Tıpkı doğada var olan hemen her şey gibi insan üretimi olan şeylerin de belirli işlevleri vardır. Belki ilk bakışta göremez yahut anlam veremeyiz, belki asıl gayesi bir işe yaramak değildir ama neticesinde hepsi bir işlevi karşılar. Yaradıkları işin ne olduğu alandan alana, amaçtan amaca ve tabii ki zamandan zamana değişiklik gösterebilir.

Bugün uygulamada getirisi olmayan anlamsız taş yığınları, belki de bin yıllar öncesi için mükemmel bir tören alanı mahiyeti taşıyor olabilir; bugün hiçbir işimize yaramayan bir maden, yüz yıllar sonrasında yana döne işlenmeye çalışılacak olabilir. Artık hiçbir işlevi karşılamayanlar ise tarih sahnesinin bir köşesinde kalırlar yahut daha sık görüldüğü üzere işlevlerini değiştirerek varlıklarını sürdürürler; bir çağda tapınılmak için kullanılan küçük heykeller başka bir çağda bir vitrin süsüne dönüşerek yine baş köşeye yerleşmenin bir yolunu bulabilir.

stonehenge

Son örnekle bağlantılı olarak insanın kendisini ifade edişinin en güzel yöntemlerinden biri olan sanat eserleri de işlevlerden yoksun değillerdir. Sanat deyince ilk anda hepimizin aklına edebiyat, resim, müzik vb. geliyor, hâliyle bunların işlevlerinden bahsederken de onları eninde sonunda malzemesi somut olan, fiziksel olarak algılayabileceğimiz şeyler gibi düşünüyoruz. Söz gelimi edebiyatın içerisinde bir tiyatro oyunu veya bir romanı düşünüyor ve bunların okuyabileceğimiz metinleri, basılmış yahut elektronik ortama aktarılmış biçimleri, belki de video kayıtları olduğunu varsayıyoruz.

Fakat edebiyatın yazılı veya elektronik ortamda oluşturulmayan türleri de var; mitler, destanlar, türküler, fıkralar vb. Somut olmayan kültürel mirasların arasında sayabileceğimiz bu ürünler ise işlevlerini en uzun süre koruyan, yok olmamak adına da sürekli işlev değiştiren ürünlerdir dersek yanılmış olmayız. Mesela türküleri düşünelim, onların zamanı yok gibidir. Bin yıllar öncesinden bin yıllar sonrasına, neredeyse her seferinde aynı acıyı, aynı mutluluğu yahut aynı şikâyeti ifade etmek için aktarılırlar. Anlattıkları olayın zamanı geçerse Hey On Beşli‘de olduğu gibi değişirler ve eskiden bir ağıtken, şimdi bir oyun havası olarak kaybolmamayı başarırlar. Çünkü bunlar insanlığın hafızasını taşırlar ve insanlar da bu hafızayı çeşitli nedenlerle gelecek nesillere aktarmak için canla başla çalışırlar.

Sinema bir sanat. Babanızla aynı filmleri seyredebilir ama filmden onun kadar etkilenmeyebilirsiniz. Üzerinden yıllar geçmiştir ve belki onun gençliğine ilham veren o uzay macerası, sizin izlediğiniz en basit çizgi filmde bile daha heyecan verici gözüküyordur. Bu noktada size, “Bizim zamanımızda böyle şeyler yoktu, anlayamazsın” diyecektir. Dedebeylik dediğimiz şey bu yüzden var! Fakat babanızla aynı atasözünü kullandığınızı fark ettiğinizde işler değişir. Muhtemelen çocuğunuz ve torunlarınız da aynı atasözünü, sizden çok çok sonra aynı şekilde kullanacaktır.

the day the earth still stood still 1951

Sözlü edebiyatın işlevselliğinden biraz da olsa bahsedebildiysem bu yazı için asıl meseleme gelmek istiyorum. Bugün sizinle ninniler ve ağıtlarla ilgili bir şeyler paylaşmak istiyordum. Hepimiz hayatımızın muhtemelen çok da hatırlamadığı bir döneminde ninniler dinlemiştik, ağıtlara ise şahsi katılımımız gerçekleşmese bile bir yerlerde rast gelmişizdir. Bu yüzden onlara farklı bir bakış açışıyla kafa yorarız demiştim.

