Bir arkadaşım vardı. Geekyapar okuyucusu olduğunu biliyorum, o yüzden umarım isimsiz de olsa anılarını anlatmama gücenmez. Yakın bir arkadaşımdı. Çok zeki bir adamdı. Çok iyi bir liseden, çok azımızda olan netlikte bir amaçla mezun olup, iyi de bir üniversite kazanmıştı. Analitik düşünce yeteneği çok fazlaydı, tanıştığında anlardın bunu. Gözleri çakmak çakmak bakan tipler olur ya? Onlardan biriydi. Bir üniversitenin yarın öbür gün hepimizin etkilerini hissedeceği bir bilim dalını inceleyen bölümünden mezun oldu. Bölümü iki sene Türkiye’de, iki sene Amerika’da okunan tipte bir programdı. Şu an başka bir memlekette yüksek lisans yapıyor. Onun adına konuşmayayım, ama muhtemelen dönmeyecek. Ben olsam dönmezdim.
Çünkü bir gün, Amerika’ya yeni gittiği günlerde, bana şöyle bir cümle kurdu ve ben o cümleyi hayatım boyunca unutmayacağım:
“İlk kez korkmadan sevdiğim birinin elini tutabildim abi.”
Çünkü, bu gerçekten iyi, gerçekten zeki, gerçekten nazik, gerçekten yarın öbür gün vatana millete faydalı olabilecek ama hayatı boyunca sevdiği insanın elini tutmaktan korktuğu için, bu korkuyu yaşadığı ülkeye dönmemeyi muhtemelen ve haklı olarak seçecek adam eşcinsel.
Ben bunu anlamıyorum.
Sevgi değil midir hepimizi doğuran? Yaşamlarımızı idame ettirmemizi sağlayan? Dayanabilme gücünü sevgi vermiyor mu bize? Uğruna çalıştığımız, ter döktüğümüz, uğruna yaşadığımız şey değil mi sevgi? Hepimiz sevmek ve sevilmek için yaşayıp, sevmemiz ve sevilmemiz bittiğinde o boşluk, o acı uğruna ağıtlar yazmıyor, filmler çekmiyor, duvarları şiirlerle doldurmuyor muyuz? O yokluk bizi mutsuzluğa, yoksunluğa itmiyor mu? Hepimizin en temel, en derindeki amacı sevgi değil mi? O hâlde nasıl bu kadar kolay esirgeyebiliyoruz başka insanlardan bu sevme hakkını?
Belki de problem, cinsel yönelimlerle ilgili konuşma biçimimizdedir. Onları algılayış biçimimizde. Sıkıntı, onları sadece bir cinsel eylem ihtiyacı olarak görmektedir belki de. Bu yüzden pek çok insan hiç utanmadan, sıkılmadan ve ikinci bir kez dahi düşünmeden cinsel yönelimleri farklı fetişlerle aynı kefeye koyabilmekte, kafasında da daha rahat yargılayabilmekte belki de. Çünkü bu sadece seks onlar için, ve belli ki, bunu yargılama hacmini kendinde bulan insanlar için, seks ve sevgi bambaşka şeyler. Olmamaları gerektiği hâlde. Belki de ’68 çocuklarının “özgür aşk” konseptini yanlış algılaya algılaya buraya gelmişizdir, kim bilir?
Ama LGBTİ toplumu bunu istemiyor. İstediği insanla sevişme özgürlüğü değil onların arzuladığı. Ona zaten sahipler, zira sevişmeler kamuya açık alanlarda yapılan bir aktivite değil. Kimse kimsenin apartman kapısı kapandığında içeride ne yaptığını bilmiyor, kimse de kimseden bu konuda izin istemiyor. Onların 20 ve 26 Haziran arasında kutlayacakları şey, uğruna savaş verdikleri şey, elde etmeye çalıştıkları şey, sevişme hakkı değil. Sevme hakkı. Sevilme hakkı. Duygusal ya da hukuksal olarak yargılanmadan sevme ve sevilme hakkı.
Neden esirgiyoruz bunu? Ne hakkı görüyoruz kendimizde “Senin bu insanı sevmen ve bu insanın seni sevmesi beni rahatsız ediyor?” diyebilecek? Bize “normal” gelmiyor diye mi? Normal dediğimiz şeyi, biz uydurduk, biz geri uydurabiliriz. Bizim “değerlerimize” ters düşüyor diye mi? Atalarının ibadet anlayışı Yaradan’ı sevmek olan insanlar olarak, sevmek bizim değerlerimizin tam göbeğinde. Bizim “ahlak anlayışımıza” uygun olmadığı için mi? Hoşgörü diye yazılmıştır usta düşünürler tarafından bizim ahlak anlayışımız. Bizi “yoldan çıkaracak” bir şey mi bu? Yolumuz nefretse, çıkarmalıdır belki de. Bizi de mi “sapkın” yapacak, bundan mı endişeleniyoruz? Bulaşıcı mı bu?
Bir şey diyeyim mi, evet. Bulaşıcı bu.
Sevmek bulaşıcı. sevilmek bulaşıcı. Sevgi bulaşıcıdır. Çünkü sevgi bu. İstedikleri şey yani. Sevgi. Aşk. Muhabbet. Hepimizin uğruna ölmeye hazır olduğu her şey. Paylaşarak artan o şey, aktardıkça güçlenen o şey. İçinde yaşadıkça seni güçlendirir. Daha nazik yapar seni. Daha hassas yapar. Daha düşünceli olursun, daha iyi anlarsın karşındakini; derdini de daha iyi anlatırsın. Sevgi dünyanın en güzel şeyidir. Ve dünyanın en bulaşıcı hastalığıdır aynı zamanda. İmparatorluklar devirmişliği de vardır, savaşlar bitirmişliği de. En şüphecimizi de yener sevgi, en katımızı da kırar.
Ve bizim son on dört yılda yavaş yavaş, tuğla tuğla inşa ettiğimiz bu nefret imparatorluğunu da kırmasının vakti gelmiştir artık. Biz artık sevginin her türlüsüne şüpheyle bakan, her türlüsünden uzaklaşan bir toplum olduk. Hiçbir çizgide sevemiyoruz birbirimizi. Sevmek ihtimalini de unuttuk. Bir insanla tanıştığımızda, onu sevmemek için binlerce sebep geliyor gözümüzün önünden. O yüzden, bırakalım, LGBTİ topluluğu bize sevmeyi öğretsin önümüzdeki hafta. Bir gün boyunca sokakları gökkuşağının her renginden gelen sevgiyle boyasınlar.
Belki bize de bulaşır biraz.
İyi de olur.