Bugün “dünya sinema tarihinin en çok hasılat elde eden filmleri” diye bir liste aratsanız Google’da, karşınıza pek çok sonuç çıkar. Bu çıkan sonuçlarda da ilk üç bellidir. Birinci sırada James Cameron‘ın yönettiği 2009 tarihli Avatar. İkinci sırada yine James Cameron‘un yönettiği 1997 tarihli Titanic. Üçüncü sırada da J.J. Abrams‘ın yönettiği 2015 tarihli Star Wars: The Force Awakens. Ardından da liste dinozoruyla, arabasıyla, yenilmeziyle aşağıya doğru iner.

Fakat sinema tarihinin en başarılı filmi bu listede yukarılarda değildir. Çünkü sinema tarihinin en başarılı filmi 1939 tarihli Gone with the Wind‘dir. Rüzgar Gibi Geçti.

Filmin destanı zaten çıkmadan yazılmaya başlamıştır. Filmin prodüktörü David Selznick inatçı ve ısrarcıdır. Clark Gable’ı başrolde görene kadar çekimi geciktirir, bu da toplam iki yıla tekabül eder. Gable’ın Rhett‘inin karşısında Scarlett‘i oynayacak kişinin bulunması ise bambaşka bir problemdir. 1,400’e yakın aktris seçmeye alınır bu rol için. En sonunda karakter İngiliz oyuncu Vivien Leigh‘e teslim edilir.

Bu kadar teferruatın yaşanmasının sebebi filmin inanılmaz popüler bir romandan uyarlanıyor olmasıdır. Margaret Mitchell imzalı Rüzgar Gibi Geçti, 1936 senesinde piyasaya sürülmüş ve akıl almaz bir şekilde Amerikan kültürüne yayılmıştır. İç Savaş sonrası yıkılmış Georgia’da, General Sherman‘ın “denize yürüyüşü” sonrası servetini kaybeden Scarlett’in hayatta kalma macerasını anlatan roman iki sene boyunca listelerde zirvede durur. 1937’de Mitchell bu kitap vesilesiyle Pulitzer ödülü alır.

Gone With the Wind Margaret Mitchell

Scarlett’in yitirdiği servetinin köle çiftliği menşeli olması, hikayenin İç Savaş sırası ve sonrası Amerikan Güney’inde geçmesi ve çıkış tarihi itibariyle ırksal meselelerin türlü tatsızlıklarından memleketin hâlâ uzaklaşmamış olması romanın ele aldığı temaları iyiden iyiye elzem yapar. Hikaye çetrefilli, uzun ve katmanlıdır. Toplam 1000 sayfa sürer. Scarlett’in iki kez dul kaldığı, insanların tifodan öldüğü, entrika ve ihanetin kiloyla satıldığı bu trajik destanı senaryolaştırmak uzun süre imkansız kabul edilir.

Zaten ilk müsvedde tamamlandığı zaman stüdyo da bu yüzden kafayı yemek üzeredir, çünkü senaryo o hâliyle çekilse film altı saat sürecektir. Olmaz. Kısaltılır, daraltılır; bir yandan çekimler sürerken, bir yandan da yazar ekibi günde on sekiz saat çalışarak senaryoyu toparlamaya çalışmaktadır. Film defalarca baştan yazılır. Dertler bitmez.

Çekimlerin üçüncü haftasında orijinal yönetmen Cukor setten kovulur, bunda Gable’ın etkisi olduğu sanılmaktadır. Yerine Fleming gelir. Fleming kendi senaristiyle senaryoyu bir posta daha revize eder. En nihayetinde Ocak’ta başlayan çekim, Temmuz‘da biter, birkaç ay da post-prodüksiyonu sürer. Bir noktada Fleming bitkinlikten dolayı setten ayrılmak zorunda kalır, yerine başka bir yönetmen atanır.

Gone with the Wind Premiere

1939’da film vizyona girer. Victor Fleming tarafından yönetilen ve başrollerinde Clark Gable ile Vivien Leigh‘nin oynadığı filmin kemiksiz uzunluğu 221 dakikadır. Antreleri, araları, overtürü falan katınca toplam 238 dakikayı bulur. Neredeyse dört saat! Bir destandır yani bu film. Sinema salonlarında da destan yazar. 1939 ile 1998 arasında toplam dokuz kez gösterime girer.

Şimdinin filmleri otuz, kırk hafta sonra fiilen vizyondan kalkalarlar; sonra da ancak üç boyutlu falan olunca tekrar girerler ya hani? Rüzgar Gibi Geçti 1939’da ilk kez vizyona girdikten sonra 1943’e kadar kesintisiz olarak gösterimde kalır! Bu esnada film toplam 202 milyon bilet satar. Bu bilet sayısı ekstra inanılmazdır, çünkü 1939 senesinde Amerika’nın toplam popülasyonu 130 milyondur!

Peki enflasyon hesabı yaparsak, Rüzgar Gibi Geçti’nin toplam gişesi nerede durur, nerededir?

Hazırsanız söyleyelim. Üç milyar, dört yüz kırk dolar ve bir kısım da küsurat.

Gone with the Wind

Peki biz niye Rüzgar Gibi Geçti’yi dahil etmiyoruz bu listelere? Çünkü o dönemlerde sinema deneyimi günümüzden farklıdır. Ancak 40’lar ve 50’ler filmleri enflasyonla çarpılınca bu listelerde tepelere girerler evet; ancak o dönemlerde sinema başka bir tecrübedir ki! Amerikalı bir vatandaş, evinde TV olmadığı için sinema salonunda komple gününü geçirir. Bir çizgi film, haberler, kısa bir komedi filmi, B gösterimi ve en sonunda da as film, esas eser. Hepsi 25 cente gelir. Neyi neyle çarpacaksın?

Bu yine de Rüzgar Gibi Geçti’nin konumundan eksiltmez. Selznick’e filmin çıkışından önce, Atlanta valisi üç günlük şenlik düzenlerken, tüm ülke nefesini tutmuş filmi beklerken “Nasıl olacak David abi?” diye sorarlar. “Öğlenleri filmin şaheser olduğunu düşünüyorum, geceleri berbat olduğuna dair bir his kaplıyor. Bazen gelmiş geçmiş en büyük film olacağına inanıyorum. Ama sanırım büyük bir film olsa da bana yeter” der.

Selznick’in bazen inandığı şey, en doğru olana yakındır. Neresinden bakarsanız bakın, sinema tarihinin en başarılı filmi onun yaptığıdır. “En büyük” de, bu durumda sıfat olarak bu filme yakışır…

Author

Geekyapar'ın yazı işleri şövalyesi. Uluslararası İlişkiler okudu, okula girmeden önce yaptığı işi yapıyor. Küçükken "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" diyenlere yazar diyordu. Tüm internette bulmak için: @acyberexile.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.