Fakat ikisinin işlevlerini tek yazıda vermeye kalkarsam gereksiz uzun ve sıkıcı olabilir diyerek ikiye bölmenin daha mantıklı olacağını düşündüm. Bu yazıda ninniyi, bir başka yazıda ise ağıtları anlatacağım. Hem belki o zamana kadar sizler de benimle bir şeyler paylaşırsınız, bu yazıdaki eksikleri öbürü ile tamamlarız.

Bu iki sözlü edebiyat ürününün, aslında çok bariz ama çok bariz olduğu için üzerine kafa yormadığımız bir ortak özelliği var: İkisi de temelde kadınlara özgü. Erkekler ninni söyleyemez demek istemiyorum yanlış anlaşılmasın sadece ninnileri niceliksel olarak kadınların ağzından daha fazla duyuyoruz. Belki şimdiki zaman için değişmeler yaşanıyordur ancak özellikle bu yüzyılın başı ve ondan önceki hemen tüm çağlar boyunca ninnileri ezici bir çoğunlukla kadınlar dile getiriyordu. Bir benzeri ağıt yakmak için de geçerli, onu diğer yazıya saklayalım ve ninnilerden devam edelim.

Ninnilerle ilgi ifadelerim kesinlikle ninni söyleme hünerini kadınlara mahsus kılmak yahut genelleme yapmak amacını taşımıyor. Durumun, biyolojik zorunluluklar ve toplumların belirlediği – bazen de dayattığı – cinsiyet rolleri gibi neden / sonuç bağlantıları var. Biyolojik kısmında doğurma eylemi yer alıyor, bu eylem en azından şimdiye kadar olduğu şekliyle dişi cinsiyete özgü.

İkinci olarak insan yavrusu, hayvan yavrusunun aksine çok daha savunmasız ve çok daha uzun süreler boyunca bakıma muhtaç. Bir tay, doğumundan dakikalar sonrasında biraz sendeleyerek de olsa dört ayak üzerinde durabiliyor; bir kedi, hayata geldikten sonraki birkaç hafta içerisinde kendi kendine yemek yiyebiliyor. Bir bebeğin ise sadece emekleyebilmek için en az altı, desteksiz ayağa kalkması için de ortalama sekiz – dokuz aya ihtiyacı var. Kendi kendine yemek yiyebilmesi ise yıllarını alıyor. Bu yüzden dişi hayvanlar çocuklarına verecekleri tüm bakımı birkaç ay içerisinde sağlayabilirken, anne olan kadınlar – eğer istiyorlarsa – asla bitmeyecek gibi görünen uzun yıllarını bu işe ayırmak zorundalar.

horse- foal

Doğum, emzirme ve çocuğu en azından kendi kendine hayatta kalabilecek en temel seviyede yetiştirebilmek için kadının ev ve evin çevresinde bulunması gerekiyor. Bu da bizi toplumsal rollere ve daha sonrasında kalıplaşan cinsiyet zorunluluklarına götürüyor. Özellikle geleneksel toplumlar için üremek çok önemli, üreme hızı ve çocuk sayısı arttıkça kadının evden uzaklaşması zorlaşıyor. Bir müddet sonra kadının ev çevresinde bulunması, annelik üzerinden alışılagelmiş beklenen davranışlara dönüşüyor ve kreşler, bakım evleri, bakıcıların olduğu zamanlarda bile kadının evde çocuğu ile birlikte durması öngörülüyor.

Bebeklere uyumaları için söylenen ninniler de işte bu yüzden ekseriyetle annelerin ağzından dinleniyor. Bunda kadın sesinin daha ince bir frekans aralığına sahip olmasının da etkisi var elbette. Fakat daha büyük bir etken, anne ile çocuk arasındaki hem biyolojik hem de toplumsal bağ.

