MCU Dördüncü Faz’daki yeni durağımız olan The Falcon and The Winter Soldier dizisi tam gaz devam ediyor. Tam gaz devam ediyoruz etmesine de bu durakta fazla kalmayacağız, ne de olsa altı bölümlük bir dizi bu ve bir sonraki bölümde de bu diziye şimdilik veda edeceğiz. İşte tam olarak da bu yüzden bu dizinin bize göstereceklerinin hayli kısıtlı olduğunu unutmamak lazım ama gelin bu bölüm biz neler gördük bir konuşalım.
Öncelikle bu bölümün sondan bir önceki bölüm olmasını bir miktar önemli buluyorum. Çünkü bu dizide ne göreceğimiz, altı bölümlük bir macerada bize nelerin anlatılacağı artık tamamen belli oldu sayılır. Bu bölüm itibariyle dizinin tek atımlık kurşunu kaldı ve göreceklerimizin de büyük bir kısmını gördük. Genel olarak gidişatından da memnunum diyebilirim.
Bu bölüme gelince, hatırlayacaksınız ki çok sert ve belki de Marvel evrenindeki en etkili sahnelerden biri olabilecek o ana tanık olduk. John Walker’ın kalkanıyla yaptığı o kan donduran saldırı anı ve en sonunda da kana bulaşmış bir kalkan görmek bizler için oldukça etkileyiciydi. İşte o sahneye tanık olur olmaz aklımdan ilk geçen düşünce bizimkilerin bir an önce kalkanı geri almak isteyeceğiydi. Eh, aksi de düşünülemezdi zaten çünkü bizim bildiğimiz Kaptan Amerika böyle bir insan değildi. Mirasa kan bulaştı ve temizlenmesi için yanlış kişilerin elinden alınması gerekiyordu. Öyle de oldu ve hoş bir aksiyon sahnesiyle daha bölümün başında Sam ve Bucky, kalkanı John Walker’ın elinden aldı. Ha bu arada Falcon’un kanatları biraz hurdaya çıktı çünkü malum çakma Kaptan Amerika artık serum içmiş bir süper asker. Falcon’un kanatlarını da tavuk kanadı gibi yerinden çıkarıverdi.
Tabii bütün bu çatışmaların sonunda böylesi kan donduran ve uluslararası çapta etkisi olan bir olayın yargıya taşınması kaçınılmazdı. John Walker’ın bütün Kaptan Amerika unvanı ondan alındı, hayatının geri kalanında alacağı bütün ayrıcalıklardan men edildi ve kalkanı da bir an önce devlete teslim etmesi emredildi. Bizim John tabii ki bu duruma karşı çıktı, isyan etti ve muhtemelen serumu kullanmış olmanın gücüne dayanarak bir takım sivrilikler yapmaya devam edecektir. Hatta tam da bu noktada, maça şimdiye kadar görmediğimiz ve çizgi romanlarda bir SHIELD ajanı olan Valentina Allegra de Fontaine diye bir karakter giriyor. Son bölüm öncesi böyle yeni bir karakterin girişini nasıl bağlayacaklar emin değilim. Şimdilik John Walker’ın serumu kullandığından haberdar olan ve onu bir şekilde kendi çıkarları için kullanmak isteyen bir karakter olarak görüyoruz. Önümüzdeki bölüm bu karakterle ilgili yeni neler göreceğiz merak ediyorum.
Bu bölümde gerçekleşen önemli olaylardan bir diğeri de Baron Zemo’nun akıbetini görmemizdi. Gözümüzü Sokovia’da açtık ve Baron Zemo ile Winter Soldier arasındaki küçük bir sözlü çekişmeyi izledik ama benim merak ettiğim bir konu var. O sahnenin, hani şu Bucky’nin silahı doğrulttuğu ama ateş etmek yerine içindeki mermileri yere saçtığı sahnenin varlığını sorguluyorum. Burası Baron Zemo için özel bir anlam ifade ediyor muydu yoksa öylesine mi tasarlanmıştı bilemiyorum. Neyse işte bu küçük atışma sonrasında bizim Zemo’yu Wakanda adaletine teslim ediyoruz ki geçen bölüm bunun olacağını anlamıştık zaten. Bundan sonrası için Baron Zemo’ya şimdilik veda ettik gibi gözüküyor. Veda ettik etmesine de, kendisi bu kadar kısa süre aramızda var olmasına karşın en büyük internet şakalarından birine dönüştü. Bu da ayrı bir güzellik oldu Zemo’dan bize kalan.
