Beni Twitter üzerinden takip ediyorsanız, Captain America: Civil War‘ın basın gösteriminden sonra şöyle bir beylik laf ettiğimi görmüşsünüzdür belki: “Civil War, Captain America filmlerinin en kötüsü, ama Avenger filmlerinin de en iyisi”. Bu lafı pek anlamlandıramayanlar oldu okuyanlardan. Gayet sübjektif bir sıralamaydı, o yüzden incelemede üzerine fazla gitmedim. Mesele Civil War’ı parçalarına ayırmak ve analiz etmekti. O yüzden biraz daha büyük perdeden baktım işte. Ancak, geçtiğimiz günlerde The First Avenger’ı bir daha izledim ve… Hazırladığım bazı laflar var.
Evveliyatla işe cümleyi parçalayarak başlamak gerek. Oradaki sıralamanın bir tarafı biraz bariz zaten. The Winter Soldier, pek çok kişi tarafından MCU’nun en iyi filmi olarak gösteriliyor zaten. Hatta Civil War’dan önce, neredeyse oy birliği vardı bu husus üzerinde. Bizim konuyla ilgili yaptığımız bir önceki listeye gelen yorumlardan on altısı kendi sıralamasını eklemiş, bu on altıdan on ikisi bir numaraya Winter Soldier’ı yerleştirmişti. O yüzden, Winter Soldier Civil War’dan daha iyi demek, kabul gören bir cümle.
Peki neden? Kağıt üzerinde, bunun böyle olmaması gerekiyor aslında. Zira Winter Soldier’daki hikaye örgüsü, direkt olarak Civil War’a akıyor. Pek çok elementini de muhafaza ediyor. Cap ile Falcon‘ın gelişen dostlukları, HYDRA gerçeği ve bunun sonucunda Black Widow‘un gizli dosyaları açık etmesi; ve elbette Bucky. Winter Soldier da bunları sevdiysek, Civil War’da da üzerlerine Iron Man, Spider-Man, Vision gibi eklentilerle gelmiş olmasına mest olmamız lazım… değil mi?
Değil. Çünkü Winter Soldier’ı sevmiş olmamızın sebebi konusu değil. Karakterizasyonu. Spesifik olarak, çizgi roman dünyasında Mark Waid, Mark Millar, Brian Michael Bendis, Jeph Loeb gibi yazarların bile çok anlamadığı; DC tarafının Superman ile ilgili çok daha önce ve çok daha keskin bir şekilde çözdüğü şeyin, senaristler Christopher Markus & Stephen McFeely tarafından damıtılıp önümüze sunulmuş olması. Cap’in karakteri. O karakterin nüansları. Süper gücü “haklı olmak” olan bir karakteri, ilginç yapabilmenin zaferi.
Winter Soldier’ın en iyi anı neydi sizce? Asansör sahnesi mi? Helicarrier’ların düşüşü mü? Cap’in Falcon’a takılması mı? Black Widow ile Cap’in arabadaki “ağzından öptün mü?” muhabbeti mi? Zola’nın büyük HYDRA twist’i mi? Bence bunların hiçbiri değil. Winter Soldier‘ın en iyi anı, Cap’i en kristalize ederek karşımıza sunduğu anı, Fury ve Cap arasında yaşanan diyalogdu. “Bu özgürlük değil. Bu korku”. Burada Rogers, yapılan şeyin kendi uğruna savaştığı her şeye ters olduğunu, kendi uğruna savaştığı ülkeye söyler çünkü. Amerikan bayrağıyla gezen adam, Amerika’nın yeni hâline posta koyar.
Ve o “yeni hâl”, yeni gözetlemeci, korkuyla yöneten, paranoyak hâlin de HYDRA planı olduğu ortaya çıkar zaten. Ve tam da bu sebepten Cap, Fury “SHIELD’ı nasıl kurtarırız?” başlıklı bir plan yaparken, yumruğunu masaya vurup, “SHIELD da aynı bok, HYDRA da aynı bok, ben ikisini de dağıtıyorum bu akşam” der. Ve tam da bu sebepten, önüne gelen Sokovia Accords’a bakıp, “Hükümetler planları olan insanlarca yönetilir ve planlar değişir” deyip, elininin tersiyle iter.
O hâlde soruyorum, tüm bunların temellerinin muhteşem bir şekilde atıldığı First Avenger’ı, nasıl daha iyi bulmayayım ben?
Soruyu değiştiriyorum. Civil War’ın en iyi anı neydi sizce? Spider-Man? Havaalanı sahnesi? Tony’nin flashback’i? Son kavga? Crossbones münakaşası? Vision ile Scarlet Witch’in yemek yapma maceraları? Tüm bunların arasında, bence filmin en iyi anı, fragmandan beri değişmedi. Tony’nin darbesiyle yere düşen Cap. Cap’e “Geri kalkma” diyen Tony. Ve ona şu cümleyi kuran genç, Brooklyn’li çocuk… “Ben bunu bütün gün yapabilirim.”
