The Flash, geçen sezon çerezlik bir gençlik dizisinden başarılı bir süper kahraman dramasına evrilmeyi başardı. İzleyelim de kafamız dağılsın diye başına oturduğumuz dizimiz serpildi, olgunlaştı, giderek çizgi romanlara daha fazla referans vermeye, hatta sevilen hikaye örgülerini bile anlatmaya başladı. Thawne bilmecesi, zaman yolculuğu derken ‘multiverse’ mevzusuna bile giriş yaptık. Artık önümüzde olasılıklarla dolu sınırsız bir materyal var. İşler bundan sonra hem daha karmaşıklacak hem de daha eğlenceli bir hal alacak.
YouTube kanalımızda GeekMuhabbeti konumuz The Flash S02E01 idi:
The Man Who Saved Central City, gözyaşları eşliğinde yaptığımız finalden 6 ay sonrasında başlıyor. Bölümün başına oturduğum heyecanın aynısını yazının başına otururken yaşamadım maalesef. Aylardır yaşadığımız ayrılığın ardından bomba gibi bir ilk bölümle dönerler diye düşünüyordum, fakat geçen sezon finalinden kalan enkazı toplamaya ve yaralarını sarmaya çalıştıkları daha sakin bir bölümü uygun görmüşler. İyiydi kötüydü tartışması ayrı da bölüm boyunca o kadar hiçbir şey olmadı ki buraya kayda değer ne yazabilirim diye kara kara düşündüm.
Yazının bundan sonrası spoiler içerebilir.
Geçen sürede The Flash, bir şehir efsanesinden çıkıp bir halk kahramanına dönüşmüş. Öyle ki halk kendisi için bir Flash Day bile düzenlemiş. Barry’i ise, ilk sezonun başında gördüğümüzden çok daha farklı bir noktada bulduğumuza şüphe yok. Anlıyoruz ki sadece Eddie’yi kaybetmekle kalmamışız. Singularity’i durdurmak için kara deliğin içine girerken bıraktığımız The Flash’e Dr. Stein ve Ronnie birleşerek yardım etmişler. Singularity durmuş durmasına ama Firestorm’dan geriye sadece Dr. Martin Stein kalmış. Ronnie’nin ölümünün bıraktığı suçluluk bir yana Barry, en çok da Harrison Wells’in akıl hocalığının eksikliğini yaşadığını düşündürttü bana.
Geçen sezon Barry’nin tüm motivasyonu annesinin katilini bulup babasını hapisten çıkarması üzerine kuruluydu. Hal böyleyken, daha ilk bölümden 5 dakikalık bir kurguyla Harrison Wells’e bir video kaydı yaptırmak, “evet katil benim” dedirtmek, Henry Allen’ı hapisten çıkarmak ve hemen sonrasında daha hasret bile gideremeden adamcağıza yol vermek de biraz ayıp ve ucuz değil mi be kardeşim? Yani evet artık Henry’e ihtiyaç kalmadığını, Barry için bir motivasyon sebebi olmaktan çıkması gerektiğini ben de kabul ediyorum ama senelerdir bunun için uğraşmışken hemen gönderelim gitsin demek de biraz buruk oldu. Hapisteyken hiç olmazsa adamcağızı ziyaret ediyordu.
Bunun dışında kayde değer ne oldu diye düşünüyorum. Her zamanki gibi çok hakkı verilemeyen bir bölüm canavarımız vardı: Albert Rothstein. Kendisi, çizgi romanlarda Atom Smasher olarak bilinen bir süper kahraman. Gücünü Cyclotron olarak bilinen kötü dedesinden devşiren Rothstein, önce Noklan adıyla sonra da Atom Smasher adıyla suçla savaşıyor. Peki Greg Berlanti’nin kafasında ne vardı da bu kahramanı karşımıza kötü adam olarak çıkardı? Bu bölümde gözüken, Earth-2’den kopup geldiğini tahmin ettiğimiz kötü versiyonu, bizim dünyamızdaki versiyonunu öldürdü daha ilk bölümden. Buradan bir yere gidecekler mi, ne bileyim Earth-3’ten gelecek iyi bir versiyonu olacak mı bilmiyorum. İlk bölümde sadece dağılan ekibimizi bir araya getiren tutkal görevi görmekten fazlasını yapmadı. Bir de paralel evrenler arası geçiş yapabilme gücüne sahip adamım Cisco’nun durumdan kıllanmasına yaradı. Artık şu çocuğun meta-human olduğunu anlasalar da biraz eğlensek ya.
