Star Wars Knights of the Old Republic II: The Sith Lords benim gelmiş geçmiş en favori oyunum. Baştan yazıyı bu öznel yargıyla açayım. Popüler bir kanı olmadığını biliyorum. Popüler bir kanı olmayışının sebeplerinin de farkındayım. Oyun LucasArts‘ın zaman kısıtlamaları yüzünden yarım çıktı piyasaya. Ki bu çok enteresandı, zira birkaç mekanik ve arayüz optimizasyonu haricinde KotOR II, selefinin neredeyse birebir aynısıydı.
Ama bir yandan da, değildi aslında. İlk Knights of the Old Republic tema derdinde çok ip kovalamayan bir oyundu. Hikayesi ve öyküsü şüphesiz pek bombaydı, ama biraz daha eşeleyince, Star Wars evrenine ya da genel vaziyete dair söylediği çok bir şey yoktu. Mesele Revan‘ın meselesiydi. Öykü onundu. Alt metin çok yoktu, çok ihtiyaç da yoktu.
KotOR II ise buna inat yapılmışçasına neredeyse boğazına kadar alt metinle doluydu, öyle de başlıyordu zaten. Peragus’ta gözlerinizi açtığınız ilk dakikadan itibaren oyun sizin önünüze etrafında tavaf edeceği ana temayı örmeye başlıyordu. Güç üzerine, Güç‘ü kullanabilenler üzerine, Güç‘ü kullanabilenlerin kullanamayanlarla ilişkisi üzerine konuşuyordu KotOR II. Ve zaman ilerledikçe, siz karakterlerle tanışıp galaksinin uç bucağını Ebon Hawk’ın sırtında gezdikçe fark ediyordunuz ki karşınızdaki şey bir hikayeden çok, Force üzerine yazılan interaktif bir deneme kıvamındaydı.
Bunun ne denli absürt olabileceğinin farkındayım, özellikle de Star Wars sevgisi normal insan seviyesinde olanlarınız nezdinde. Birinin uydurduğu soyut bir konsept üzerine 140 saatlik bir tez üretmiş olmak pek çoğunuza doğal olarak orantısız bir coşku gibi gelebilir. Bir yere kadar, öyle de aslında. KotOR II’nin söylediği çoğu şey sadece Star Wars evreni üzerine en az beş altı gün randımanlı düşünmüş insanları ilgilendiriyor. Biri çıkıp Güç’ü öldürmekten söz ediyor mesela uzun uzun, Güç’te aşkın yerini konuşuyorsunuz bir başka karakterle, berisi soyut bir savaşın post-travmasını size anlatıyor içlendikçe.
Ama anlatıyorlar. Konuşuyorsunuz onlarla uzun uzun. Her biri, Güç‘e hayatının bir yerinde dokunmuş insanlar. Her biri, Güç‘ün ve evrendeki yerinin yarattığı büyük savaşın etkilediği bir noktada duruyor. Bir grup Force kullanıcıları, galaksiyi kurtarmak için savaşa durmama kararı almış. Bir grup Force kullanıcısı bu kararı saçma bulup isyan etmiş. Büyük bir güçle girmişler savaşa. Savaşan her insan gibi, yorulmuş, yozlaşmış ve yontulmuşlar. Ancak savaşan diğer her insanın aksine, girdikleri büyük güç, kendileri olduğu için; evren bir anda temizlediğinden daha büyük bir karanlıkla yüzyüze kalmış. Daha da büyük bir savaş başlamış.
İlk Knights of the Old Republic bu savaşın sonlarını anlatıyordu işte. Jedi Order çaresizlikten çok çirkin bir taktiği denemek zorunda hissetmiş ve bütün her şeyin müsebbibi adamı kaçırıp, zihnini yıkamıştı. Biz o adamdık, ve külliyata göre bizim zihnimizi yıkayan kadronun tarafında tamamlamıştık oyunu. Bizim yüzümüzden karanlık tarafa düşen, ama bizim aksimize birinin tutup beynimizi yıkaması gibi bir hizmetle geri topluma kazandırılmak yerine infaz edilen eski arkadaşımız ve ordusu gitmiş, galaksiye barış gelmişti. Her şey yolunda gözüküyordu.
