Aşağıdaki canlı çekim, bir televizyon programına ait. Tarih tam olarak 22 Şubat 1958. Sahnede dört kadın vokalden oluşan The Chordettes grubu var. Muhtemelen tanımadığınız, üstelik son üyesini de bu sene içinde kaybetmiş bir grup. Uzun ve parıltılı elbiselerinin içinde dört kadın, jön olduğu her halinden belli olan sunucunun şakacı sorularını yanıtladıktan sonra en bilinen şarkılarını seslendirmeye geçiyorlar. İşte bu noktada Geleceğe Dönüş serisinin sıkı bir hayranıysanız şarkıya atılan ilk adımdan dudaklarınızı yoklayan mırıltıyı fark etmişsinizdir. Bahsettiğim bölüm için üçüncü, şarkı için dördüncü dakikaya geçebilirsiniz.

Grup, sunucudan tutun seyircilerin üzerinde dahi etkisini görebildiğimiz 50’lerin usturupluluğuyla, çocukların gözlerine kum serperek uykuya dalmalarını sağlayan Mr. Sandman’e sesleniyorlar. “Ne olur bana bir rüya getir, en sevimlisinden olsun” derlerken sizce de asıl büyüyü onlar yapmıyorlar mı?

The Chordettes’in huzurlu sesleriyle yaptığı büyü devam ederken şimdi size sunduğum şeyse bir ölüm maskesi, hem de Dante’nin! Bu yazı nereye gidiyor diye endişelendiyseniz korkmayın lütfen ve tam gaz devam edin. Dan Brown’un Cehennem kitabını okumuş olanlar bu ölüm maskesini hatırlayabilirler. Romanın bir yerinde maskeyle karşılaşan profesör; maskenin kişinin ölümünün hemen sonrasında, yüze alçı ya da özel bir karışımın sürülerek kalıbının çıkartılmasıyla yapıldığını söylüyordu. Ürkütücü ama oldukça ilgi çekici bir iş olduğunu düşünmüştüm okurken. İnsanların böylesi tuhaf bir işe neden kalkıştığını ve ne kadardır sürdürdüğünü araştırdığımda, ölüm maskelerinin geçmişinin antik zamanlara kadar dayandığını gördüm. Hatta hepimizin aşina olduğu Tutankhamun’un altın maskesinin de bu örneklerden biri olduğunu öğrendiğimde zihnimde eksik bir parça yerine yerleşiverdi. Elbette yapılma şekli ve amacı farklıydı; firavunun öteki tarafa olan yolculuğunda onu kötücül ruhlardan korumak ve şanına yaraşır bir defin için tamamlayıcı unsurdu. Tıpkı antik şehir Miken kazılarında bulunup Agamemnon’la özdeşleşse de ondan çok daha önceye tarihlenen altın maske gibi.

Bu ölüm maskelerinin, antik çağların gösterişçi krallarının buyruğundan çıkıp yavaş yavaş soyluluk alameti olarak popülerleştiği tahmin ediliyor. Dönüm noktası hemen her şeyde olduğu gibi Ortaçağ Avrupası olmuş. Orta Çağda heykeltıraşlar ve ressamlar için pratik amaçlı, bir müddet sonra da soyluların cenaze ritüellerinde sergilenen heykelleri için kullanılmaya başlanmış. Ve günümüze doğru sivil halkın evine dahi girmiş; aile büyükleri koyuldukları köşeden, her daim evi gözetleyebilsin diye özel maske yapıcıları türemiş. Ben şahsen bir fotoğraf yeter diyorum, siz bu şekilde sergilenmeyi ister miydiniz? 

