Oyun dünyasının artık devasa bir endüstri hâline geldiği şu son zamanlarda, oyuncular için oyun seçimi yapmak da gitgide zorlaşıyor. Çünkü artık oyunlar bir oyuncudan hem çok para istiyor -özellikle ülkemizdeki durumu düşünürsek- hem de çok zaman istiyor. Ancak insanların değişen dünya ile birlikte para ve zaman yönetimi kavramı da gitgide zor hâle geldiği için, oyun seçimi de zorlaşıyor. Günümüzde yayıncılar da oyunları biraz bu sebepten oynuyor ve oyuncuya nasıl bir deneyim sunduğunu aktarıyor diyebiliriz.
Biz de bu yazıda biraz oyun seçimi yapmak üzerine konuşacağız. Bu gerçekten önemli bir konu çünkü günümüzde oyunlar -özellikle Triple-A yani yüksek bütçeli oyunlar- oyuncudan en az 15-20 saat, kimi oyunda ise 30-40 saat isteyebiliyor. Bir yıl içinde en az 10-15 tane Triple-A oyun çıktığını düşünürsek, her birini oynamak hem maddi anlamda hem de zaman kullanımı anlamında oyuncuya ağır bir yük bindiriyor. İşte bu durumda oyun tarzınıza göre seçim yapmak, belki bir yayıncıdan o oyunu izlemek ve nasıl bir deneyim sunduğu hakkında bilgi sahibi olmak gerekiyor. Oyun seçimi yapmakta zorlandığınız zamanlarda ise karşınıza bir alternatif çıkıyor: Indie oyunlar.
Indie oyunlar, yüksek bütçeli oyunlara göre daha ucuz olan ve daha az zaman isteyen oyunlar oluyor. Ayrıca Triple-A oyunlara kıyasla daha fazla seçeneğiniz oluyor çünkü 2019 yılı itibariyle Steam üzerinde yaklaşık 20.000 indie oyun mevcut. Tabii ki bunların hepsi aynı kalitede değil ancak seçmek sizin elinizde. Kalite anlamında kabaca bir filtreden geçirirsek, bu yıl özelinde Triple-A kalitesinde yaklaşık 20-25 indie oyun çıktığını söylemek mümkün.
Indie oyunların yüksek bütçeli oyunlara kıyasla daha küçük ekipler tarafından ortaya çıktığını düşünürsek, bu bazen bir avantaj bazen de bir dezavantaj olabiliyor. Çünkü Triple-A oyunlar oldukça yüksek bütçeli yapımlar olduğundan ve büyük bir firma tarafından ortaya çıkarıldığından, zaman zaman kaliteden ödün verilen ve sadece ekonomik getirisi düşünülerek yapılan oyunlar karşımıza çıkabiliyor.
Bu konu üzerine en güzel örnek oyun dünyasının en büyük markalarından biri olan Call of Duty üzerinden verilebilir. Oyunun yapımcı firması olan Acivision’ın şimdiye kadar neredeyse sadece Call of Duty oyunu yapmış olması, büyük bir firma olduğu için sadece ekonomik getirisini düşünerek oyunun özgünlüğünü yok etmesi ve her oyunun birbirinin aynısı olması durumu, Call of Duty markasını oyuncuların gözünde güçlü bir Triple-A oyun olmaktan ziyade, artık her yıl çıkan ve sadece biraz daha iyi grafiklere sahip bir oyun serisi hâline getiriyor. Özellikle ilk Call of Duty Modern Warfare serisinin bitmesinden sonra sadece multiplayer odaklı bir oyuna dönüşmesi, oyuncuların Call of Duty serisinden soğumasına ve yeni oyunlarına karşı heyecan duymamasına sebep oluyor.
Bir de indie oyun cephesini inceleyelim. Nasıl bu kadar küçük ekipler tarafından ortaya hem fikir ve konsept olarak yaratıcı olan oyunlar hem de teknik oyun yapısı anlamında başarılı oyunlar ortaya çıkıyor? Nasıl oluyor da yüzlerce kişilik ekiplerden oluşan dev oyun stüdyolarının bazen oyuncuya veremediği tadı, birkaç kişinin birleşiminden oluşan küçücük ekipler ortaya çıkarabiliyor?
Bunun sırrı temelde iki önemli kelimede gizli: “inanç” ve “tutku”. İnanç, çünkü indie oyun geliştiriciler yaratıcı fikirlerinin ortaya güzel bir ürün çıkarabileceğine inanıyor ve bu uğurda hiçbir şekilde popüler oyun formüllerinin, oyuncuların alışkanlıklarının peşinden gitmeyip yepyeni bir yapıt meydana getiriyorlar. Tutku, çünkü bu kadar güzel oyunlar, bu kadar küçük ekipler tarafından yalnızca tutku sayesinde tamamlanabilir. Yoksa üç beş insanın sadece para kazanmak amacıyla bir araya gelerek “Haydi hayatımızın bir bölümünü bu oyunu yapmaya adayalım!” demeleri, pek akıl alır bir durum olmazdı doğrusu. İçlerinde derin bir tutku olmalı ki o oyuna yalnızca bir para kaynağı olarak değil, bir yazarın veya bir ressamın ortaya çıkardığı eser gözüyle bakarak akıllarındakileri insanlara aktarabilsinler.
