Yazan: Aydın Furkan Kaynak
– Oğlum siz geri zekalı mısınız? Sınavdan bir önceki dersten, hele de sınav sorularının birebir örneklerini çözeceğimi söylediğim dersten neden kaçıyorsunuz? Aptal mısınız?
Tahtanın önünde beş kişiydik (İçimizden biri, olacakları önceden sezmiş olacak ki rapor alarak sınava gelmemişti). Notlarımız çok kötüydü, matematik öğretmenimiz çok bağırıyordu, okuldan kaçıp internet kafeye gittiğimiz ailelerimize haber verilmişti, akşam evde bizi bekleyen bir dolu azar vardı. Ama hiçbiri umurumuzda değildi, çünkü sınavdan bir önceki gün The Battle for Middle Earth II’yi ilk defa oynamıştık.
– Ahmet abinin oraya Yüzüklerin Efendisi’nin oyunu gelmiş.
Ahmet abi, düzenli aralıklarla gittiğimiz internet kafenin sahibiydi. İki katlı internet kafesinin üst katını, grupların rahatça bağırıp çağırarak oyunlar oynayabileceği özel odalara çevirmişti. Bu hamlesiyle internet kafesini, bizim gibi pek çok öğrencinin uğrak mekanı haline getirmişti. Küçük çaplı ticari başarısını katlayarak devam ettirme isteğiyle oyun skalasını geliştirmiş ve farkında olmadan bize çok büyük bir kötülük yapmıştı. Çünkü yeni yüklediği oyunlar arasında The Battle for Middle Earth II de vardı.
– Hadi ya? Cuma çıkışta gideriz o zaman.
– O kadar beklemeyelim, öğleden sonra kaçalım işte.
Kimi sihirli cümlelerin aslında lanet olduğunu, başınıza gelen belalardan geriye doğru bakınca anlarsınız. İşte ‘‘hadi kaçalım’’ ve benzeri cümleler de ortaokul zamanındaki bizler için o etkiye sahipti. Hiçbirimiz matematik dersini sevmiyorduk. Hepimiz Yüzüklerin Efendisi’ni televizyonda yeni izlemiştik. Ben o gazla kitaplarına başlamış, Orta Dünya’ya bayılmıştım. Orta Dünya’da geçen bir strateji oyunu fikri hepimizi çıldırtmıştı. Sadece tek bir engel vardı:
– Yarın sınav var kanka. Öğleden sonra hoca tekrar yapacak.
– Zaten yapamayacaksın, siktir et. Gelirsen İnsanlar’ı sana bırakırım.
Böylelikle kolayca ikna oluyorum. Öğleden sonraki dersi ekip The Shire haritasında İnsanlar ile Orkları kılıçtan geçiriyorum. “Kardeşlik” olarak kötülüğe karşı kesin bir zafer alıyor, yüzüğü onların elinden kurtarıyor ve Orta Dünya’ya barışı bir kez daha -bu sefer sonsuza dek sürmek üzere- getiriyoruz.
Ertesi gün matematik sınavında fena çuvallıyorum. Orta Dünya’ya getirdiğim barışın bedeli olarak kendi öğrencilik hayatımın en zor dönemlerinden birine giriyor ve matematik dersiyle dört sene boyunca sürecek olan savaşım başlıyor. Yıllar boyunca savaşın her cephesinde yenilgiler alıyorum. Performans ödevleri, dönem ödevleri, ekstra sorular… Diğer notlarımın iyi olması sayesinde gelen kanaat notları günü kurtarmama ancak yetiyor. Kendimi Miğfer Dibi’nde Gandalf’ı bekler halde buluyorum. Gandalf yıllarca gelmiyor. Matematik her seferinde canımı yakıyor. Ona olan nefretim giderek artıyor.
The Battle for Middle Earth II oynamaya ise devam ediyorum. Bilgisayarıma da yüklemeyi başardığım için vakit bulduğum her an kendimi Orta Dünya’da buluyorum. Matematik dersinden bunaldığım zamanlarda oyunu açıp birkaç ork kesiyorum. Miğfer Dibi’nde akın akın gelen orklara karşı şehrimi kahramanca savunuyorum. Her ne kadar oyunda başarılı olsam da gerçek hayatta işler hiç istediğim gibi gitmiyor. Matematik beni yerden yere vuruyor. Elbette matematikteki bu beceriksizliğimin sebebi Orta Dünya değil. Saygıdeğer Tolkien’i de suçlayacak değilim. Ama o zamanlar ergenliğini yaşayan bir genç olarak canımı sıkan durumlardan bir şekilde kaçmam gerekiyor. Bu nedenle Tolkien’in bütün akademik kariyerini hiçe sayarcasına onun da matematikten haz etmediğini düşünüyorum. Belki de gerçekten haz etmiyordu, bilmiyorum. Ama önemsemiyorum. Sığınacak bir liman bulmuş olmamın verdiği rahatlık, artarak devam eden başarısızlığımın sızısını bir süre örtüyor. Gençken ‘‘sorunları hemen çözmeye çalışmak’’ ile ‘‘sorunu çözmeye çalışmaktan başka çarem kalmayana kadar beklemek’’ arasında her zaman ikinci seçeneği tercih ettiğim için elimi bu kez de Tolkien’e uzatıyorum. Her ne kadar matematikten hep başarısız olsam da beni geri çevirmiyor.
Sonra bir gün, internette Frodo ve Sam hakkında yazılmış bir yazı okuyorum. Göğüs gerdikleri zorlukları, yaşadıkları olumsuzlukları, bütün engellemelere rağmen hedeflerinden vazgeçmeyişlerini ve bunu, kitapları ilk defa okuduğumda aslında hiç anlamadığımı fark ediyorum. Yine matematikten çuvalladığım bir dönemin ardından, sömestr tatilimde ilk defa farklı bir şey yapmak istiyor ve içimden ‘‘Matematiği sever misiniz Bay Tolkien?’’ diye soruyorum. Bay Tolkien’in hayali soruma ‘‘Frodo, Hüküm Dağı’na yaptığı yolculuğu seviyor muydu?’’ sorusuyla karşılık veriyor.
Kendi Hüküm Dağı yolculuğuma başlıyorum.