Dookie ile bizi coşturan, American Idiot ile hem punk dinleyicilerinin hem de Broadway hayranlarının gönlünü fetheden, 21st Century Breakdown ile de hepimizi ağlatan; yani tüm albümleriyle bize değişik hisler veren bir grup Green Day. Father Of All ile de… Ah, kalbim! Father Of All albümüne karşı hissettiğim ve devamlı olarak içime attığım hisleri artık biraz da olsa kalbimden söküp atarak rahatlama vaktimin geldiğini hissediyorum. Zira son zamanlarda yemek yerken bile arkada Green Day açık oluyor ve ister istemez grubun dağıldığı gibi bir hisse kapılıyorum fakat grup dağılmadı dostlar. Sadece küçüklüğümden beri çok sevdiğim bu grubun gidişatı pek hoşuma gitmiyor, son albüm de bu gidişatın bir ürünü olarak önümüze konulunca içimde bir burukluk hissettim. Bu yüzden izin verin de bugün bir Green Day sevdalısı olarak size biraz yakınayım.
O kadar uzun zamandır seviyorum ki bu grubu, yersem de övsem de inanın ki hep sevdiğimden. Sevdiğimde tam sevdiğim, sevmediğimde ise çok üzüldüğüm bir müzik grubu Green Day. Buna rağmen hâlâ bağlıyım onlara. Bunları yazarken St. Jimmy dinliyorum mesela. Bakın daha yazıya girmeden seçtiğim kelimelerden bu albüm hakkında söyleyeceğim şeylerin içeriğini anlayabildiniz, değil mi? Heyecanlı heyecanlı yazdığımda böyle oluyor.
Son yıllarından bahsedelim öncelikle. En başta söylediğim gibi, Green Day uzun yıllardır popüler zaten. American Idiot ve 21st Century Breakdown albümleri ile de kariyerlerinin belki de en iyi noktasına geldiler. Tarzlarının sabit kalmaması onları, diğer punk/rock gruplarından ayırdı. Böylece hem eski hayranlarını yanlarında tutup hem de eskisine nazaran daha deneysel tınıları ile yeni hayranlar elde edebildiler.
Sonra bir albüm üçlemesi çıkartmaya karar verdiler: Uno, Dos, Tré. Bu üçleme sayesinde tarzları eskisinden daha dramatik bir değişim geçirdi. Bu değişimin iki albüm önceden yaşandığını iddia edebilirsiniz, yani ben de özellikle 21st Century Breakdown’ın da önceki albümlere nazaran biraz daha yumuşak olduğunu kabul etmeliyim fakat Uno, Dos ve Tré albümleri göze çarptı; bu albümler, hayranlarının alışkın olmadığı kadar yumuşaktı. Buna rağmen grup kendini dinletmeyi başardı zira şu noktada Green Day’in yeni şeyler denemesine herkes alışkındı. Bu üçlemeye itiraf etmeliyim ki ben de herkes gibi çok bayılmıyorum. Ama özellikle Uno’da çok sevdiğim şarkılar olduğunu da söylemeliyim. Nuclear Family, Stay The Night ve Kill The DJ gibi şarkıları örnek verebilirim.
Üçlemeden iki yıl sonra, Demolicious adında bir demo albümü, ondan iki yıl sonra da Revolution Radio çıktı. Kaos da esasında burada başladı. Green Day, artık eskisi gibi punk rock olarak anılmıyordu, onun yerine pop punk olarak anılmaya başlandı. Revolution Radio’nun da çok seveni olmadı. Berbat bir albüm değildi tabii ki, ortalamanın üzerindeydi. Fakat Green Day dinleyicisi için yeterli değildi. Punk çevresinde gitgide itibarı düştü Green Day’in. Bu defa da pop punk çevresinde daha çok sevilmeye başlandılar. En başta dediğim gibi, tarzları eskisi gibi olmasa da değişmeyen tek şey,en azından punk hayranları arasında her daim kendilerini sevecek bir topluluk bulabilmeleriydi.
Dört yıl boyunca kendilerini özlettiler. Bu süre içinde Billie Joe Armstrong’un rehabilitasyona gitmesi gibi olaylar da yaşandı tabii, bunlar hep işin magazini. Hayranlar sabırsız ve meraklıydı. Sonunda da Father Of All adındaki bu albüm geçti elimize. Revolution Radio ile ben gruptan bir miktar uzaklaşmıştım aslında fakat Father Of All’a, özellikle albüm kapağı nedeniyle bir şans vermem gerektiğini düşünüyordum. Zira dikkatli bakarsanız kapakta American Idiot albümünün kapağından minik bir kısım görebilirsiniz. Eh, bu hareketimle bir gaflete düşmüşüm diyebilirim zira bu albümün American Idiot ile uzaktan yakından alakası yok.