Öte yandan ninnilerin tek işlevi bebekleri uyutmak değil. Teknik olarak zaten bebekler – bazı araştırmacılara göre tartışmalı bir konu olsa da – bu ilk zamanlarda, sözlerden çok ninninin ritmi ve annenin ses tonu gibi unsurlarla meşgul oluyorlar. O hâlde tek işlev uyutmak olsa idi sadece mırıldanmalar ve tekrar eden kısa sözler yeterli olmalıydı. Ama bunların yanında oldukça derin manalar ifade eden dörtlükler de vücuda geliyor. Anne, ninniler aracılığıyla bebeği ile konuşuyor.

Bu noktada ise bir başka işlev devreye giriyor: Rahatlamak. Kadının şimdilerde bile bazı yerlerde geçerli olduğu şekliyle çoğu zaman kendini rahat bir şekilde ifade edecek ortamlara ulaşma şansı yok. Evin sıkıntısını dışarıya çıkarttığı zaman mahremi açığa vurmak, biraz fazla gülecek olsa duruşunu bozmak olarak algılanıyor. Birkaç paragraf öncesinde açıklamaya çalıştığım gibi dışarıda fazla zaman geçirmemesi, mahremleri haricinde kendini göstermemesi, gösterirse bile hanım hanımcık durması tembihleniyor. Kocasından şikayet etmemesi, ona itaat etmesi bekleniyor. Bu kadar baskının beklenen şekilde patlak vermemesi için de rahatlatma işlevini sağlayacak ama bir yandan da yine kontrolü kaybettirmeyecek etkinlikler gerekiyor.

Dedikodu mesela bunlardan biri. Dedikodu altında, her ne kadar çoğunlukla hoş karşılanmasa bile ya ciddiye alınmadığı ya da herkesin bildiği bir sır olarak kaldığı için izin verilen söylemler kadınların dilinden dökülebiliyor. Sırrını paylaşmak olmuyor, mahremini gözler önüne sermek veya insanların diline düşürmek olmuyor; kadındır, dedikodu yapar oluyor.

jane the virgin - jane - wedding

Düğünler aynı şekilde, bunlardan biri. Belirli zamanlarda ve belirli yerlerde olmak üzere sürekli ağır olması, hanım hanımcık durması beklenen kadına, süslenip deliler gibi insanların gözü önünde dans edebileceği bir özgürlük alanı oluşuyor.  Bu zaman dilimi içerisinde hatta zorla katılımı sağlanıyor çünkü dedik ya, baskıyı kontrollü bir şekilde azaltmak lazım. Akraba düğününde oynamak istemeyip anne, teyze, hala ve bilumum akraba tarafından “Kalk kız oyna” diye çimdiklenen herkese sevgilerimi yolluyorum. Söz konusu etkinliklerin birçok farklı işlevi de var elbette, konumuz dâhilinde olduğu için rahatlatma üzerinden gittim. Ayrıca aynı işleve sahip etkinlik örnekleri de (altın günleri, hamam sefaları vb.) çoğaltılabilir.

Ninni söylemek ise bunların arasında kontrol edilemeyen bir etkinlik olarak öne çıkıyor. Çünkü anne, çocuğuyla yalnız, yalnızca onun duyabileceği ve çoğunlukla duysa bile anlayamayacağı bir iletişim yoluna sahip oluyor. Dolayısıyla derdini, bütün endişelerinden uzakta dile getirebiliyor. İlerde çocuğunun nasıl olmasını istediğini, neler yapmasını hayal ettiğini anlatıyor.

Bununla kalmıyor, bazen komşusundan bazen de kaynanasından şikâyetlerini söylüyor. Ve tabii belki de en önemlisi, kimseye anlatamadığı acılarını paylaşma imkânı buluyor. Aşağıya iki örnek koyacağım, buraya kadar söylediklerimiz daha net anlaşılacak. Örneklere ve yazıda ninnilerle ilgili olarak bahsettiğimiz bazı şeylere daha detaylı olarak ulaşabileceğiniz kaynaklar ise elbette yazının sonunda yer alacak.

