Bioshock oyununu eline alan herkes gibi ben de başlarda “first person shooter” tarzının güzel bir örneği olduğunu düşünüp çok sevdim. Yıllar içerisinde oyunu tekrar tekrar oynadım. Öyle ki artık hangi köşeden hangi düşmanın çıkacağını ezberler hale geldim. Ama oyunu her oynayışımda farklı bir replik, farklı bir düşünce ve farklı bir felsefenin olduğunu fark ettim. Her yıl yaşım biraz daha büyüdüğünde Bioshock’u düşünürken bambaşka detayların beni etkilediğini hissettim. Bu yüzden beni farkında olmadan yazar yapan Bioshock yazımın üstünden bir yıl geçtikten sonra tekrar Rapture’a döndüm ve sizler için Bioshock, Objektivizm, Altruizm ve Ayn Rand konuşmaya karar verdim.

“Dünya üzerinde yaratılan en büyük yalan nedir? İnsan ırkının üzerinde işlenen en iğrenç şey nedir? Kölelik mi? Soykırım mı? Diktatörlük mü? Hayır. Bütün bu kötülüklerin inşa edilmesine sebep olan araç: Altruizm. Ne zaman birisi başkalarının kendi işini yapmayı önerse bunu özgecilik üzerinden yapıyor. “Kendi gereksinimlerini düşünme” diyorlar “başkalarının gereksinimlerini düşün.” Ülkeyi düşün, fakiri düşün, orduyu düşün, kralı düşün hatta Tanrı’yı düşün… Liste böyle uzadıkça uzuyor. Sorarım size dünya üzerinde kaç tane felaket “kendini düşün” kelimesiyle başlatıldı. Yıkım meşaleleri her zaman “Kral ve Ülke için” kelimeleri yakmıştır. İşte bu büyük, kadim yalan sayesinde insanoğlu sonsuz bir başarısızlık ve suç döngüsüne zincirlenmiştir.

İlk bakışta bu terimlerin, bir elimizde silah bir elimizde bize olağanüstü güçler veren plazmidlerin olduğu ve karşımıza çıkan düşmanları öldüre öldüre ilerlediğimiz bir oyun ile ne alakası olduğunu anlamayabilirsiniz. Bunun için size kızamam. Ama sizi temin ederim ki Bioshock bundan çok daha fazlası.

il_570xN.1698586578_7hgj

Yazımıza başlarken sizlere her şeyi başlatan kadın Ayn Rand’den bahsetmem gerekiyor. Ayn Rand yirminci yüzyılın başlarında Rusya’da doğmuş, Bolşevik İsyanı’ndan sonra Amerika’ya sığınan mültecilerden birisi olmuştur. Hem Çarlık Rusya’sının hem de Bolşeviklerin Rusya’sının altında bir çocukluk yaşayan Ayn Rand, Amerika’ya akrabalarını ziyaret etmek için 21 yaşında geldiğinde bir daha Rusya’ya dönmemeye karar vermiştir. Amerikan Rüyası ve Hollywood’a adeta aşık olan Ayn Rand buradayken en önemli eserleri olan We the Living, Fountainhead, Atlas Shrugged gibi kitapları ve kendi felsefesini insanlara tanıtır.

Ayn Rand, Fountainhead romanında felsefesinin temel taşlarından olan “insan ruhundaki bireycilik” ve kolektivizmi işlemiş ama bu roman film yapımcıları tarafından “fazla entelektüel ve Amerikan düşünce tarzına karşı” olduğu bahane edilerek kabul edilmedi. Yine de Ayn Rand bu eleştirileri kafasına takmadan denemeye devam etti ve kitabı sonunda basıldığında Ayn Rand hem ün hem de küçük bir servet kazandı.

“Biz” kelimesi, insanın her bir yanının alçı ile kaplanması gibidir. Onu önce bir taş gibi sertleştirir ve altındaki her şeyi kısa zamanda tahrip eder.

Fountainhead’in başarısının üzerine Rand, Atlas Shrugged isimli kitabını kaleme aldı. Tam olarak Türkçesi Atlas Silkindi olan bu kitap Türkçeye Atlas Vazgeçti olarak çevrildi. Kitap Ayn Rand’in objektivist felsefesinin zirve noktası olmuş ve onun düşüncelerini tam anlamıyla yansıtmıştır. Rand, dünyayı döndüren çarkın insan aklı olduğunu, ama söz konusu bu insan aklının kayda değer insanlarda olduğunu savunur. Bu yüzden bir gün bütün mühendis, mimar ve girişimci insanların grev yaparak dağlık bir alanda saklandığı, dünyanın ise bu beyinler olmadan nasıl bir hal alacağını yazar. Bu da aslında Rapture’ın en büyük esin kaynağı olur.

