başından geçenleri, değer yargılarını ve endişelerini görmek için kitaplar iyi bir başlangıç noktası. Yeni çıkan kitaplar, çok satanlar listesi ve eşe dosta önerilenlerin toplamı gündeme ayna tutar. Çok satanlar listesi mesela, bu listede en sık gördüğümüz kitaplar ya klasiklerdir ya da bilindik yazarların yeni kitaplarıdır. Bu kitaplar ve yazarların toplumda kalıcı bir yeri vardır; misal Zülfü Livaneli o sene kitap çıkarmış ise onu görürüz bu listede, bir de yıllardır listeden çıkmayan Kürk Mantolu Madonna’yı. Bu klasikleşmiş yazar ve kitapları bir kenara ayırıp, son birkaç yıldır çok satanlar listesine baktığımda dikkatimi çeken kitaplar distopya romanları oldu.

Trump 2016’da başkan seçildiğinden beri Amerika’da distopya romanlarının satışlarının tavan yaptığını biliyor muydunuz? Hem de distopyanın sadece belirli bir alt türünde. Kurdukları distopya aracılığıyla siyasi sistemleri eleştiren romanlar, Trump başa geldiği hafta zirve yaptılar, başkanlık döneminin sonuna yaklaşırken de hala ilk yüzün içindeler. Bizim ülkemizde de durum aynı, 2017’nin çok satan ilk on kitabı içinde 1984 yer alırken 2018’de listeye Fahrenheit 451 ve Hayvan Çiftliği’nin de eklendi. Bahsettiğim kitaplar, (1984, Fahrenheit 451 ve Hayvanlar Çiftliği) distopya türünün en ünlü ve güçlü başyapıtlarından sayılıyorlar. Saydığım bu dört kitap çıkalı ortalama yetmiş yıl olmuş. Zamansızlık ve kalıcılığı incelemek için daha iyi örnek bulamazdım herhalde.

1984

Yanlış anlaşılsın istemem, klasik sayılabilecek bu eserlerin çok satanlar listesine girmesi değil şaşırdığım husus. Asıl dikkatimi çeken bu spesifik romanların gündeme gelmesindeki zamanlama. Distopya romanları zaten yirminci yüzyılın başından beri popülaritesini koruyan bir tür. Çok satan kitaplar ve gişe yapan filmler arasında boy gösteren distopik hikayeleri her dönem görebiliriz. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde bunun en büyük örnekleri arasında Hunger Games, Maze Runner ve Divergent serileri var. Fakat fark ettiyseniz bu saydığım romanlar distopya türüne ait oldukları kadar gençlik kategorisine de aitler. Her ne kadar konu, sisteme karşı çıkan genç kahramanlar olsa da aşk hikayeleri ya da yüksek aksiyon, distopya türünün getirdiği uyarı mesajını gölgede bırakıyor. Son üç yıla baktığımızda ise, otoriteyi sorgulayan distopyaların gençlik romanı tadındaki hikayeleri geride bıraktığını görüyoruz. Vurgulamak istediğim ise bu değişimin nedeni.

The Handmaid’s Tale’in yazarı Margaret Atwood, “Ütopyayı hayal ederiz ancak distopya zaten yaşanmıştır.” der. Distopyaların sunduğu uçuk dünyanın temel taşlarına baktığımızda, aslında onların endişeden doğan uyarı mesajları olduklarını görürüz. Margaret Atwood’dan devam etmek gerekirse, yazar 80’lerde The Handmaid’s Tale’de yer alan Gilead’in yönetim sistemi kurarken gerçek hayatta karşılaştığı vakalardan esinlenmiş. En büyük örnek de New Jersey’de yer alan The People of Hope adlı Katolik örgüt. Bu örgütün amacı İncil’deki gibi kadınların eşlerine itaat ettiği, çocuk sahibi olmanın görev bir toplumda yaşamak. Gerçek hayatta dinden gelen bu denli kapalı bir yaşam tarzının var olması, Kanada’da doğum oranlarının düşmesi, Sovyet Rusya’da suçluların nükleer atıkları temizlemek ile görevlendirilmeleri gibi uygulamalar The Handmaid’s Tale’e büyük esin kaynağı olmuşlar. Margaret Atwood, bir yazar olarak toplumun gidişatı hakkındaki endişelerini bildiği en iyi şekilde, distopya romanları yazarak belirtmeyi ve bir nevi gelecek nesli uyarmayı tercih etmiş.