En tuhaf örneği ise ölüm anından beri koruduğu gülümsemesiyle, sanatçılar arasında sansasyonel bir figüre dönüşmüş, kimliği belirsiz bir kadının maskesi (L’Inconnue de la Seine). Bu maskenin intihar etmiş bir kadını inceleyen otopsi çalışanı tarafından yapıldığı aktarılmış, eğer gerçekten böyleyse ölümü yüceleştirmekten ziyade hüzün yarattı bende. Kadının yüzündeki ifadede yaşamın donduğu an sonsuza dek mühürleniyor.

Ölüm maskesinin Dante’de olduğu gibi önemli insanların anılması ya da suçluların yüz tiplerini ayırt etmek gibi farklı amaçları da mevcut. Yalnız romanda, Dante’nin maskesinin gerçek olduğu söylense de bilim insanları bundan şüpheli. Eğer merak ettiyseniz internette araştırmanız için koyacağım kaynaklardan gerçekten ölüm sonrası alınmış örneklerine ulaşabilirsiniz. Peki gelelim asıl soruya: Videoyla ölüm maskeleri arasındaki bağlantıyı görebiliyor musunuz?

L’Inconnue de la Seine

Bu siyah beyaz kayıt, o kadınlardan geriye kalan bir kabuk. Biz yaşayanlar bu video aracılığıyla gençliklerine bakıp şarkılarını dinleyebiliyor ve 1958’de geçirdikleri iki dakikaya şahit oluyoruz. Zamanda yolculuk etmek mümkün olana dek onlar bizim için hissetmeyen, düşünmeyen insan görüntülerinden ibaretler. Bu video bir nevi onların ölüm maskesi. Arkada bıraktığımız parçalarımızı ölüm maskelerine benzetiyorum. Yaptıklarımızı, eserlerimizi, fotoğraflarımızı… Bizden bir parça barındıran ama artık bizim de olmayan izler.

Bu benzerliği ölüm maskeleri ve video arasında ele aldığımda ilk bakışta gördüklerim şunlar; ikisi de cansız, ikisi de eski, ikisi de şu an sadece görüntü. Zora gittiğimde ikisinin de insan yaşamıyla ilgili olduğunu, ikisinin de bize bir şeyleri hatırlattığını, ikisinin de bu insanların arkasında bıraktıkları sabit noktalar olduğunu görüyorum. Dante de kadınlar da bedenen yok, ölümü yeni yaşıyor olsalardı bile şu an başka bir yüze sahip olacaklardı. Yıllar önceki eserleri onlardan bir ölçüde bağımsızlaştı. Biz de bir on yıl önce aynada nerdeyse başka birinin suratına bakıyorduk. Geçen hafta çektirdiğimiz fotoğraftakiyle bugün aynı kişi değiliz, içimizde ya da dışımızda bir şeyler fark ettirmeden değişti. Yani şimdiden değişmez maskeler edinmeye başladık ve geriye Instagram ya da Facebook hesaplarımızdaki fotoğraflarımızı bırakacağız mesela. Peki başka neleri?

İlkokulda öğretmenimiz Mimar Sinan’ı anlattığında, yaptığı eserleriyle hiç unutulmayacak diye imrenmiştim. Ne güzel, unutulmama gücüne kavuşmuştu. Ben de o gücü istiyordum. Ancak zamanla Mimar Sinan kadar ünlü olmanın çok da kolay olmadığını(!) fark ettim. Onun kadar güzel eserler yapabilmenin zorluğu bir yana, tarih çok büyük işler başarsa da adı anılmayan insanlarla doluydu.

İki şeye hakkım vardı. Özgürlük ya da ölüm. Birine sahip olamayacaksam, diğerine olmayı yeğlerdim diyerek kölelikten kaçan ve 11 yıl içinde, gizlice 70 kadar köleyi daha kurtaran, kadın hareketine destek olan, adı birkaç sene önce 20 dolarlık banknotlara basılma kararı alındığı halde bu kararın ertelendiği Harriet Tubman mesela. Yaşarken uzun yıllar hak ettiği saygı verilmemiş, bindiği trendeki kompartımandan kolu kırılarak dışarı atılmış ve zatürreden ölmüş. -Hakkında Acyberexile’ın kelimelerinden detaylı bir yazı da mevcut-

Belki de hiçbir zaman mümkün olmayacak gerekli takdiri görmesi. Ama zaten yaptıklarının büyüklüğü adının anılması ya da anılmamasıyla kıyaslanabilir mi? Gelecek nesiller için ilham verici bir ölüm maskesi bıraktığı tartışılmaz bile. Bu örneği görünce düşünmeye başladım, unutulma meselesi sandığım kadar önemli olmayabilir miydi?

