Ateş neden pek çok mitolojide bir tanrıçayla anılır? Hatti uygarlığında Kuzzanisu, Hititler’de ise Hassa’dır o. Antik Yunan’da Hestia olarak anılırken Romalı ardılında Vesta olmuştur. Daha pek çok kültürde kadın ve ateş birbirine düğümlüdür. Bu düğümün peşine düşmem, yalnızca kadınlara ait örgütlerden bahsettiğim ve ilkine şuradan ulaşabileceğiniz dosya konumun ikinci yazısına, Vesta Rahibelerini konuk etmemle sonuçlandı. O halde ocaklardaki ateşten tapınak sunaklarına dek varan bir yangın başlatmak görevim. Bana katılıyorsanız gelin, önce ilkel zamanın sözlüğünü şöyle bir karıştıralım.
Ateş, dibi görünmeyen imkânsızlığın içinde güneşin yerdeki temsilcisiydi. Onu doğadan alıp taşların arasına sıkıştırdığımız ilk denemelerde sönmesin diye telaşlıydık. Harlansın diye odun atmalı, nazlandığında esintiyi uzakta tutmalıydık. Avdan dönenlere yetişsin ve gece boyu yırtıcı hayvanları uzaklaştırsın diye başını beklemeliydik. Aman varımızı yoğumuzu yutmasındı bir de tabii. Araştırmacılara göre devreye kadınların girişi, işte bu gözetmenlik kısmında oldu.
Kadınlar, ateşe daimi bir yer yaparlarken adına ocak dediler. Ve kimsenin yapmadığı kadar kulak kabarttılar çıtırtılarına. Alevler de kadını; ısıtan, şifalandıran ve besleyen sıfatlarıyla sarıp sarmaladı. Ocağın aileyi ve soyun devamını simgeleyen kutsallığını emrine verdi. Böylece prehistorik kül tabakalarında, ateşin sahibi dedikleri kadın heykellerine ulaştı arkeologlar. Ve yine böylece ocağım sönmesin diye çırpınan kadınlar, ailenin ve devletin sürekliliğini sağlamakla görevlendirilmiş oldu.
Bu sorumluluğu omuzlarında hisseden tüm kadınların yanında, Roma imparatorluğunda kutsal bir konuma sahip Vesta rahibeleri ya da daha yaygın kullanımıyla bakireleri, ateş kültünün başını bekleme görevinin son halkasıydılar. Ta Hestia’dan aldıkları kutsal görevle hem esaret altına girmişler hem de hiçbir Romalı kadının sahip olamadığı özgürlüklere kavuşmuşlardı.
Öyleyse kısaca ocağın tanrıçası Hestia’yı ziyaret edelim. İsmini ilk defa duyuyor olabilirsiniz ama o da bir Olymposlu. Pek görünür değildir gerçi. Ocağını nereye kurduysa ömrünü orada geçirmeyi tercih eder. Hatta Kronos ve Rhea’nın ilk çocuğu olarak, kardeşleriyle birlikte yutulduğu babasının midesinden en son çıkan o olmuştur. Söylencelere göre Zeus’tan tıpkı Artemis gibi bakireliğinin güvencesini ister. Nedenini sosyolojiye bıraktığım bakireliğe atfedilen kutsallık sayesinde de, kendini aile birliğine adar. Anlaşılan halk, entrikacı tanrıları tiyatro sahnelerinde severken Hestia’ya evlerinin başköşesini ayırmıştı. O tüm evlerde sunulardan ilk payı alan, dualarda adı ilk geçendi. Roma İmparatorluğu’nda ismi Vesta’ya dönüşse de, özü aynıydı.
Tanrıçanın izinden giden Vestalesler ise, soylu ailelerin on yaş civarındaki kızları arasından, Pontifex Maximus unvanlı başrahip tarafından seçilirlerdi. Hangi çağda olursa olsun hayatlarından ne istediklerini asla bilemeyecekleri yaşlarda, kızların kaderlerine vurulan beylik mühürleri görmek can sıkıcı. Üstelik çocukken ettikleri yemin, otuz seneye yayılan cinsteyken. Sürenin sonunda çekip gidebilirlerdi. Ama çoğu bilmedikleri bir düzene girmektense, yeminlerini yenileyip rahibe olarak kalmayı tercih ederlerdi tabii.
Gerçi bunun bir sebebinin, Romalı kadınların sahip olamadığı ayrıcalıklar olduğu da aktarılır. Normalde bir Roma kadınının erkeklerin iki dudağı arasında geçen hayatı, Vesta rahibesi için söylem dışıdır. Vestalesler daha yeminlerini eder etmez, babalarının gölgelerinden kurtulurlardı. Çünkü bekar ve yeminli kızlar, kente ait sayılırdı. Böylece altına girdikleri yeminin ağırlığına tezat şekilde, pek çok konuda karar alma hakkı kendilerinindi.
