Aşk, hayatımıza farklı şekillerde girer; bazen dostluktan, bazen düşmanlıktan, bazen minik bir ortak noktadan, bazen ise ortada hiçbir şey yokken doğar. İnsan âşık olacağı insanı seçemez sonuçta. Böylesine klişe bir girişten sonra kabul etmeliyim ki aşk temasının üzerine yüzyıllardır romanlar, şarkılar, oyunlar, makaleler, savunmalar, tezler yazıldı; artık bahsedecek hiçbir noktası kalmadı diye düşünüyor olabilirsiniz. Buna rağmen unutmamak lazım ki bu konunun bahsetmekten bilerek kaçındığımız noktaları da yok değil.
Dedim ya insan âşık olacağı insanı seçemez diye, bunu bilmemize rağmen her zaman her şey istediğimiz gibi gitmiyor. Bazen duygularımızı dizginlemek zorunda kalıyoruz fakat bu bize her şeyden daha zor geliyor. Bu konuda işte şu bize teselli olabilir: Biraz geriye baktığımızda görüyoruz ki kontrolsüzlük sadece insan doğasına özgü bir şey değil.
Takıntı temasını ya da toksik aşkı, çağlar boyunca farklı farklı gördük aslında. Hatta popüler kültürde örneklerini hâlâ görmekteyiz ama çoğunlukla ana çiftin arasındaki ilişkinin toksik olduğunu ya kabullenmek istemiyoruz ya da -bazı durumlarda- gerçekten de fark etmiyoruz. Buna rağmen böyle bir temadan bahsedildiğinde benim aklıma ilk olarak modern eserlerden ziyade Antik Roma trajedileri geliyor. Daha da spesifik olmak gerekirse bir aşk sanatçısı olan Ovidius geliyor.
Her daim yasaklı olanın peşinden koşar, bize verilmeyeni arzu ederiz.
Ovidius
Bu yazıda Ovidius’un ünlü eserlerinden biri olan Aşk Sanatı’ndan bahsetmek isterdim elbette, girişe de çok uygun olabilirdi fakat henüz böylesine bir eseri tanıtacak kadar donanımlı olduğumu düşünmememden mütevellit o konuya hiç girmeyeceğim. Onun yerine, yazarımızın herkesten daha iyi anlattığı başka bir hikâyeye değineceğim. Ovidius, benim üzerinde durmak istediğim toksik çiftten bir diğer ünlü kitabı olan Dönüşümler’de bahsediyor.
Tüm eserin genel hatlarına değinmek gerekirse Dönüşümler’de, isminden de anlayacağınız üzere, bir dönüşüm teması mevcut. Dönüşüm ve değişim dediğimizde aklımızda beliren pozitif çağrışımları bir kenara bırakalım şimdi, sonuçta her madalyonun iki yüzü vardır. Sadece pozitif dönüşümlerden bahsetmemiş Ovidius. Dönüşüm temasının aşk ile buluştuğu, zehirli bir takıntının hikâyesi de bu kitabın içinde yer alıyor. Antik Roma’da böyle sağlıksız ilişkiler görmeye alışık olsak da doğam gereği ben bu hikâyeye tam olarak “aşk hikâyesi” demek istemiyorum; “toksik aşk hikâyesi” diyorum. Ovidius böyle dememizi ister miydi, işte o konuda hiçbir fikrim yok.
Bir yılan ile başlıyor bu hikâye. Antik Roma’ya korku saçan devasa bir yılan var, adı Pythia. Bu yılan Roma’da yaşayan insanların kalplerine korku saçıyor. Okçu tanrımız Apollo ise yine bildiğimiz gibi, şan şöhret peşinde. Gün geliyor, Apollo bu yılanı korkusuzca öldürüyor. Buna çok sevinen Roma halkı o kadar mutlu oluyor ki her sene bu olayın üzerine kutlamalar düzenliyor, ritüeller gerçekleştiriyor. Apollo’nun ünü her gün daha da fazla yayılıyor.