Harriet Tubman

Üzerinden yılların ne ara yürüyüp geçtiğini anlamadığım Agent Carter dizisinde Peggy’nin söylediği bir söz düştü aklıma. Önemli bir olayı çözdüğü halde gölgede kalması gerekmiş ve takdir edilmemişti. Şüphesiz kırılsa da bunun haksızlık olduğunu söyleyen arkadaşına, tok bir sesle ben biliyorum yeter demişti sadece. Sade ama çok etkileyici bir replikti ve insana kendi değerini bilmek hakkında güçlü şeyler söylüyordu o kısacık sahnede. Kendine saygısı olan insanların zaferi vardı Peggy’nin yüzünde. Ancak maalesef ikinci boyuttan üçe gelmesini çok istesem ve dizinin bittiği gerçeğini reddetmeye çalışsam da -Ah Agent Carter, ne güzel diziydin sen!- Peggy, eninde sonunda kurgu bir dünyaya ait. Günlük yaşamda alkıştan vazgeçmek bu kadar kolay bir mesele değil. Yine de… Takdir edilmeyi istemenin yanlış bir tarafı yok ama yapılan işin hakkını vermediler diye değerini yitirmediği kabulü iyi bir başlangıç sanki.

Örneğin dağ başına yapılmış bir çeşmenin ne kadar önemli olduğunu düşünün. Yıkık dökük olsa da oradan geçen yolcuların minnettarlığını kazanmak, yollarının kalanını geçme gücü vermiş olmak büyük bir iş sayılmaz mı? Sahibinin ismi havaya karışıp gitmiş olabilir ama bir şekilde çeşmenin varlığı, hatta hayali bile birkaç kelimeden ibaret bir ismin yerini daha sahici bir şekilde almıyor mu? Tıpkı savaştan arta kalan çakmakların insana ilham olacak ölüm maskeleri hâline gelerek sahiplerini yaşatması gibi. Vietnam savaşında askerler, genelde eski filmlerden görmeye alıştığımız, havalı bir şekilde omuzdan geri fırlatılan zippo çakmaklara sevdikleri şekilleri veya yazıları kazıtırlarmış. Şunlar gibi:

 ‘Savaş cehennemdir.’

‘Bir insanı öldürdüğümde, elime geçen tek şey tüfeğimin geri tepmesi.’

Biz isteksizler, vasıfsızların liderliğinde bahtsızları öldürmeye ve nankörler için ölmeye gidiyoruz.’

Bu çakmakların sahipleri kimlerdi bilmesek de inkar edilemez ki her biri, akıl dolu mesajlar taşıyorlar. Asıl mesele tanınmak, bilinmek değil sanki. Hepimizin geride, kendi değerimize yakışan ölüm maskeleri bırakabilmemiz dileğimle. Adımızı bilen olsa da olmasa da. Çünkü bana kalırsa bu, bizim ölümü yeniş şeklimiz. Ne dersiniz?

Yazar: Cansu Özbay

Detaylı Bilgi İçin: Kaynak 1, Kaynak 2, Kaynak 3.

Author

Dünyanın en ihtiyacı olduğu anda ortaya çıkarak çeşitli konularda fikirlerini belirten yazarlar. Bir konuk yazar asla geç yazmaz, erken de yazmaz. Onlar, tam yazmaları gereken zamanda yazarlar.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.