Müzik otoritesi değilim. Muhtemelen de hiç olmayacağım. Tam da bu yüzden Nina Simone’dan bahsetmek biraz isabetsiz görünebilir. Bir bakımdan da tam aksine diyorum. Nina Simone ile ilgili gırla profesyonel yorum zaten yapılmıştır. Ses rengi tartışılmış, şarkılarındaki teknikler çözümlenmiş, enstrümanlar incelenmiştir. Konuşabilecek çok şey var, ve çoğu çoktan söylendi.

Ama hayranlık duymanın pek anlamadan, işin piri olmadan da yapılabileceği açık. Hatta kimi zaman işi bilmek büyüyü bozuyor. Perde arkasına geçmek biraz hayal kırıklığına bile uğratabiliyor işin açıkçası. O yüzden benim büyülenmem de perde arkasını bilmemekten kaynaklanıyor olabilir. Teknik olarak didik didik edilen eserden de bir haz alınır, evet, ama neredeyse cehalet ile hayran kalmanın da kendine özgü bir çekiciliği var bana sorarsanız. O yüzden ben sadece size birkaç şarkı önerecek, ayak üstü Simone’dan bahsedeceğim sadece.

Feeling Good

Açılışı Feeling Good’la yapmamın sebebi, Nina Simone’u zaten tanıdığınızı göstermek. Ritimle, düzenli olarak artan coşkusuyla, bu şarkıyı da, bu şarkının sizde uyandırdığı garip mutluluğu da zaten biliyorsunuz. Sesi o kadar kuvvetli ki, tam da böyle iyi hissedilir diyorum. İyi hissetmek böyle bir şey. Arkadaki saksafonun notaları yani. Simone’un şarkıyı ciğerinden gelen kuvvetle, var gücüyle bitirmesi.

I Put A Spell On You

Şimdi yine aynı albümden, albüme adını veren şarkıdan gidelim. İlk fark edeceğiniz şey Simone’un deneysel de çalıştığı. Şarkı ilginç, kimi zaman biraz aksak, ürkek gidiyor. Vokalin ürkek ya da aksak olduğu ise kesinlikle yok. Bir noktada sanki plak geri sarıyor, ileri atıyor. Dinlemesi çok hoş bir deneyim.

You’ve Got To Learn

Bu şarkı, sizi bir sonraki şarkıya hazırlamak için. Evet. Ne Me Quitte Pas’da da göreceğiniz üzere daha melankolik bir kısma giriş yapıyoruz. Ama sonraki şarkıya kıyasla You’ve Got To Learn daha sakin bir şarkı. Sakin bir hüznü var. Biraz kabullenişçi. Neredeyse üzgün bir gülümseme gibi. Hatta belki Nina Simone gülümseyerek söylüyordur. Ama işte, bu kadar. Öğrenmek lazım acıyı saklamayı diyelim o zaman? Ta ki… Ta ki Ne Me Quitte Pas çalmaya başlayana dek.

Ne Me Quitte Pas

Bilmediğimiz dillerin müzik konusunda bize daha çok tesir etmesi şaşılacak değil. Zaten sözlü müzik mi, sözsüz müzik mi kavgasını düşününce daha da bir anlam kazanıyor. Çünkü sözler yerine, şarkıda söz olmayan diğer her şeye odaklanmaya başlıyoruz. Melodiye, enstrümanlara, evet. Ama bir de kelimeye değil, kelimenin anlamına değil de kelimenin servis ediliş biçimine. Kodu çözemiyorsanız, kodun söylenişine bakacaksınız. Kelimenin ağızdan nasıl çıktığına. Bu noktada Nina Simone sadece şarkı söylemiyor, sanki rol kesiyor. Masum masum sadece şarkı dinlemek isterken sizi bir dumur ediyor Ne Me Quitte Pas. Ya da spesifik olarak Nina Simone’un Ne Me Quitte Pas deyişi… “Beni bırakma,” demek, ha…

To Be Young, Gifted and Black

Nina Simone ile ilgili bir liste yapıp ırkçılığa karşı sesini nasıl yükselttiğini söylememek olmazdı. Şarkının çok açık bir duruşu var ve elbette çok açık bir şey söylüyor. Genç, yetenekli ve siyah bir sürü çocuk var. Bu bilgilerin hiçbiri birbiriyle çelişmiyor. Dönemin toplumu aksini iddia ettiğinde bile. Çok basit. Çok basit. Sonrasında Missisippi Goddam de daha da bir öfkeleniyor, şu satırlardan anlaşılıyor: Hound dogs on my trail / School children sitting in jail / Just give me my equality / Everybody knows about Mississippi goddam!

Sinnerman

Bu liste, bu şarkı için yazıldı. Ama bu, 10 dakikalık bir şarkı değil. Yani, tabii ki öyle, ama bir yandan da değil. Sadece şarkı değil diyelim. Şarkıdan da öte bir şey. Tek perdelik oyun, belki. Daha önce “Kadın rol kesiyor,” demem de bundan belki biraz da. Ya da çıplak davulun yarattığı, kalp atışına benzer ritimden. Nakaratlar arasındaki boşluktan, tansiyonun gitgide artışından, Simone’un bize verdiği vokalden. Aslında Nina Simone’dan önce de plakta çıkarılmış, zaten daha da öncesinde yıllardır kiliselerde söylene gelen bir şarkı. Zaten bir hikâye anlatıyor. İlahi adaletten kaçan bir günahkâr var ortada. Ama gönüllerde bu versiyona yetişiyorlar mı, tartışılır. İnanılmaz bir on dakika.

Bonus – Nina Cried Power

Listenin adının dosdoğru “Nina Simone’un Şarkıları” olmamasının bir sebebi var. Sinnerman’de duydunuz, “Power,” diye atılan çığlıkları. Bir de Hozier’dan duyun.

Söz sizde. Sizin önereceğiniz şarkı var mıdır?

Author

İstanbul'da yaşıyor, buraya yazacak havalı bir şey de bulamadı. @charles_bourbaki

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.