Bu şekilde inanç ve tutkuyla geliştirilmiş bir sürü indie oyun örneği verilebilir. Limbo, Hollow Knight, Ori and the Blind Forest, The Stanley Parable, Undertale, What Remains of Edith Finch, Dead Cells, Stardew Valley, Celeste, Cuphead ve daha birçokları. Özellikle sanat tasarımı konusunda indie oyunlarda daha parlak cevherlere rastlamak mümkün. Bu saymış olduğum oyunların hepsi de küçük ekipler tarafından ortaya çıkmış ve oyun dünyasında ses getirmiş, sanat tasarımıyla insanları büyülemiş olan yapımlar. Üstelik son zamanlarda oyun dünyasında fark edilmenin gittikçe zorlaştığı, Triple-A oyunların sinema salonlarını kapatır gibi bütün reklam mecralarında var olduğu şu dönemlerde, birden bire çok özel indie yapımlar bütün dünya tarafından fark edilebiliyor.
Bunun tek bir açıklaması olabilir; bir işi yaparken ne kadar kalabalık olduğunuzun veya cebinizde ne kadar çok para olduğunun aslında çok bir önemi yoktur. Önemli olan onu yapmayı gerçekten istemeniz ve yapmak istediğiniz şeye tüm kalbinizle inanmanızla alakalıdır. Gündelik hayattan basit bir örnek vermek gerekirse, büyük bir halı markasından çok paralar vererek aldığınız bir halı düşünün. Fabrikasında kim bilir kaç kişi çalışıyor ve bir halının üretimi belki de sadece birkaç dakika sürüyor. Ancak küçük bir kasabada, ellerindeki hayvanların yünlerinden toplanıp özenle yapılmış ve tamamlanması belki de günler, haftalar süren bir halının ya da kilimin sahibi olduğunuzu düşünün. Fabrikada üretilen halı ile aynı kalitede olabilir mi? Aynı özen ve tutkuyla yapılmış olabilir mi? İşte indie oyunlar en iyi bu şekilde özetlenebilir.
Tabii bu demek değildir ki bütün Triple-A oyunlar kötüdür veya indie oyunların hepsi harikadır. Ağzımızı açık bırakan ve bütün dünyanın hayretle baktığı yüksek bütçeli oyunlar da oldu, olacak da. God of War, Marvel’s Spider-Man, Red Dead Redemption 2, Skyrim, Uncharted 4, Star Wars Jedi Fallen Order, Assassin’s Creed Brotherhood, Metro Exodus diye bu liste uzar da uzar. Bu saymış olduğum oyunlar dünya çapında oyuncular tarafından beğeni toplamış olan ve bazıları uzun yıllar geçmesine rağmen oyuncuların gönülden değer verdiği yapımlar. Yani vermiş olduğum örneklerden de anlayacağınız üzere, her zaman iyi Triple-A oyunlar da indie oyunlar da var olacak. Ancak Triple-A oyunlar indie oyunlara kıyasla daha iyi seviyede olmalılar çünkü hem oyuncudan talep ettikleri ücret hem de ayırmanızı istedikleri vakit indie oyunlara kıyasla daha fazla. Bu yüzden oyuncudan aldıklarının karşılığını vermeleri gerekiyor ve zaman zaman koca koca firmalar bunun karşılığını veremeyen oyunları piyasaya çıkarabiliyorlar. Zaten o tür oyunlar da kısa bir süre içerisinde oyuncular tarafından yoğun eleştirilere maruz kalıyor ve bu tarz yüksek bütçeli oyunlardan sıkılan oyuncular da rotalarını indie alternatiflere çeviriyorlar.
Bu yazının sonucunda “Indie vs. AAA” çarpışmasının kazananını belirlemek gerekirse, aslında her ikisi de demek en doğru cevap olacaktır. Biraz yukarıda bahsettiğim “inanç” ve “tutku” ile ortaya çıkmış her oyun aslında iyi bir oyundur. Bunun Triple-A veya indie olmasının çok bir önemi yoktur. Yeter ki o oyun sadece ekonomik kaygılar düşünülerek yapılmamış olsun, yeter ki o oyun bir inancın meyvesi olsun. Belki indie oyunlar yüksek bütçeli oyunlara göre sayıca çok daha fazlalar ama bu onları en iyi yapmaz. En iyi olmanın yolu iyi niyetle, tutkuyla oyun yapmış olmaktan geçer.
Umarım derdimi anlatabilmişimdir sevgili geekler! Amacım ne Triple-A oyunları yermek ne de indie oyunları göklere çıkarmaktı. Evet belki indie yapımlara biraz pozitif ayrımcılık yapmak gerekli olabilir çünkü indie oyun geliştiricilerinin, Triple-A oyunlar kadar bütçeleri olmadığından bazen oyuncunun bizzat kendisinin indie oyunun tanıtımını yapan araç olması gerekebiliyor. Zaten kaliteli bir indie oyun da eninde sonunda hak ettiği desteği alıyor diye düşünüyorum. Başka bir yazıda görüşmek üzere, hoşça kalın!