30handmaids1_xp-facebookJumbo

Margaret Atwood gibi diğer klasikleşmiş distopya yazarları da ilham kaynaklarını kendi çevrelerinden, yaşadıkları dönemin korkutucu gerçeklerinden aldılar. Distopya romanlarının en güçlü yazarlarından George Orwell, Hayvan Çiftliği’ni Sovyetler Birliği’ne eleştirmek amacıyla ortaya çıkardı. 1984 ise Hayvan Çiftliği’nden beş yıl sonra, yani 1949’da basıldı. Bu noktada totaliter rejimler hiç olmadıkları kadar güçlülerdi, Orwell de bu rejime karşı bıkkınlığını ve nefretini kalemiyle yansıttı. Yine aynı şekilde, çocukluğundan beri tam bir kitap kurdu olan Ray Bradbury de Hitler başta olmak üzere diktatörler tarafından yakılan kitaplardan ve halkın genel anlamda korkusundan yola çıkarak Fahrenheit 451’i yazdı.

Fark edeceğiniz üzere Orwell, Atwood ve Bradbury’nin ortak noktaları totaliter rejim, kısıtlanan düşünce özgürlüğü ve bilgiye erişimin devlet tarafından kısıtlanması. On yıl içinde revaçta olan distopyalar, teknoloji korkusu ya da post-apokaliptik senaryolara kayarken, Trump’ın başkan olmasıyla da Amerikan halkı en eski korkularına geri dönmüş. 2013 yılında devletin insanları gözetlediğini iddia eden Snowden’ın açıklamalarından sonra 1984 zirve yapmıştı. Bu sefer de Trump’ın medya kuruluşlarını yalan haberle suçlaması, ayrımcı söylemler ve polis baskısı, insanlara totaliter rejimi hatırlatmış olacak ki 1984 başta olmak üzere bu kitaplar yeniden zirve yaptılar.

uploads%2Fstory%2Fthumbnail%2F74487%2F5f00302f-459b-468c-b25e-b93976c668c2.jpg%2F950x534

Hulu’nun o öve öve bitiremediğimiz The Handmaid’s Tale dizisinin popülerlik kazanmasında ve kitabın da çok satanlar listesinde girmesinde zamanlamanın etkisi tartışılamaz. Amerika başta olmak üzere büyük ülkelerde sağ partilerin başa geçmesi ve güç kazanması, özellikle kürtaj hakkı ve kadın sağlığı hakkında alınan kararlar, dizinin hikayesini daha da çarpıcı hale getirdi. Kırmızı kıyafet ve beyaz başlıklı kadınlar, bir nevi başkaldırı simgesi haline geldiler.

Özetle sevgili geekler, her roman öyle ya da böyle gerçek hayattan esinlenerek yazılır. Herhangi bir romanda okuduğumuz hikayelerin yazarların travmalarının dışa vurumu ya da yaşanmış olayların uyarlanması olması kuvvetle muhtemel, ki romanları sevme sebebimiz de gerçek hayatın yaratıcılıkla harmanlanıp önümüze sunulması. Distopyaların yeri ise ayrı, hepsi birer endişe ve umutsuzluk taşıyor. Kimi totaliter rejimden endişeli, kimisi ise teknolojinin tehlikelerinden. Ortak özellikleri ise kökenlerine inildiğinde şimdiki zamanın endişelerini geleceğe yansıtmaları. Son birkaç yıl içinde insanların en geleceğe dair en büyük endişesinin, yirminci yüzyılda geride bıraktığımız totaliter rejim olması ise beni epey endişelendiriyor. Umuyorum ki popüler distopyaların konusu da yakında değişir, yirmi birinci yüzyıla yakışır şekilde teknolojiden korkmaya devam ederiz.

Author

Dizi bağımlısı bir beyaz yakalı. Kedisine çekmiş, en büyük zevki miskin miskin yatmak. Kendisi ve kedisini sosyal medyada bulabilirsiniz. @asliozkeles

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.