Gelelim bu bölümün benim için en etkileyici olan sahnelerinden birine. Daha önce gördüğümüz ama hakkında bildiklerimizin sınırlı olduğu şu Isaiah karakteriyle olan ikinci görüşmemiz. Başından beri bu dizide odaklanılmasını beklediğim bir noktaydı bu siyahi kaptan figürü. Isaiah karakteri de bunun geçmişten gelen acı bir örneğiydi ve bu bölüm geçmişi biraz daha deşmiş olduk. Onun başından geçenleri, hükümetin onu nasıl kullandığını ve hayatının nasıl mahvolduğunu öğrendik. Öyle ki üzerinde yıllar boyu deneyler yapıp daha sonra da ölü ilan etmişler. Bütün bu geçmişin yanında ise onun, bugüne olan ümidi de tabii ki yok olmuş. İşte tam da bu yüzden, “Siyahi bir Kaptan Amerika olmasına asla izin vermezler.” diye bizim Sam’e öğüt verip durdu. Biraz düşününce adamcağıza hak vermeden duramıyorsunuz. Bütün Amerika fikri, insanlara verilmek istenen gaz ve ortaya çıkacak figürün istenen şekilde bir Amerikalı olması için uğraşmaları durumu ortaya koyuyor.
Bu dizide hoşuma gitmeyen, daha doğrusu ortaya çıktığı andan itibaren aklımdan bazı “acaba” sorularının geçmesine neden olan bir durum var. Sharon Carter’ın başından beri sanki gizli bir takım işlerin peşindeymiş gibi gözümüze sokulması, yasa dışı işlerle ve kişilerle uğraşıyormuş gibi gözükmesi bende bazı şüpheler uyandırıyor. Bu teori internet aleminde de çok dolaşıyor biliyorum ama umarım onun aslında şu malum Power Broker karakterinin ta kendisi olduğunu falan görmeyiz. Yani, sadece uçuk kaçık bir fikir gibi geliyor. Bunun dizide ve bizim şimdiye kadar gördüğümüz Marvel evreninde etkisi ne olur hiç emin değilim. O yüzden şimdilik sadece bunun olmamasını umuyorum.
Eh, gelelim bu dizinin başından beri herkesin beklediği o ana. Siyahi kaslı bir erkeğin dakikalarca ne kadar kaslı ve terli olduğunu seyretmenin eşliğinde kalkanla yapılan antrenmanlar. Tabii ki bunun olması kaçınılmazdı ne de olsa dizinin varacağı nokta da buydu. Elbet o kalkan, Sam’in eline geçecekti ve biz de kendimizi birkaç dakikalığına ter kokan bir spor salonunda gibi hissedecektik. Bu şov yapılması gereken bir şovdu, kabul edelim. Ha, her şey bir yana ben sonunda mirasın emin ellerde olduğunu bildiğim ve Steve Rogers’ın tam isteyeceği şekilde olmasa bile kalkanın Falcon’un eline geçmesinden mutluyum. Bu arada Bucky’nin Wakanda’dan istediği ve Sam’e teslim ettiği o son bir iyiliğin nasıl bir şey olduğunu merak etmiyor da değilim. Elbette bir çeşit zırh, kostüm veya Falcon’un kanatlarına benzer bir şeydir ama insan neye benzediğini merak ediyor.
Bildiğiniz gibi, dizinin bir de Flag-Smashers çetesini işlediği bir boyutu var ki bu bölüm birkaç kez kendilerine tanık olduk. Her ne kadar ben etkilerini halen çok ciddi anlamda hissedemesem de dizinin gerginliği artıran birkaç yönünden biri bu çete. Tabii bu etkiyi ben hissetmedim diye onlar örgütlenmelerine devam etmeyecek değiller. Çünkü bu bölüm gördük ki Pokemon Go oynar gibi sokağa çıksanız her yanınız Flag-Smashers çetesinden birileriyle dolabilir. Hatta artık işleri devlet kademelerine kadar taşımışlar çünkü birileri adeta Hydra ajanı gibi birbirlerine mesajlar vererek ters işler yapıyor, uluslararası toplantıları sabote ediyorlar. Gelecek bölüm bu örgütlenme ne gibi olaylara sebep olur, olayın çapı ne kadar büyür sanırım bunların cevabını alacağız.
Son olarak bir de elimizde bir credits sahnesi var ki birkaç paragraf yukarıda bahsettiğim şu John Walker’ın kendi başına işler çevirmesine odaklanıyor. Bir atölye veya garaj gibi bir yerde -yani genel olarak Amerikan filmlerinde bu tip işlerin yürütüldüğü amatör merkezlerde- kendisini bir kalkan uydururken görüyoruz. Uydururken diyorum çünkü sahiden çok uyduruk geldi gözüme. Yani ilahi John Walker, iki tenekeyi eğip bükünce üzerine de sprey boyayla kalkanın renklerini boyayınca amacına ulaşmış oldun mu yahu? Neyse, zaten böyle bir şeyin olması kaçınılmazdı ve oldu. Kesin bununla ilgili bir espri de döner sonraki bölüm. Bizim Falcon veya Winter Soldier güzel dalga geçerler bence, demedi demeyin.
Sondan bir önceki bölümde gördüklerimiz bunlardı ve dizinin genel temposuna uyan, çok detaylı bir şeyler görmesek de bir takım gelişmelerin yaşandığı bir bölümdü. Açıkçası bu bölümü ne çok kötü, ne çok iyi ne de tempo açısından çok başarısız veya başarılı buldum. Çok ortalama bir bölüm gibi geldi. Sizin bölümle ilgili görüşleriniz neler? Sizce sezon finalinde bizleri neler bekliyor?