Daha albüm çıkmadan önce bile birçok yanlış hareket yaptılar aslında. Amerika’nın dört bir köşesine yaydıkları laf sokucu reklam afişleri gibi. Görüyorsunuz ya, bizim ülkemiz de dâhil olmak üzere, dünyanın dört bir yanında yakın zamanda popülerleşen bir trap ve rap furyası var. Bunun kötü bir şey olduğunu ne ben düşünüyorum ne de müziğe samimi ilgi duyan herhangi birisi düşünüyordur. Farklı müzik türleri arasındaki çekişmeyi her daim gereksiz ve çocukça bulmuşumdur. Yani isteyen istediğini dinler kardeşim, kime ne? Fakat Green Day, adeta bir hipster edasıyla bu popülerleşmeye laf sokmayı tercih etmiş. Şu yayınladıkları billboard’dan da bir “Zamane gençleri gerçek müziği unutmuş,” havası seziliyor, bu da Green Day gibi bir gruba yakışmıyor cidden.
Albüme gelirsek… Haklarını yiyemem şimdi, şarkıların melodileri cidden fena değil. Bu yeni tarz, en orijinal tabiriyle garajında ucuz mikrofon ile şarkı kaydeden punk grupları ile pop müzik elementlerinin birleştirilmesi gibi geliyor kulağa. Sorun şurada: On şarkı ve yalnızca yirmi altı dakikadan oluşan bir albüm içinde bile bu melodiler bir yolunu bulup kendini tekrarlıyor. Durum böyle olduğunda da biz gruptan çok vokale veya sözlere yaslanmaya çalışırız ki arkadaki enstrümanların durgunluğu öyle ya da böyle dengelensin. Billie Joe’nun vokalleri yine bildiğimiz gibi. Sadece bu albüme özel olarak arada adeta bir Justin Timberlake edası ile falsetto yapmış, dengem şaşmadı değil.
Sözlerden bahsedecek olursam da gördüğüm kadarıyla albümün bu konuda aldığı genel eleştiri, artık yaşını başını almış grup üyelerinin hâlâ aynı “gençlik, partiler, uyuşturucu” temalarını işliyor olması. Ben bunu şahsen çok dert etmiyorum, bir genç olarak eğer benim ilgilendiğim konular ikna edici şekilde işleniyorsa ben o albümü utanmadan dinlerim. Birçok kişi için de durumun böyle olduğunu düşünüyorum. Buna rağmen bu albümün sözlerine on yedi yaşındaki insan da kanmaz, elli yaşındaki insan da. Ne dediğimi anlamıyorsanız lütfen I Was a Teenage Teenager şarkısının sözlerine bir göz atın. “Zamane gençlerine” ayak uydurmaya çalışıyor gibiler, elbette bu da maalesef ki grupla artık aramıza bir mesafe girdiğini hissettiriyor.
Tüm bunlar arasında benim en üzüldüğüm nokta şu: Bu grubun çıkarttığı eski albümlere bakarsanız, sözlerinden grubun, albümün denk geldiği döneme ne denli eleştirel ve politik yaklaştığını görebilirsiniz. Tabii ki hiçbir grup politik bir duruş sergilemek zorunda değil zira bu sanatçının yapacağı türden bir tercihtir ve biz buna saygı duymak zorundayız. Yalnız Green Day tüm o gitar, bateri ve çığlıkların arkasında aslında konserlerde hayranlarına “No Trump, no KKK, no fascist USA” gibi nidalar attırmış bir grup, “Don’t wanna be an American idiot” gibi sözleri olan bir şarkı çıkartmış, hatta Revolution Radio’da bile suya sabuna dokunmaktan geri durmamış bir grup. Father Of All’da ise daha umursamaz bir tavır var. Umursamaz derken kastettiğim şey şu: Politik olmaya çalışmış ama artık bıkmış, daha küçük yaşa hitap eden, basitleştirilmiş, genelleştirilmiş bir duruş görüyorum ben. Graffitia, örneğin, çok güzel bir şarkı olma potansiyeli varken değinmek istediği noktalara sanki ortaokul kompozisyonu yazıyormuş gibi dokunan bir şarkı olmuş. Bu albümün hedef kitlesi kim, belirsiz. Green Day kaybolmuş gibi.
Merak eden varsa bu albümde benim en sevdiğim şarkı Sugar Youth oldu. O da iki dakika bile olmayan kısacık bir şarkı zaten. Neyse, grubun gidişatı ve son albümleri hakkında benim söylemek istediklerim işte bunlardı. Aslında tüm bunlara rağmen Father Of All albümünün Green Day’e gönül vermemiş bir dinleyici için hiç de kötü olmadığını düşünüyorum. Esasında kimsenin dinlerken bu albümü Dookie ile kıyaslamasına gerek yok. Father Of All’daki şarkıların hepsi ince ince düşünmediğiniz sürece keyif alabileceğiniz, neşeli ve pozitif, çerezlik şarkılar. İlk dinlemede kulağa kötü gelse de ikinci veya üçüncü dinlemede artık beynin eleştirel kısmını kapatıp zevk alabileceğiniz türden şarkılar yani. Benim yakındığım konu, koyu Green Day hayranları için grubun geldiği noktanın hiç de tatmin edici olmaması. Çok üzülüyorum, anlasanıza.