Bu sezonun trendi eski filmlerden dizi çıkartma konseptine karşı uzun süredir önyargılıyım. Çok kolay bir şekilde olumsuz olma potansiyeline sahip pek çok durum söz konusu ne de olsa. İki saatlik bir filmin ne kırk dakikaya sıkıştırılmasının ne de 20 küsur bölüme uzamasının hikaye yapısına olumlu katkı verebileceğine inanmıyorum. Aynı zamanda filmin temasını görsellik katkısıyla çok daha etkileyici hale getirmesini sağlayan büyük bütçeler ne yazık ki mevcut değiller. Yine de bu önyargılarım dizileri izleyip sonuçları değerlendirmemi engellemiyor tabii ki.

Geçenlerde izleyip yorumladığım “Limitless” ikinci bölümüyle de şaheser olmasa da izlemeye değer dizilerden biri olduğunu göstererek yukarıdaki fikirlerimin çok da geçerli olmadığına bir örnek teşkil etmişti. Bu dosyamızın konusu “Minority Report” (MR) ise çok daha riskli bir işe kalkışıyor. Bir kere Limitless günümüzde geçtiği için, tema sadece oyunculuk ve çeşitli görsel oyunlarla verilebilirken, burada olaylar gelecekte vuku bulduğu için bize inandırıcı bir görüntü sunmak gibi bir durumu var. Bunun yanında Limitless sıradan birini ve temelde gündelik hayatı konu alırken, MR çok daha hayali bir gerçekliği tema ediniyor. Bir de sanki Limitless’ın konseptinin uygulama alanı daha genişken, MR bu konuda kısıtlı kalıyor gibi duruyor.

minority-report-tv-show-meagan-good-stark-sands

Peki ilk iki bölümü izledikten sonra bu riskleri alaşağı etmeyi başardı mı Minority Report? Şahsi yorumum ellerindeki konseptten dizi olarak çıkabilecek en iyi işi çıkarttıkları yönünde. Öncelikle bize sunduğu gelecek görüntüsü çok detaylı olmasa da size günümüzden ilerde olduğumuzu hissettirmeye yetiyor. Görsellik dışında kullandıkları teknolojiler ve yaşam şekilleriyle de bunu güzelce veriyorlar. Ara ara kullandıkları günümüzün temalarına klasik muamelesi yapma esprileri de -Beyonce’un eski değil klasik olması gibi- bu fantaziye hem keyif hem de derinlik katıyor.

Diğer konu olan hayali gerçekliği sağlam bir yapıya oturtma konusunda da iyi iş çıkarttıklarını söyleyebiliriz. Filmin de başarıyla verdiği gibi, evet günümüzden ileride bir zaman dilimindeyiz ama insanlar günlük hayatlarını yaşamaya devam ediyorlar, yine benzer dertlere sahipler, teknolojik gelişme de buna uygun şekilde kullanım alanlarını bulmuş -“Bu kişi bana uygun mu?” sorusunu tanışarak değil de, bilekliğindeki detektör yardımıyla anlamak- ve sonuçta teknoloji biraz daha ilerlese böyle yaşayabileceğinize inanmakta zorlanmıyorsunuz.

minority-report-ep-2_hires2

Üçüncü ve bir dizi için daha önemli durumumuz olan temanın kırk dakikaya ve bir sezona yayılabilir olup olmadığı konusunda da geçer not aldı MR. Klasik polisiye formülüne başarıyla uydurulmuş gibi duruyor ilk iki bölümüyle. Yine karakterlerimizin eşsiz özellikleri yardımıyla cinayetler çözülecek, yine arka plan olayları var ama temanın bu formüle son derece güzel bir şekilde yedirildiğini düşünüyorum. Hatta Agatha ve ikizlerimizin aradan geçen zamandaki durumları ve bugün oldukları kişiler, ana karakterimizin Dash’in -diziyi sıkıcı hale getirmemek- her şeyi görmemesi ve tüm bu olayların dizinin ana temasına yedirilişi fazlasıyla başarılı olmuş diyebilirim.

Bunlar dışında eski filme yapılan göndermeler de tam tadındaydı. Ne çok fazla “Eski filmin ekmeğini yiyelim” mantığını yüzümüze vurmuşlar, ne de “Temayı aldık, eskisini komple silelim” demişler. Hem referanslar, hem de konseptler yerinde kullanılmış. Oyuncu seçimlerini ve karakter tercihlerinin de başarılı olduğunu düşünüyorum. Özellikle kahinlerin mevcut durumları çok güzel bir dinamik oluşturmuş. Her birine farklı karakter biçilmesi ve bunun güzel bir şekilde açıklanması da dizinin artı hanesinde. Başrol Dash’i oynayan Stark Sands’in de bu yükün hakkını başarıyla verdiğini düşünüyorum.

MR1_102-212_0003-KY_v003_hires2

Tabii ki her şey güllük gülistanlık değil. En fazla rahatsız olduğum şey Dash’in ortağı rolündeki Vega’nın fazla hafif kalması. Yani bize verilmeye çalışılan güçlü, kuvvetli, zeki kadın karakter görüntüsünü maalesef taşıyamıyor. Sadece görsel olarak değil, diyalogları ve hareketleriyle de biraz tutarsız, biraz fazla yapmacık kalıyor. Bir diğer eksi de dizinin o karanlık, bilimkurgu  atmosferi yerine son derece aydınlık bir ortam tercih edilmiş olması. Bu da dizinin daha ciddi bir iş olarak görünmesini engellediği gibi, çok fazla olmasa da gelecek imgesinin zaman zaman kaybolmasına sebep oluyor.

Bunun dışında ilk bölümde çok dikkatimi çekmese de, ikinci bölümde konuyu bağlamak adına bazı mantık ve senaryo hataları da yapmaktalar. Şimdilik çok rahatsız edici olmasa da ilerleyen bölümlerde sorun olabilir. Bir de her büyük karasal yayın yapan kanal dizisinde olduğu gibi konunun zaman zaman çok sulandırılması, her dizide gördüğümüz klişelerin kullanılması da diziyi tam bir şaheser yapmaktan alıkoyan sebeplerden bazıları. Yine de bu hatalar sırf zaman geçirmek ve eğlenmek isteyenleri çok da rahatsız etmeyecektir. Ne de olsa bu hataların kat ve kat fazlasını yapan Castle’ı hala keyifle izliyorum, bu sezon biraz kötü başlamış olsa da.

https://www.youtube.com/watch?v=_fLl-DMzxrk

Sonuca gelirsek, Philip K. Dick’in bir kısa hikayesinden uyarlanan filmden uyarlanan bir diziye göre fena bir iş çıkmamış. “Eski dizilerimden çok sıkıldım, şöyle yeni ve farklı bir şeyler arıyorum ama çok da komplike olmasın, keyifle izlensin” diyenler için ideal dizi Minority Report. Açıkçası hem Limitless hem de MR -belki de ortaya kötü bir şeyler çıkmasını beklediğim için- beni şaşırtan işler oldu. Yine de bu iki olumlu örnek bu yeni trendi desteklememi sağlamayacak onu belirteyim.

İzleyenler nasıl buldu bu yeni diziyi? Yorumlarda paylaşalım, tartışalım. Bir de bu “filmlerden dizi yapalım” trendiyle ilgili görüşlerinizi merak ediyorum. Paylaşırsanız ihya edersiniz beni.

Author

A Man Who Walks Alone... @tutkutuzlu

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.