Ah, dedim kendi kendime, ben okula gitmiyorum ki. Kadın bu konuda çuvallamıştı. Özel çocuklar kısmı ilgisini çekmiş olabilirdi ama okul mu? Ne zaman dışarı çıksam insanların sadece gözleriyle bile canımı yakabildiklerini bilmiyormuşum gibi bir de gelmiş bize ‘okul satmaya’ çalışıyordu! Dışarı adım atsam tüm o bakışların ve dillerin imalarını anlamayacakmışım gibi. Televizyon ve annem bana bu konuda çok şey öğretmişti, sağ olsunlar. Benim öyle bir geleceğim olmadığı açıktı, ne diyorlardı: Toplum benim gibiler için tasarlanmamıştı. Ayrıca okuyup ne yapacaktım ki? Kim benimle çalışmak isterdi? Kim beni hayatın herhangi bir yerinde, bir tezgâhın arkasında, bir ofiste, televizyonda, el sıkışırken yahut ödül alırken hayal edebilirdi ki? Kadın bu konuda çuvallamıştı işte. Ben bu saatten sonra gürültü çıkaran işçi de olamazdım, üzerinde çalışılan aynı arsanın ipek gömlekli sahibi de.
‘İlgilenmiyorum!’ dedi annem. Sonsuza dek annemin yanında kalacaktım. Dolandırıcılar bile bir şey yapamazdı bu konuda. En azından ben onu dolandırıcı sanıyordum. Eğer bina iskeletinin ikinci katından yere atılan ahşap levhalar kulaklarımı ezmeseydi belki çıkarırdım kim olduğunu.
‘Ama- ama,’ diye kekeledi kadın, ‘oğlunuza fırsat tanımayacak mısınız? Bu yaptığınız zalimlik olur ama. Gelin, çocuğunuzu bir görelim iyisi mi-’
‘Hayır,’ dedi annem, bu sefer sesinde tehditkâr bir tonla birlikte.
‘Olmaz ki böyle,’ kadın amma da ısrarcıydı yani, ‘Oğlunuzu göreyim mi bir, ne dersiniz?’
Şimdi ayaklanmış, odama yönelmiş olmalıydı. Kapımın ucunda onu gördüm, sonra arkadan bir şey onu kavramış ve çekmiş gibi gözden kayboldu, bir gürültü duydum. Öyle tanımadığımız birinin odama dalmaya çalışması tabii ki sinir bozucuydu. Bir anlık görüntüsü annemin arkadan çekişiyle yok olmuştu.
‘Kimse çocuğuma karışamaz, çıkın dışarı!’ diye gürlüyordu annem. Biraz daha arbede yaşandı, biraz küfür, muhtemelen biraz da kan saçıldı etrafa. Matkap sesleri evin içini doldurdu. Annem ‘Sizin derdiniz okul değil, ben biliyorum!’ diye bağırdı.
‘Ona sonsuza kadar bakamazsın!’ diye ortalığı inletti kadın. Demek ki durum gerçekten de başkaydı. Oysa anneme böyle bir şey söylemenizi hiç tavsiye etmem, bu lafa çok sinir olur eminim ki.
Annem ‘Bal gibi de yaparım,’ diye karşılık verdi, ‘Tanıdım seni, her şeyi biliyorum ben! Neden çocuğuma bakmama bu kadar uyuz oluyorsunuz?’
Sonra neredeyse ağlayarak ekledi: ‘Kalpsiz misiniz siz?’
‘Kemikleri kalana dek tutsak mı edeceksin onu?’ dedi sonra kadın. ‘Psikopatsın sen, psikopat!’
İşlerin bir anda çirkinleşmesi kafamı karıştırmıştı, yattığım yerden de bir şey yapamıyordum ki. Biraz daha çekişmenin ardından annemin devrilen bedenini gördüm, kafası kapımın önündeydi, halıya kan damlıyordu.
Kısa bir süre sessizlik oldu. En azından ben olmasını isterdim, ama hayır, ne yazık ki olmadı. İşçiler yolun karşısında ter dökmeye ve ses çıkarmaya devam ettiler.
Sonra kadın garip bir ses çıkardı, korkudan inledi ya da endişeyle nefes verdi, bilmiyorum. Belki de korkudan inleyen bendim. Elindeki ağır tavayı bırakıp yavaşça annemin üzerinden atlayıp odama girdi. Tepki verip veremediğimi hâlâ algılayamıyordum, sadece o bana bakarken onu babama çok benzettiğimi hatırlıyorum. Dehşet içinde büyümüş gözlerle muayene etti odayı, sonra eliyle ağzını kapadı. Odanın loşluğundan hoşlanmadı muhtemelen, bir hışım perdeleri açtı. Sonunda haftalık işkencecilerimi görebiliyordum, belleri bükük, kara kuru işçiler karınca gibi çalışıyorlardı uzakta. Halam bir süre beni inceledi, öğürdü ve odadan çıktı. Hummalı biçimde evin içinde yürüdüğünü anlayabiliyordum. Odaya döndü, hıçkırıklarla telefonunu çıkardı. Bana bakmaya dayanamıyormuş gibi arkasını döndü ve bir şeyler gevelemeye başladı.
Kısa bir süre sessizlik oldu. Bu sefer gerçekten sessizlik oldu, mesaileri bitmişti belki de, ellerindeki aletlerle uzaklaştı herkes, güneşin son ışıkları gözlerimi yaktı. Yine de gözlerimi çıplak bina iskeletinden ve onu çepeçevre saran gökyüzünden ayıramadım. Evin içinde olanlardansa dışarıyı tercih ederdim belki de.
Birden ev garip kıyafetler içinde insanlarla doldu. Ellerinde kameralarla her yeri fotoğrafladılar. Benim de fotoğrafımı çektiler, durmalarını söyledim ama beni duymadılar. Anneme ne olduğunu sordum ama cevap vermediler. Biri garip, plastik, uzun bir torbayla yaklaştı ve beni içine koydu. İçi karanlıktı, çürüme kokusunu daha bir duyumsadım. Tekerlekli bir şeyin üstünde evden çıkardılar, o karanlığın içinde ‘Hadi ablacım abicim içeri girin,’ ve ‘Gazeteciyim ben,’ gibi sesler duydum, sonra da bir arabaya kondum galiba, tıpkı televizyondakiler gibi! Sonunda dışarı çıkmıştım! O ağır kapı açılmıştı.
Haftalar sonra kısa ama derin çukurumun içinde tekrar yerimi almışım meğer.
Tabii şu an göz yuvarımın içinde gezinen solucanla sohbet etmeseydim ne yanımda annemin uzandığını ne de o gün koyu harflerle ‘MEZARINDAN ÇIKARILAN ÇOCUK ANNESİNİN EVİNDE BULUNDU’ diye bir manşet atıldığını bilemeyecektim. Hayvanlar gerçekten de en yakın dostlarımız, öyle değil mi? Bazıları solucanları sürüngen sansa bile yani…
Tablo: kırpılmış, Young Woman on her Death Bed
Kapak Fotoğrafı: Ara Güler – İstanbul Fotoğrafları