Annelerimizin, hatta anneannelerimizin gözlerinin buğulanmasının sebebiydi Marlon Brando. Ne zaman bahsi geçse, onlar şöyle bir iç çekerdi. Önce ne kadar iyi bir oyuncu olduğu söylenir, yeteneğine vurgu yapılırdı; sonra da ne kadar yakışıklı olduğu belirtilirdi illa ki. Sonraki nesiller ise ağırlıklı olarak üç filmle tanıdılar kendisini: Baba, Süpermen ve Kıyamet. Onlar için Brando’nun yeteneği tartışılacak bir şey değildi, ama yakışıklı bir adam olarak hayal edemiyorlardı usta aktörü…
Oysa ki Brando’nun kariyeri aynen öyle başladı. İlk filmi The Men buna pek vurgu yapmıyordu fakat ikinci işinden sonra Brando bir anda tarihin gördüğü en önemli erkek seks sembollerinden biri hâline geldi. Stanley Kowalski’nin, New Orleans’taki o küçük eve girip, Vivien Leigh tarafından canladırılan Blanche DuBuois ile tanıştığı ilk an çok şeyi değiştirdi Amerikan sinemasında.
Gelin bu sefer farklı bir çeşit liste yapalım. Brando’nun kariyerindeki kilit anları, kronolojik olarak, liste şeklinde inceleyelim. Ortaya güzel bir Brando biyografisi çıksın. Ne dersiniz? Tamamsanız, şimdi başlayalım derim ben. Buyurun!
1. A Streetcar Named Desire / Arzu Travmayı (1951)
Tennesse Williams’ın aynı adlı oyunundan uyarlanan film, Broadway’de büyük başarı elde eden kadroyu çoğunlukla muhafaza ederek taşınmıştı beyaz ekrana. Sadece Blanche rolü için Jessica Tandy yerine rolü West End’de canlandıran Vivian Leigh getirilmişti. Brando’nun ilk büyük başarısıydı Arzu Tramvayı’nın tiyatro versiyonu. Rolü yazar Tennesse Williams’ın evine gidip, Williams için özel bir deneme performansı sergileyip, yazarı etkileyerek kapmıştı.
Buna diğerlerinden fazla yer ayıracağız, çünkü Brando’nun sinemayı değiştirdiği an tam da buydu aslında. Dönemin oyuncuları, rollerini kasten “büyük” oynuyorlardı, tıpkı bir sahnede yapacakları gibi. Duygular şelaleydi, eller fırıldak gibi sallanıyordu, oynanırken bütün vücut kullanılıyordu. Brando, Stella Adler’dan aldığı eğitimle şimdilerde norm kabul edilen “metod” oyunculuğu kullanmak istiyordu. O, karakterini olabildiğine minimal oynadı.
Brando’nun performansı film yapımcılarına çok garip gelmişti, zira genç aktör repliklerini söylerken cümleleri ağzında yuvarlıyor, mimiklerini kontrol altında tutuyordu. Bunu canlı izleyen yapımcılar ilk başta isyan ettiler, fakat filmi ekranda görünce, genç aktörün yaptıklarının ne kadar gerçekçi durduğu ortaya çıktı. Onun Stanley Kowalski’si bir sahne karakteri değildi. Onun Stanley Kowalski’si gerçek bir insandı.
2. Viva Zapata! / Viva Zapata! (1952)
Brando Arzu Travmayı ile büyük sükse getirdikten sonra filmin yönetmeni Elia Kazan ile bir defa daha çalıştı. Brando’nun “hayatımda çalıştığım en iyi yönetmen” dediği Kazan, Brando’yu kullanmasını çok iyi biliyordu. Viva Zapata, çıktığında ortalama eleştiriler aldı, fakat içinde şöyle de ilginç bir şey barındırıyordu. Filmin iki başrolü Marlon Brando ve Anthony Quinn’di. Quinn, Brando rolü bıraktıktan sonra Broadway’de Stanley Kowalski rolünü devralmıştı. İkilinin karakterleri arasında bir gerilim yaratmak isteyen Kazan, Quinn’e Brando’nun kendisini Kowalski olarak hiç beğenmediğini söylemiş, bu yüzden Quinn çekimler boyunca Brando’ya soğuk davranmıştı. İşin acayibi şu, Kazan bu yanlışı düzeltme zahmetine hiç katlanmadı ve gerçeği iki aktör yıllar yıllar sonra bir araya geldiklerinde filmi konuşurken fark ettiler!
3. Julius Caesar / Jül Sezar (1953)
Tam manasıyla sahne oyunculuğuna zıt bir performans güden Brando’nun tutup da bir Shakespeare filminde rol almış olması, o dönemin püritan sinemacı ve tiyatrocularını acayip sinirlendirmişti. Filmin kendisinden çok, Brando’nun performansı merak ediliyordu. Fakat Brando formunun zirvesindeydi. Markus Antonyus olarak hemen hemen herkesi büyüleyen aktör, klasik bir role de kendi yorumunu katabileceğini kanıtlamıştı.
4. The Wild One / Kanlı Hücum (1953)
Bu filme daha önce motosiklet filmleri yazımızda da yer vermiştik. Brando’nun beşinci filmi olan The Wild One, aslında pek iyi bir film değildi. Döneminde çok iyi eleştiriler alsa da, zaman geçtikçe filmin pek iyi yaşlanmadığı fark edildi. Fakat bu filmin önemi, kalitesini aşmıştı bir kere. Brando’nun deri ceketli, motosiklet üstündeki pozu kendisinin en bilinen karelerinden biri oldu ve James Dean ile birlikte Brando, Amerika’da etkisi çok uzun yıllar hissedilecek “genç isyanının” fitilini alevlendirmişti.
5. On the Waterfront / Rıhtımlar Üstünde (1954)
Brando ilk beş filmini yapıp kenara çekilse de bugün “1950’lerdeki o iyi aktör” olarak hatırlanırdı, hiçbir şey değilse Arzu Tramvayı bunu garantilemişti zaten. Ama yetinmedi bununla genç adam. Tekrar Elia Kazan’la çalıştığı Rıhtımlar Üstünde filminde harikalar yarattı ve ilk Akademi ödülüne kavuştu. Filmin finalindeki o meşhur “Önemli birisi olabilirdim” konuşması, Brando’nun oyunculuğunun en güzel temsillerinden biriydi. Film boyunca sert bir çocuk pozu kesmiş olan Terry Malloy’un o tiradı namluya karşı atması bekleniyordu aslında. Fakat Brando onun yerine Kazan’dan sahnede doğaçlama yapmak için izin istedi. Kameralar çalıştı, Brando kardeşinin kendisine doğrulttuğu silahı yavaşça itip, “Oh Charley…” dedi. Sonrası, sinema tarihinin en epik sahnelerinden biriydi…
6. Sayonara / Elveda (1957)
http://www.youtube.com/watch?v=fw8CVU19Fvc
Teahouse ve Sayonara, Marlon Brando’nun sosyal meselelere kafa yormaya başladığı dönemlerin işleriydiler. Hem eleştirel anlamda, hem de gişe anlamında inanılmaz yüksek seviyelerde gezen Brando, pek çok davanın peşinden koşmaktaydı o dönemlerde. Sayonara, o dönem tabu olan ırklar arası evlilik konusunu işleyerek, 10 Oscar adaylığına yürüdü. O sırada Brando, Afro-Amerikan hakları için para, vakit ve emek harcıyor, kimsenin dilinin dönmediği zamanlarda “Benim de eşcinsel deneyimlerim oldu, bunda utanılacak bir şey görmüyorum” açıklamaları yapıyordu.