Ama KotOR II’nin karakterleri bunu anlatmıyorlardı. Revan’ın zaferinden sonra her şeyin ne kadar hayra alamet ilerlediğini söylemiyorlardı size. Mutluluklar, barış hikayeleri, şekerler ve çiçekler yaşanmamıştı Malak’ın düşüşünden sonra. KotOR II, çok bağırmadan ama altını kalın çizgilerle çize çize savaşların mutlu sonu olmaz diyordu size. Savaşlar, ya Telos‘taki gibi çevreyi yok ederlerdi. Ya Nar Shaddaa gibi karanlık sokakları ve cantina arkalarını yozlaştırırlardı. Ya Dantooine gibi tarihi düz ederlerdi. Ya da Onderon gibi, bir birlik, dayanışma ihtimalini mahvederlerdi.
Yani, diyordu KotOR II, savaşlar iyi bitmezler, diyordu; onlar yıkarlar, yakarlar, yozlaştırırlar ve yaralarlar, diyordu. Etkileri, diyordu, hemen hissedilmeyebilir. Zaferler, diyordu oyun ısrarla, kazanılabilir, diyordu; ama en nihayetinde kayıplar bitmeyecektir, önlenmeyecektir. Ve bunları ekseriyetle bir karakterinin ağzından söylüyordu bize. O karakteri de, bütün oyun boyunca, ufak ufak yerine koyarak, taşlarla örerek, şu son noktaya getiriyordu. Silahsızlanmak gerek, hem de ebediyen, hem de hemen.
Ve şöyle de bir alt not düşüyordu o muhteşem karakter: Bir Jedi’ın en büyük silahı, Güç’tür.
Bu yüzden Kreia; Malachor V‘da yaptıklarından sonra kendi kendini Güç’ten kesip atabilmiş olan Exile’a karşı muhteşem bir ilgi duyuyordu. Bu yüzden onu takip etmişti Ebon Hawk’ın içinde. Bu yüzden onu bir anlamda “kanatlarının altına almıştı”, onunla seyahat etmişti. Nasıl yapabildiğini anlamak istiyordu, neden yaptığını görmek istiyordu. En sonunda, Jedi tapınağında, öğrencisi eski ustalarıyla konuşurken anladı.
“Sağırlaştın”
“En sonunda, duymaya başladın.”
“Parçalandın”
“En sonunda, bir bütün oldun.”
“Körleştin”
“Ve en sonunda… görebiliyordun.
Güç ölmeliydi.
KotOR II’nin bu denli katmanlı ve derin olmasının en büyük sebebi, Kreia’nın da katmanlı ve derin olmasıydı işte. Karanlık değildi Kreia. Aydınlık da değildi. Siz bir fakire sadaka verince de kızıyordu, vermeyince de. Görüşleri, anlattıkları; ilk satırdan itibaren anlaması kolay şeyler değildi. Konuştukça konuşuyordu Kreia, ve onun anlattıkları bir anlamda duyduğunuz diğer her şeyi derinleştiriyordu. Bir noktadan sonra, başkalarının anlattığı şeyleri bile gidip Kreia’ya sormak adetiniz oluyordu. Sadece onun yorumlarını yakalayabilmek için, partinizde bir yeri Kreia‘ya ayırıyordunuz devamlı. Onu dinliyor, ona anlatıyor, onunla evrenin daha da göbeğine giriyordunuz. Yukarıda yazan ve oyuna dair iyi olan her şey, Kreia’nın fay hattından ilerliyordu. KotOR II Kreia’ydı. Kreia KotOR II’ydi.
Yıllar geçti. Star Wars adını taşıyan zibilyar şey çıktı piyasaya. Hiçbirinin içinde, bir Kreia olmadı. Hani olması da gerekmiyor ama, en azından bu karakter bu şekil eşsizliğini muhafaza etmeye devam ediyorken sanki biraz daha övmek lazım kendisini. E hazır da Star Wars Günü ya? Soluksuz bir analım istedik. Sevgili Obsidian, o muhteşem saatler ve bu muhteşem karakter için sınırsız teşekkürler. Sağol. Varol!