Örneğin canları istediklerinde tiyatro ve şölenlere giderlerdi. Dökümlü giysileriyle görünmez oldukları sürece, gösterileri tribünden rahatça izleyebilirlerdi. Hatta idam mahkumlarına bir bakış atmaları, bağışlanmaları için yeterliydi. Kendi vasiyetini yazmaktan, carpentum denilen iki tekerlekli aracı sürmeye ve zirve noktasında da imparatorluk kürsüsüne çıkmaya varıncaya değin dokunulmazdılar.
Bunlar karşılığında yapmaları gerekenlerse, ateşi harlı ve tapınağı temiz tutmak, yapılan ilk hasattan başak toplamak, festivalleri yöneterek gerektiğinde tanrıçaya kurban sunmak ve elbette bakire kalmaktı. Bir kere tapınağın çatısına girdikten sonra ilk on yıl eğitim, ikinci on yıl rahibelik, üçüncü on yıl ise yeni gelenlere rehberlik etmekle geçerdi. Nesiller arasında yaşanan devir teslimin içinde, duvarların arasında nasıl bir aile kurduklarını siz de benim kadar merak ettiniz mi?
Toplanan başakları tuzla karıştırarak mola salsa adındaki krakerimsi ekmeği hazırlar, hasadın ilk ürünü olarak tanrıçaya sunarlardı. Bu mini festivalle o senenin bereketli geçmesini ve ocak başını bekleme kardeşliği kurdukları fırıncıların, işlerinin rast gitmesini dilerlerdi. İkinci festival olan Vestalia’da ise tapınak, kadınların dualarını ve adaklarını tanrıça Vesta’ya rahatça ulaştırabilmeleri için açılırdı. Bu görevlerin yanı sıra rahibelerin bilgi birikimi sayesinde imparatora danışmanlık yaptığı da aktarılır. Gizemli kadınların yöneticilerin kulağına fısıldamasından daha doğal ne var ki?
Antik Yunan’da kentin Hestia’sı anlamındaki Hestia Poleos olarak anılan ve kentin işleyişini kolaylaştıran kadınlardan esinlenildiği düşünülen rahibeler, Roma’da başka bir anlatıma dayandırılır. Ülkenin ilk krallarının kızlarının sorumluluğuna verilen ocak görevi, açıkça Roma’nın ateşinin hükümdara bağlılığını simgeler. Hatta mitolojik bir versiyona göre Roma’nın kurucuları Romulus ve Remus’un annesi, ilk Vesta rahibesi olan Rhea Silva’dır. Bakireliğin doğuma engel olmadığını anlatmama gerek yok sanırım.
Biraz da kızlarımızın kostümlerine bakalım. Vestales kızlarının giysileri; uzun bir elbise olan stola, onun üzerinde pelerin vazifesi gören palla, başlarını örtmeye yarayan infula ve suffibulum denilen göğüs altındaki bir kemerden oluşuyordu. Giyimde tanrıçanın taklit edildiği söylenebilir. Başlarında özel bir de taç bulunan Vesta rahibesi, soylu kadınlara denk tarzıyla sokağa çıktığı her an ayırt edilebilirdi.
Maalesef ateş muhafızlığı, omzunda dünyayı taşıyan Atlas’ın kaderi kadar daimi bir işti. Her yıl Mart ayının başında yenilenen ateş, asla sönmemeliydi. Sönerse yemin bozulmuş demekti ki buna neden olan rahibe için sonun başlangıcıydı.
Üstelik yeminin gerçekten bozulmasına da gerek yoktu. Kadınlar, ülkenin başına gelen her türlü olumsuzlukta günah keçisi olmaya hazırda tutulurlardı. Sonuçta suçlu kabul edilirlerse şehrin surlarının dışında bir yeraltı odasına kapatılırlar ve ölümlerinin tanrıları memnun etmesi beklenirdi. Bu korkunç kıyımdan kurtulmanın çaresiyse genelde suyu elekle taşımak gibi bir mucize göstermeleriydi. Yani seni nehre atalım; kurtulursan cadısındır, ölürsen masum.
Toplumsal cinsiyet rollerinin kıskacından kaçarak tarihe mal olan Vestaleslerimizin kaderine ne iyi ne kötü demek mümkün. Özgür iradenin görülmediği her yer minik cehennemdir bana göre, bıraktım ateşin kutsallığı baki kalsın. Yalnızca mitolojinin gerçeğe çıktığı dar yolları aşarken, Roma sokaklarında koşturdukları tekerleklerin seslerini duyabiliyorum. Ve huzurun manevi koruyucusu Hestia/Vesta’dan, başkalarının diyetlerinin ödetildiği tüm kadınlara şefkat göstermesini diliyorum. Sizce Vestaleslerin başına gelenler haksızlık mı yoksa çağına göre şans mıydı? Yorumlara beklerim.