“Al eyvana bir yatak serdim gül gibi ley,

Emmim oğlu koynuma girdi el gibi ley,

Elim attım ellerine çul gibi ley!

Anam beni güldürmedi, gülmesin,

Dokuz yorgan parçalasın ölmesin!

 

Al eyvana bir yatak serdim yumuşak,

Emmim oğlu koynuma girdi bir uşak,

Öpmesi yok, sevmesi yok konuşak!

Nenni diyem yatırayım uyusun,

Uyusun da nenni diyem büyüsün!”

Sözleri okuduğunuzda göreceğiniz gibi anne burada sadece bebeğini uyutmak için kafiyeli sözlere başvurmuyor. Ortada bir tecavüz var, tecavüzün sonucu yapılan da bir evlilik. Ninninin söylendiği bebek, bu evliliğin eseri. Kadın, bebeğine taşıdığı yükü anlatıyor.

boş beşik - fatma girik

“Yük dibine yatak ettim ninni,

Hiç uykusuz sabah ettim

Tanrı’m sana ben ne ettim ninni,

Mevlâ’m sana bir can versin ninni!

 

Nankör baban gitmiş ola ninni,

Al gerdeğe girmiş ola ninni,

Murâdına ermiş ola ninni,

Allah bana ecir versin ninni!

 

Salla salla kolum şişti ninni,

Kolumdan halhalım düştü ninni,

Gayrı baban bizden geçti ninni,

Hudâ bana ecir versin ninni”

Bu ninninin biraz daha açıklamaya ihtiyacı var. Ninninin ismi Taş Bebek, “Mevla’m sana bir can versin” dizesinin sebebi bu. Çocuğu olmayan bir kadın var ve bu kadın eğer çocuk doğuramazsa kocası tarafından terk edileceğini, kocasının çocuk sahibi olabilmek için başka bir kadınla evleneceğini, bunların bir sonucu olarak da dul kalacağını ve insanların kendisini ayıplayacağını biliyor. Nitekim bunlar gerçekleşiyor, kadına da kucağına bir taş alıp ninni söylemek düşüyor.

Yazının başından beri işlev diye tutturmamın sebebi buydu. Ninnileri çocukları uyutmak için söylenen ve çoğu zaman anlamsız tekrarlanan sözlerden oluşmuş, basit metinler olarak görüyoruz ancak onların çok daha derin anlamları ve ilk anda düşündüğümüzden çok daha farklı işlevleri de var.

İsterim ki cinsiyet rolleri dendiğinde insanların üzerine doğrudan “Onlar eskidenmiş, geçti artık” yahut “Yine geldi lanet feministler” diye yürümektense insanların ürettiklerinin işlevlerini düşünelim. İşlevsiz hiçbir şey yoksa; aynıları olmasa bile çok benzerlerinin, erkekler için de var olduğunun bilincine varalım ki bunları dile getirenlerin sırf bir tarafı parlatmaya çaba harcamadığını anlayalım. Ninniler aklımıza gelsin, onları düşünelim. Çünkü tıpkı atasözleri yahut türküler gibi onlar da bir nesilden diğerine, kültürel hafızayı taşımaya devam ediyorlar.

Kaynaklar

Emine Kırcı Uğurlu, Kültürel Bellek Aktarıcısı Olarak Ninni.

Meriç Kurtuluş, Ninnilerde Kadın Sorununa Bakış.

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

2 Comments

  1. Sitede akademik tarza yakın yazan eski bir yazarı hatırlattınız bana. Burada yeniden böyle yazılar görmek güzel. Ninniler hep ilgimi çeker, içlerinde nice hikayeler gizli. Keyifle okudum.

    • Meltem Deniz Doğan Reply

      Güzel sözleriniz için çok teşekkür ederim. Şahsıma ait olan yazılar çoğunlukla bu şekilde oluyor, acaba sıkıyor muyum diye düşünürken söylediklerinizle beni mutlu ettiniz 🙂 Ayrıca ninnilere ilginiz varsa, birkaç saat önce ağıtlar ile ilgili bir yazı yazdım, onu da okumanızı isterim. Tekrar teşekkür ederim!

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.