Fakat onun bu şöhretinden rahatsız olan birileri var, Venüs’ün oğlu Cupid! Cupid bakıyor ki bu şöhretin bir sonu yok, canına tek ediyor artık ve “Roma’ya iki okçu fazla” dermişçesine saldırıyor Apollo’ya. Yalnız Aşk’ın oğlu olmasına rağmen zeki birisi Cupid, doğrudan Apollo’ya saldırmıyor. Biliyor ki o bir tanrı ve onu incitmek için çok daha fazlası gerekir. Fiziksel anlamda bir zarar vermek yerine daha da kötüsünü yapıyor: Apollo’ya aşk okunu atıyor ve akabinde Apollo, Peneus’un kızı Daphne’ye ilk görüşte sırılsıklam âşık oluyor.
Cupid’in muziplikleri burada bitmiyor, bir ok da Daphne’ye atıyor, attığı bu ok ile Daphne’yi de aşktan soğutuyor. Öyle ki babası Daphne’den evlenmesini istediğinde Daphne ona karşı çıkıyor, babasını karşısına alıp “sonsuza dek kızlığımın tadını çıkartmak istiyorum,” diyor. Ama Cupid’in oku, iki tarafı da çok güçlü bir şekilde etkiliyor: Apollo öylesine bir aşka düşüyor ki Daphne’de hiçbir kusur görmüyor.
Derken bir kovalamaca başlıyor. Daphne kaçıyor, Apollo kovalıyor. Daphne koşuyor, Apollo da ona yetişiyor. Daphne’nin arkasından koşarken kendini tanıtıyor. “Jupiter’dir benim babam,” diyor. “Bana iyileştiren derler- yalnız hiçbir otla mümkün değildir bu aşkın tedavisi”. Az gidiyorlar, uz gidiyorlar, bu kovalamacanın sonunda Daphne, yorgunlukla dizlerinin üzerine çöküyor ve babasına yalvarmaya başlıyor. “Yok et benim görüntümü!” diye haykırıyor babasına. “Şayet ki gücün varsa bu nehirler üzerinde, yardım et bana!”
Yakarması sona erince bir uyuşma hissediyor vücudunda. Önce kalbi, sonra vücudu ağaç kabuğuyla çevrilmeye başlıyor. Apollo’nun uzun uzun baktığı o güzelim saçları yavaşça yapraklara dönüşüyor, kolları ise ince ağaç dallarına. Bunu gören Apollo’nun ağzı açık kalıyor. Can havliyle, şaşkınlık içinde sarılıyor tehlikeli derecede sevdiği kadına. Fakat artık çok geç, o âşık olduğu kadın yerinde yok artık. Onun yerine narin bir ağaç var.
Apollo, gözyaşları içinde fısıldıyor ağaca. “Senin yaprakların süsleyecek Latin önderlerini, daima yapraklarının ebedi güzelliğini taşıyacaksın!” İşte o günden sonra imparatorların, şairlerin ve önemli tarihçilerin başlarını defne yaprağından bir taç süslemeye başlıyor. Defne yaprağı, yıllar boyunca zaferin simgesi oluyor.
Kıskançlığın, korkunç bir aşk hikâyesinin kurbanı olan Daphne’nin, bu hikâye sonunda zaferin simgesine dönüşmesi ne kadar da manidar değil mi? Üzerine düşününce anlıyorsunuz ki bu hikâyenin bir kazananı yok aslında, iki taraf da kaybediyor. Daphne, onu sevmeyen birisi tarafından kovalanıyor; Apollo ise kendisine asla şans vermeyecek birisi için boş yere nefesini tüketiyor. Aşk’ın oğlu Cupid, Apollo’dan intikamını, ona böylesine büyük bir aşka kavuşma şansına sahip olabileceğini gösterip kartlarını hemen geri çekerek almış oluyor.
Günün sonunda unutmamamız gereken bir şey var: Ovidius’un kitaplarında hayat bulmuş kurgusal bir karakter değilsek şayet, ne kadar zor ve acı verici olsa da duygularımızı kontrol altına almak yararımıza olacaktır. Unutmayalım ki biz bu hikâyedeki Apollo olmak istemiyorsak, Daphne olmayı da aynı şekilde kimse istemez.
Aslında bu hikâyeden çıkartabileceğimiz tek şey bu diyemem arkadaşlar, üzerine düşündükçe farklı yorumlar çıkartabilmek mümkün. Ama ben görevimi yerine getirdiğime göre bir adım geri çekilme vaktim gelmiş demektir. Çok sevin, sevmek bir ihtiyaç ama severken sevilmeyi de unutmayın. Görüşmek üzere!
2 Comments
Güzel yazı elinize sağlık
Ciğerim yandı:/