498112

Ayn Rand, Bolşeviklerin isyanından sonra başlayan komünist Rusya’nın en yoğun dönemlerinde Altruizmin –yani özgecilik ya da başka bir deyişle diğerkâmlık- en büyük örneklerine şahit oldu ve ondan nefret etti. Kişinin karşılık beklemeden başka insanlara yaptığı yardım olarak nitelendirilen özgecilik Ayn Rand’a göre insanoğlunun gelişmesinin önüne konulan en büyük engellerden biriydi. “Benim felsefem, özünde, hayattaki ahlaki amacı kendi mutluluğu olan, varlığının yegâne amacı ve en yüce eseri olarak yaratıcı üretkenliğini gören kahramansı bir varlık, bir insan konseptidir” diyerek altruizme karşı olduğunu her defasında vurguluyordu.

Parazitler üç şeyden tiksinirler: özgür irade, özgür ticaret ve özgür insanlar.

Tıpkı Ayn Rand gibi Rusya’da doğan ve Amerika’ya sığınan Bioshock oyununun ana karakteri Andrew Ryan da bu fikirlerin eseri olarak doğdu. Andrew Ryan, gerçek dünyada yaşamış Ayn Rand’in kendisinin ve bütün çalışmalarının birleşiminden esinlenilerek 2007 yılında ilk Bioshock oyunu ile birlikte karşımıza çıktı. Ryan, dünyadaki en önemli insanların üreten insanlar olduğunu ve üreten insanlardan kendilerine pay veren vermelerini isteyenlerin birer parazitten farksız olduğunu düşünüyordu. Dünyanın nükleer bir felaketin eşiğinde olduğunu düşündüğü anda, kurtarılması gerektiğini düşündüğü insanları kurtarmak için Rapture’u inşa etti ve dünyanın her yerinden insanları davet etti.

maxresdefault

Andrew Ryan bir objektivistti, yani mistik varlıklara dolayısıyla herhangi türden bir Tanrı’ya inanmıyordu. Onun fikirlerine göre bir insanın terinin yalnız ve yalnızca kendisine ait olduğunu ve başka insanlara yardım etmek zorunda olmadığını savunuyordu. Ryan’a göre eğer bütün insanlar kendi emekleri doğrultusunda çalışıp üretirse, emekleri onları büyük bir zincir gibi birbirine bağlayıp yükseltecekti. Bir insan asla başkalarına yardım etmek zorunda değildi. Onun için fakirler için yardım etmek zorunda olduğu Rusya da kazandığı para için ülkesine komisyon vermek zorunda olduğu Amerika da birbirinden farklı değildi. Bu yüzden Andrew Ryan da tıpkı Ayn Rand gibi özgecilik ve kolektivizmi reddediyor, bütün getirilerini yok sayıyordu.

Andrew Ryan ve Ayn Rand, Bolşeviklerin sosyalizminden kaçan iki mülteci olarak sığındıkları Amerika’da bir rüya görmüşlerdi. Henry Ford’un sayesinde büyük bir rüyaya kavuşan Amerika’da ikisi de hayallerini gerçekleştirmeye çalışmış ve bunda başarılı olmuşlardı. Andrew Ryan başarılı bir fabrikatör olurken Ayn Rand sonunda istediği kitapları yazmış ve film şirketlerine senaryolar satmıştı. Ama Büyük Buhran’ın gelmesi ile birlikte yeniden özgecilik tanımı devreye girmiş ve tarih sahnesine ünlü New Deal’ı ile birlikte Franklin D. Roosevelt çıkmıştı. Roosevelt’in Büyük Buhran’ı bitirmek için uyguladığı politikalar bütün dünya tarafından haklı görünse de bu sosyalizm ve onun etkilerini en yakından tanıyan iki insanı, Andrew Ryan ve Ayn Rand’i endişelendiriyordu. Rusya’dan kaçmalarına sebep olan özgecilik bir kez daha onları takip etmiş ve Amerikan Rüyaları’nı sona erdirmişti.

“Ben Andrew Ryan ve size bir soru sormak için buradayım:
Bir insan kendi alınterinde hak sahibi olamaz mı?
Hayır, der Washington’daki adam. O ter, fakirlere aittir.
Hayır, der Vatikan’daki adam. O ter, Tanrı’ya aittir.
Hayır, der Moskova’daki adam. O ter, herkese aittir.

Bu cevapları reddettim. Bunlar yerine, başka bir şeyi seçtim.
Ben imkânsızı seçtim. Ben… Rapture’ı seçtim.

