Her sene, yılın sonu yaklaşıp sinema dünyasının en büyük ödül töreni olan Oscarlar kapıda gözüktüğünde; benzer bir tartışma başlar: Kitlelerin sevdiği filmler, çok niş bir kesimin takdir ettiği “ödül filmleri” arasında kendine yer bulabilecek mi? Bu tartışma, kağıt üzerinde gözüktüğünden daha derindir aslında. Kimse tutup da “Transformers neden ödül yarışında değil?” diye sormuyordur. Burada merak edilen; hem üst seviye eleştirmenlerden, hem de diğer sinemacılardan takdir alan filmlerin, sadece geniş kitlelere de hitap edebiliyor olmak gibi bir günah yüzünden bu yarıştan elenip elenmediğidir.
Bütün bunların fitili, 2008 senesinde The Dark Knight ile yanmıştı aslında. Christopher Nolan’ın filmi gişede 1 milyar dolar barajını geçmiş, IMDb ve Rotten Tomatoes gibi kullanıcı puanlarını hesaplayan yerlerde çok yüksek notlar almış; birçok eleştirmenin sene sonu listesinde ilk ona girmiş ve Metacritic’te çıkan ortalamaya göre inceleme yapan herkesi de büyülemişti. Fakat sene sonuna gelindiğinde, 81. Oscar Ödülleri’nde En İyi Film dalında adaylar Slumdog Millionaire, The Curious Case of Benjamin Button, Frost/Nixon, Milk ve The Reader’dan oluşmaktaydı.
Bu o dönemde baya infial yaratmıştı; hatta –bizce gelmiş geçmiş en iyi Oscar sunumunu da yapan- Hugh Jackman, başlangıç şovunda bununla dalga geçmişti. Dürüst olmak gerekirse, zaman da biraz bu infiali haklı çıkardı. Slumdog, Benjamin Button ve Milk neyse ama; Frost/Nixon ile The Reader şu an günümüzde etkileri hissedilen filmler değiller. Hatırlanmaları dahi biraz hafıza zorlanmasını gerektiriyor. The Dark Knight ise bir kilometre taşı ve daha da ötesinde, yıllar geçtikçe altındaki anlamlar deşiliyor, yeni okumalar yapılıyor, farklı yönleri ele alınıyor. Biz de zamanında alt metinlerini farklı bir okumayla sunmuştuk mesela.
Akademi, bu eleştirileri ciddiye aldı aslında bir bakıma. 82. Oscar Ödülleri’nde En İyi Film kategorisinin aday sayısı beşten ona çıkartıldı ve Up, District 9 ile Avatar gibi gişede de başarılı olmuş, tipik olarak Oscar’ın sevdiği janrların dışında kabul edilen işler listeye girdi. Hatta Akademi, standart “vicdan kuralı” prosedürünü bizzat Chris Nolan üzerinde de işletti ve bir sonraki sene hem Nolan’ı, hem de filmi Inception’ı adaylıklarla onurlandırdı. Ama yine de, Oscar’lardaki gişe önyargısı son bulmadı. The Dark Knight haricinde Skyfall ve Interstellar gibi hem kitlelere, hem de eleştirmenlere hitap eden filmler adaylık alamadılar; alanlardan da Toy Story 3, Gravity, Hugo gibi örnekler ödüle kavuşamadı.
Baktığımız zaman çok vahim bir istatistik var aslında. Akademi’nin son 10 yılda ödül verdiği filmlerin gişe ortalaması 206.2 milyon dolar. Bu bir Sundance kazanan filmlerin ortalamasına bakacağınız vakit göreceğiniz rakam kadar düşük değil elbette. Ama Akademi üyelerinin ısrarla gişe yapan filmlerden kaçındığını da gösteriyor. 2005’ten bu yana En İyi Film ödülünü alan filmler arasında en yüksek gelir elde eden iş 414 milyon dolar gişe yapan The King’s Speech. En düşük gişe yapan ise 49 milyon dolar gişe elde eden The Hurt Locker. Daha da önemlisi, son yıllarda yüksek gişeyle bağdaştırılan bilim kurgu ve fantastik eserlerden bir tane bile örnek yok. Son on yıldır ödül alan filmlerin büyük çoğunluğunu biyografik filmler ve dramalar oluşturuyor. Yani bir film bilim kurguysa, fantastikse, gişede iyi de iş yapmışsa, kitlelere ulaşmaya müsaitse, Oscar şansı az diye bir kaide var. Ama bizce bu sene, bu kaideyi en sonunda kırabilecek bir film de var ortada. Mad Max: Fury Road.
Bu lafı boşuna sarf etmiyoruz. Bazı sebeplerimiz var. Öncelikli olarak, Warner Bros stüdyo olarak Mad Max: Fury Road için Oscar lobisi yapmaya başladı. Los Angeles’da oy verecek kişiler için özel gösterimler açtılar, dergilere reklam veriyorlar, Akademi üyelerine ulaşıyorlar. Beş dalda adaylık kovalıyorlar, En İyi Film, George Miller için En İyi Yönetmen, Tom Hardy için En İyi Erkek Oyuncu, Charlize Theron için En İyi Kadın Oyuncu ve Nicholas Hoult için En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu. Bunun da ötesinde, filmn zaten daha önce Oscar’ın onore ettiği bir yapım kadrosu var. George Miller’ın iki adaylığı, bir de heykelciği var. Charlize Theron Monster ile ödüle uzanmış bir oyuncu. Görüntü yönetmeni John Seale İngiliz Hasta ile Oscar almış, şeceresi boyumuzdan uzun bir efsane zaten. Kadro da konsepte uzak değil yani anlayacağınız.
Ama en büyük, en önemli kanıt, geçtiğimiz günlerde geldi. 1932 yılından beri verilen National Board of Review ödülleri dağıtıldı. Amerika’nın ileri gelen eleştirmenlerinin düzenlediği bu törende, The Martian pek çok ödülle döndü eve; ama en büyük onuru Mad Max götürdü: En İyi Film. Bunun şöyle bir önemi var: Son otuz beş yıldır NRB’nin En İyi Film dalında onore ettiği isimlerden sadece beşi En İyi Film dalında Oscar’a aday gösterilmedi. Bunlar da kronolojik sırayla Betrayal, Empire of the Sun, Gods and Monsters, Quills ve A Most Violent Year. İnanılmaz bir gösterge yani anlayacağınız.
Normalde yaz sezonunda çıkmış olan filmler, gişeye ulaşırlar; ama sene sonunda Akademi üyelerinin oy verme mevsimi gelip çattığında çok da akılda kalmazlar; o yüzden de onlara oy çıkmaz. Stüdyolar da filmlerine daha taze gazla oy verilmesini ister. Ama Mad Max: Fury Road, bunu kırmışa benziyor. NRB ödülü, bunun ispatı. Warner Bros da, bu ödülün gazıyla Fury Road’u iyice destekleyecek, lobileri sıklaştıracak. O yüzdendir ki, şunu diyorum: Sene sonunda Mad Max: Fury Road’ın, Oscar kısa listesinde gözükme ihtimali çok yüksek. O ödülü alma ihtimali ise başka bir tartışma konusu, ama bu yapılabilir bir şeyse, bunu da ancak Fury Road gerçekleştirebilir; o kesin…