Bu haftaki pazar sabahı okumalarında rutinimi biraz bozacak ve sizi pek hoşuma giden bir manga ile tanıştıracağım. Anime kültürüne asla alışamamış bir insanım, yıllar evvel seyrettiğim Trigun ve Space Adventure Cobra serilerini saymazsak harcadığım vakte yanmadığım anime serisi yok diyebilirim (haydi bir de Full Metal Alchemist serilerine hakkını vereyim, ama o kadar). Uzun metraj anime filmlerinde de öyle kendimden geçtiğimi falan söyleyemeyeceğim. Manga okumakta ise biraz daha açık fikirliyim. Bu durumda okuduğum en güçlü korku kitaplarından birinin Kazuo Umezu’nun The Drifting Classroom‘u olmasının etkisi büyük. Genel olarak iyi korku mangaları karşıma çıkarsa gelen pası alıyorum diyeyim, eğer okuduğum korku mangası gerçekten çok iyi ise o zaman başkalarına da pas atmayı ihmal etmiyorum.
1990-1995 yılları arasında yayınlanmış Parasyte (Japoncası ile: Kiseijū), işte tam da pası genç anime/manga tutkunlarına atılası cinsten bir çalışma. Bu topu yakalayın derim.
Mevzumuz günümüz Tokyo’sunda geçmekte. Sakin başlayan gecemiz nereden geldiği bilinmeyen bir grup parazitin Tokyo sokaklarını sessizce istila etmesi ile daha ilk sayfalardan farklı bir boyut kazanır. Solucana benzeyen parazitlerimiz, hedefini belirlediklerinde hasımlarının merkezi sinir sistemini ele geçirmekte, ardından tüm kafa bölgesini kontrolü altına almaktadırlar. Bu parazitlerden bir tanesi de 17 yaşındaki lise öğrencisinin Shinichi’nin beynini gözüne (ya da hangi sensörlere sahipse artık onlara) kestirmiştir ama genç adamın kulaklıkları onu kaçınılmaz sondan korumayı başarır. Can havliyle avının üzerine atlayan parazit Shinichi’nin sağ koluna girmeyi başarır ama beyne ulaşamadan kolla bütünleşiverir. Kolun tüm hakimiyetini kazanan parazit aynı zamanda artık konuşma yeteneğine de sahiptir. Vücudundaki zoraki misafirden kurtulamayacağını anlayan Shinichi ilerleyen bölümlerde parazite “sağ” anlamına gelen “Migi” ismini verir (Manganın Tokyopop versiyonu tersten basıldığından parazitin ele geçirdiği kol da sol kol oluverir, bu sebeple bu versiyonda verilen isim “Lefty” olur).
Migi insanların dünyasını anlamaya çalışan meraklı ancak oldukça sosyopat bir parazittir. Daha doğrusu parazitlerin gözünden baktığımızda insanlar “barınılacak yaşam alanları” ya da “gündelik besin kaynağı” olmaktan öte varlıklar değillerdir. Migi, Shininchi’nin sadece kolunu ele geçirdiğinden düzenli beslenmek zorunda değildir, ancak beyin avcılığını başarıyla tamamlamış diğer parazitler hayatta kalmak için insan avlamak zorundadırlar. Şehirde arkasında parazitlerin olduğu pek çok vahşi cinayet işlenmektedir ve bunu Migi ile Shininchi’den başka bilen kimse yoktur. İkili beklenmedik bir mütüalist (ortaklaşmalı) yaşam formuna dönüştükleri için diğer parazitler tarafından da kabul edilmemektedirler. Parazitler ve Shininchi-Migi arasında büyük bir savaş kaçınılmazdır.
Çizimlerindeki sadelik ve netliğin yanında Parasyte’ın bir diğer artısı, fazla dallanıp budaklanmayan bir hikayeye sahip olması. Diğer tüm parazitleri genel olarak Shininchi ve Migi’nin üzerinden tanıyoruz. Bunun dışında parazitlerle ilgili konulan kurallar ve manganın bu kurallar çerçevesinde yarattığı evren oldukça tutarlı. Ancak Parasyte’ın en büyük farklılığı kahramanı Shininchi ve parazit Migi arasındaki dengeyi çok yerinde tutturması. Ortada elleri birbirine kelepçelendiğinden birlikte çalışmak zorunda kalan ama birbirinden nefret eden iki mahkumun trajik komedisine benzer bir durum mevcut (Bu konudaki en meşhur film The Defiant Ones’dır, bir ara fırsat bulursanız seyredin). İlk başta komedi unsuru ön planda olan bu birliktelik, iki karakterin ortak sinir sisteminden ötürü birbirinin duyguları üzerinde de etki sahibi olması ile daha karanlık bir boyut kazanıyor.
Tüm bunlara ek olarak çizer Hitoshi Iwaaki’nin parazit tasarımları gerçekten çok etkileyici. Ortada çok korkutucu tasarımlar yok, özellikle Dead Space ya da Resident Evil oynamış bünyeler bu tarz parazitlere artık alışmış vaziyetteler, ama gene de Iwaaki’nin çizimleri insanda bir merak uyandırıyor, mangayı okurken bir sonraki canavar neye benzeyecek diye düşünmeden edemiyorsunuz. İlk sayılarda çok gore bir çizgi dünyada değiliz, daha doğrusu kanlı sahne enflasyonumuz yok. Parasyte, hikayesi çok gerektirmedikçe aksiyona girmiyor. Ama ortada bir katliam olması gerektiğinde de Iwaaki kalemini konuşturmasını biliyor. Bir süre sonra zaten ortalık mezbahaya ister istemez dönüyor, bu kadar paraziti zaptetmek mümkün değil. Hikayemiz yeterince ilerlediğinde ise Parasyte’daki mevzu bir Japon gencinin kabusvari yaratıklarla teketek dövüşlerinden çıkıp John Carpenter‘ın meşhur distopyası They Live ayarında bir noktaya erişiyor.
Aşağıdaki çizimlerin iştahınızı açmasını umuyorum. Bunun dışında serinin animesi ve 2 uzun metraj filmi de 2014 sonunda görücüye çıkacak. Tüm Cronenberg ve Body-Horror janrını sevenlere Japonya’dan armağan olsun.