Bioshock_2009-01-09_04-43-59-78

Rapture işte bu temel düşüncelerle yaratıldı. Fikrin asıl temeli Atlas Shrugged olsa da Rapture’un kuruluşu Ayn Rand’in önerdiğinden farklı bir yol izliyordu. Ayn Rand, Atlas’ta eğer sistemi döndüren çarkın sistemden çıkarılırsa ne hale gelebileceğini bütün dünyanın gözü önüne sermek, düşünen ve üreten insanların önemine dikkat çekmek istiyordu. Andrew Ryan ise içinde yaşadığı dünyanın sonunun geleceği tahmininde bulunmuş bu yüzden kurtarılmaya değer insanları alıp Rapture’a kaçmıştı. Böylece yukarıdaki dünya sonunda kendini yok ettiğinde Rapture’a davet ettiği insanlar küllerinden yeni bir dünya kurabilecekti. Nitekim hiçte öyle olmadı.

Andrew Ryan’ın en büyük hatası insanoğlunun amacına ulaşırken neleri feda edebileceğini kestirememesiydi. Bir balıkçıyı öldürerek Frank Fontaine ismini çalan bir adam, Rapture’un kendisi gibi kuralları olmayan biri için bulunmaz bir fırsat olduğunu fark etti ve Andrew Ryan’ın şirketlerine bakarak “onun olan her şeyin benim olmasını istiyorum” dedi. Önce Andrew Ryan’ı kendi prensiplerini yıkması için zorladı ve bunda başarılı olduğunda ise bir estetik ameliyatı geçirerek kendine yeni bir isim ve yeni bir kimlik yarattı; Atlas.

Atlas, yani Frank Fontaine, Andrew Ryan’ın serbest market özgürlüğüne olan güvenini sonuna kadar istismar ederek birçok işletmeyi ele geçirmişti. Her ne kadar Ryan onun bu gücünün tamamen yasal olduğunu düşünse de Fontaine, Ryan’ın koyduğu en büyük kuralı yani “dışarıyla kesinlikle bağlantı kurulmayacak” kuralını çiğneyerek kaçakçılık yapıyor böylece kendine haksız bir servet sağlıyordu. Ryan, bunu fark ettiği anda kendi sözlerini çiğnememek için sonuna kadar dayandı ama yine de sonunda Fontaine’in bütün mal varlığına el koydu. Böylece Ryan kaçtığı ve küfrettiği her şeyin ta kendisine dönüşmüş oldu.

Başlangıçta Ryan, Fontaine’in balıkçılık ile başlayarak yükselmesini ve kendisi gibi bir girişimci olmasını taktir ediyordu. Ama Fontaine balıkçılığın kendisine getirdiği en büyük avantaj, yani dışarı ile bağlantı kurabilme fırsatını kötüye kullanmış ve Rapture’daki insanlar için kaçak sigara, kaçak içki ve hatta İncil ile birlikte kaçak din getirmeye başlamıştı. Andrew Ryan’ın en büyük korkusu, bütün fikirlerini reddederek kaçtığı devletlerin Rapture’u keşfedip, en büyük eserinin sonunun diğer devletler gibi olma olasılığıydı. Bu yüzden Fontaine ve bütün oluşumları durdurulmalıydı. Bunu yaparken de yukarıdaki dünyadan kaçmasına neden olan serbest piyasaya müdahale eden yöneticilerden biri oldu ve Fontaine’nin bütün mal varlığına zoraki olarak el koydu.

719772

Andrew Ryan ne kadar Ayn Rand felsefine göre hareket ederse etsin Frank Fontaine onun tam zıttı olarak beliriyordu. Ryan fakirlerin kendi başlarının çarelerine bakarak kendi ayakları üstünde durmalarını istedikçe Fontaine bağışlar yapıyor, yetim yuvaları kuruyor, işsizleri kendine muhtaç bir hale getirerek güç kazanıyordu. Frank Fontaine, Ayn Rand’in korktuğu ve nefret ettiği bütün yönetim sistemlerinin bir tezahürü olarak karşımıza çıkıyordu.

“Özgür bir insanı bir köleden ne ayırır? Para? Güç? Hayır, özgür insan seçer… Köle itaat eder.”

Ayn Rand’in felsefesi birçok açıdan bencillik ile karıştırılmış ve bununla suçlanmıştı. İnsanlar Ayn Rand’in düşüncelerini, bana göre yanlış anlamış ve her insanın içinde yaşadığı ülkenin vatandaşlarına, ülkesine karşı bir sorumluluğunun olduğunu savunmuşlardı. Ne yazık ki bu düşünce bir birey olarak insan mutluluğunu yok sayıyor bunun yerine neredeyse imkansız olan toplumun mutluluğunu savunuyordu. Oysa bireyleri mutsuz olan bir toplumun mutlu olmasını beklemek deliliğin ta kendisiydi.