Yineliyorum, o an meyve veren muhteşem ağacın tohumunu diken First Avenger’ı nasıl daha iyi bulmayayım ben?
Civil War’da Cap “en güvenilir eller, yine bizimkiler” diyor ya? Onu diyor, çünkü kendisi Brooklyn’de bir çocukken, sırf “bir meselenin tepetaklak gittiğini gördüğünde kendisini durduramadığı” için yediği dayaklara rağmen tekrar ayağa kalkan bir çocuktu. Kendisi, devlet ona önce “asker olamazsın” dedikten sonra defalarca tekrar başvuran bir gençti. Ona “senden süper kahraman olmaz, gel seni dansçı maymum yapalım” denmesine rağmen, arkadaşının kaçırıldığını öğrendikten sonra tek başına HYDRA üssü basan adamdı.
The First Avenger, bunların hepsini muhteşem bir şekilde, nokta nokta, izleyiciyi sıkmadan, harika tokatlarla vurguladı. Ve bu yüzden, izleyici Civil War’a geldiğinde, şunun bilincindeydi: Bir Avenger olmak, bir süper kahraman olmak; zaten biri seni yıktığı zaman tekrar kalkmayı gerektirir. Bir dirayettir. Bu yüzden, dünyanın kaderini tayin edecek insanlar her zaman mevkisine elleri sıvazlayarak gelmiş politikacılardansa, yumruk yedikten sonra yerdeki çöp kapağını alıp, geri kalkan adamlara bırakılmalıdır. Steve bunu biliyor. Bunu biz de biliyoruz. Çünkü The First Avenger’ı izledik. Biliyoruz, çünkü The First Avenger bunu kusursuz bir şekilde vurguladı ve geri kalan tüm filmlerin işini devasa kolaylaştırdı.
Üstelik sadece bu da değil. Markus & McFeely, filmlerini Cap’i ve gelecek Marvel filmlerini sağlam kazığa oturtmakla uğraşmadıkları her saniyelerini iki şeye aşk mektupları atmaya harcadılar. Birincisi, Raiders of the Lost Ark tipi “serüven” filmleri. Aksiyon sahneleri, bunların stilize edilişi, görsel estetik… Onu da geçtim, zaten filmin içinde dahi Cap Raiders’ın o çok öykündüğü; Amerika’da 40’larda sinemalarda dizi hâlinde yayılanan “seri filmlerde” oynuyordu, hatırlasanıza? Red Skull bile “filmlerini çok severim Kaptan!” diyordu tanıştıklarında…
İkincisi de, çizgi romanların altın çağına. Cap’in doğduğu yıllara. Bunu da muhteşem, ince detaylarla yaptı harika ikili. O müzikal sekans ile, hem Cap’in ilk yıllarına şapka çıkardılar; arada savaşta çizgi roman okuyan askerleri; arada Cap’in çizgi romanını bayilerden balyayla alan çocukları göstererek, hem de Cap’in MCU içinde neden çok büyük bir figür olduğunu geri dönülmez bir şekilde açıkladılar. O yüzden hiçbirimiz, Coulson tutup “Abey, bütün kartların var bende, vallahi” dediğinde şaşırmadık. Tony Loki’yle konuşurken Cap’i “yaşayan efsane” olarak tanımladığında, sadece bir filmdir tanışıyor olmamıza rağmen kafamızı sallıyorduk.
Markus & McFeely tüm bunları kusursuzca verdiler; yani Cap’in karakterinin temellerini, MCU’nun içine oturduğu ahlaki rotayı, serüven filmlerinin estetiğini, çizgi romanların Altın Çağı’na aşk mektuplarını, Cap’in MCU içerisindeki statüsünü… Bir de aşk hikayesi anlattılar. Bir de bir dostluk hikayesi anlattılar. Bir de MCU’nun sinema tarafında gördüğümüz en iyi villain’ı sundular. Bir de pırlanta gibi bir dönem filmi çektiler. Öyle de güzel yan karakterler attılar ki işin içine, bir tanesine dizi yapıldı, ötekisi zırt pırt o dizide oynadı, diğerleri beş dakika gözükmelerine rağmen şehir efsanesi oldular, bir tanesi de koptu gitti Winter Soldier oldu zaten… Ha bir de yani, MCU’nun açık ara en hakkı kadar övülmeyen iki karakteri çıktı onların elinden, Abraham Erskine ve Colonel Philips…
Son kez soruyorum o hâlde… The First Avenger’ı, tüm bu notalara kusursuz bir şekilde basmış, ve Civil War’ın da kendi notalarına böylesine muntazam basmasına sebep olmuşken, nasıl daha çok sevmeyeyim? Civil War’ın çalışmasının sebebi First Avenger’ken? Civil War’ı Civil War yapan şey First Avenger’ın ta kendisiyken?
Kıymetini bilelim First Avenger’ın. Sevelim, sayalım. Hakkını da yemeyelim öyle. Ayıptır…