Toplum, o kadar kesin hatlarla bir yaşam planı sunuyor ki önünüze, bunu reddeden herkes otomatik mutsuz olarak tanımlanıyor. Sırayla iyi okullarda oku, sabah sekiz akşam beş bir işte çalış, ülken için askere git, ülken için vergi ver, bir aile kur, senin yaptığın şeylerin aynısını yapması için bir çocuk yap ve eğer mümkünse emekli olmadan öl. Bu basit formülün hiçbir yerinde ne bireyin mutluluğu ne de üretkenliği yer almıyor bu yüzden birbirine bağlı olarak toplum sürekli kendini mutsuz ediyor. Peki gerçekten Ayn Rand’in de dediği gibi bunun sebebi kolektivizm ve özgecilik mi? İnsanlar non-alturist bir yaşam sürseler daha mutlu olabilir hatta toplumu da kendileri ile beraber yükseltebilirler mi?

The_Great_Chain

Artık, insanlar arasından arkadaşlar seçeceğim. Ama arkadaşlar, köleler veya efendiler değil. Sevgimin temeli olan hürmetle bağlanacağız birbirimize, mecburiyetle değil. Gönlümün istemediğini yapmayacağım. Gönlümün istediğini seçeceğim ve seçtiklerimi sevip onlara hürmet etmesini bileceğim. Onların ne esiri ne de hakimi olacağım. Onlara ne emredeceğim ne de itaat…

Büyük ölçüde dinlerin ve törelerin etkisinde kalmış bir kültürün içinde büyüyen biri olarak hiçbir zaman kendimi tam anlamıyla non-alturist biri olarak göremesem de sanırım zamanla Ayn Rand’in düşüncelerini anlamaya ve benimsemeye başlıyorum. Zamanla devletimin, ailemin, toplumun benden ne gibi beklentileri olduğunu fark ediyor ve bu beklentilerin arasında benim mutlu olmamın yer almadığını anlıyorum. Bu da ister istemez beni bir noktada non-altruizmin şefkatli kollarında bulmama neden oluyor. Kendimi, başkalarına zarar vermeden geliştirmeye adarsam eninde sonunda topluma yarar sağlayacak işler başaracağımı ve bu kendimle birlikte toplumu da yükselteceğimi düşünmek büyük bir huzur veriyor bana. Yine de bunun ne kadarını yapabilirim, sonunda kendimi sistemi istismar eden Frank Fontaine ya da nefret ettiği şeylerin ta kendisine dönüşen Andrew Ryan olarak bulabilir miyim diye de düşünmeden edemiyorum.

Bu yazıya başlarken aklımdaki şeylerin birçoğu cümleler arasında kaybolup gitti. Size Bioshock oyununda geçen “Who is Atlas” repliğinin Atlas Shrugged eserindeki “Who is John Galt?” sözüne bir gönderme olduğunu söyleyemedim mesela. Ya da Ayn Rand eserlerindeki karakterlerin birleşiminden doğan Andrew Ryan’ın isminin “We R Ayn Rand” cümlesinin anagramı olduğundan söz etme fırsatı bulamadım. Yine de bunlar sizin için Bioshock içerisindeki küçük birer göndermeden öteye gidemezdi sanırım. Benim istediğim bir oyunun ne kadar büyük bir felsefeye sahip olabileceğini göstermek ve bu felsefe hakkındaki sizin görüşlerinizi almaktı.

Bu yüzden soruyorum, sizce bireyin başkalarına zarar vermediği müddetçe yalnızca kendi mutluluğunu düşünmesi bencillik midir? Ya da birey gerçekten varlığı için başkalarına borcu var mıdır? Toplum, bireyin mutluluğundan büyüyüp gelişemez mi? Bir de Bioshock sizce de mükemmel bir oyun değil mi?

Author

Kalabalıkta sesini kaybetmemek için içerik üreten biri. Her ateşin iyi bir hikâyeye ihtiyacı olduğunu düşünür. Film, kitap, dizi, karikatür oyun ve müziğin her türlüsüne ilgisi vardır ama parası yoktur. Onu her yerde "Tavşan" diye çağırabilirsiniz.

3 Comments

  1. Çok iyi bir yazı olmuş, eline diline sağlık. Yeniden açıp oynayasım ve lore’u didik didik edesim geldi.

    • Meltem Deniz Doğan Reply

      Benim hiç alakam yoktu, ben bile oynamak istiyorum şu an 🙂

  2. Müthiş bir yazı olmuş , okurken çok etkilendim cidden.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.