Ölülerimizi gömdük, yasımızı tuttuk, şimdi yola devam etme, önümüze bakma zamanı dedikleri bir açılış bölümü yaptılar. Evet fazla bir şey olmadı ama belki de gerekliydi. Aksiyona doyacağımız çok zamanlar olacak. Bunun da sinyallerini ilk bölüm ile verdiler. Çok efsane bir dönüş olmadı ama döndü ya, olsun.
Küçük Notlar:
- Sezonun yeni kötüsü Zoom’un adı ilk bölümde zikredildi. Kendisini Eobard Thawne ile karıştırmayalım. Burada bahsi geçen kişi Hunter Zolomon. Hunter Zolomon, Barry Allen’dan sonraki The Flash Wally West ile yakın ilişkiler içinde olan bir abimiz. Seri katil olan babası 6 genç kızı öldürmüş. Bunu öğrenen annesi polise gitmek isteyince annesini de öldürmüş ve polise direnince kendisi de vurularak öldürülmüş. Bunun akabinde FBI’a girip kız arkadaşı tarafından terk edilen ve FBI’dan uzaklaştırılan Zolomon, Keystone City’e gelip polisin Metahuman davalarıyla ilgilendiği departmanda danışman olarak işe giriyor ve burada çalışan Wally West ile kankaya bağlıyor. Yaşadıkları yetmemiş gibi bir de Gorilla Grodd’un Iron Heights’ta çıkardığı kargaşa sonucu bacakları kırılıyor ve yürüyemez hale geliyor. Ya bu nedir Allah aşkına? Dram dram dram. Anlatırken bile içim parçalandı.Neyse, Zolomon, Wally’den geçmişe gidip bu faciayı önlemesini istiyor ama “Yok hacı, ben şimdi geçmişe gidersem ortalığı karıştırırım, bulaşmayalım” cevabını alınca The Flash Müzesi’ne gizlice girip zaman makinesi görevi gören ‘kozmik koşu bandı’nı kullanmaya çalışırken yaşanan patlama sonucu güçlerine kavuşuyor. Zolomon, The Flash gibi hızlı koşma gücüne sahip değil, zamanı bükerek etrafındaki her şeyi yavaşlatmayı başarıyor. Bu da sanki diğer koşucularımızdan daha hızlıymış havası yaratıyor. Zolomon’un buradaki temel felsefesini bilmekte yarar var. Wally West onun için nefret ettiği salt bir düşman değil. Wally’nin yeterince iyi bir The Flash olmadığını düşünüyor. Barry’nin aksine Wally hayatında hiçbir trajedi, onu kamçılayacak, daha iyi ve daha güçlü olmasını sağlayacak bir olay yaşamamış. Zolomon’un gözünde Wally, kahramanlığı biraz laylaylom görüyor. Bu yüzden yaptığı her şeyi Wally’i daha da zorlamak için yapıyor. Sırf bu yüzden karısı Linda Park’ın hamileyken düşük yapmasına bile sebep oluyor. Dizide neden Barry’nin peşinde bilmiyoruz ama bir şekilde çizgi romanlardaki gibi Wally West’e bağlayacaklardır diye umuyorum.
- Aylardır promolardan da görüp heyecanımıza hakim olamadığımız Jay Garrick, ilk bölümden çok kısa da olsa “Dünyanız büyük tehlike altında” diyerek diziye teşrif etti ve üstelik daha fazlası da yolda. Barry’nin Crisis on Infinite Earths’e kadar kayıp olduğu sırada kırmızı kostümü devralan The Flash’imiz Wally West, Altın Çağ’ın iki ‘speedster’ı Johnny Quick ve Liberte Belle’in kızları olan Jesse Chambers veya diğer adıyla Jesse Quick de bu sezon göreceğimiz diğer koşucularımızdan olacaklar.
- Batman ışığı gibi gökyüzüne The Flash Light yansıtmaları hepimizi eğlendirdi sanıyorum? Batman diyemediklerini biliyorum ama Cisco’nun “sanırım bir çizgi romanda falan görmüştüm” demesi bile bana yetti.
- Harrison Wells, eğer yaz boyu okuduğum haberleri yanlış okumadıysam, paralel evrenden bizimkine geçecek gerçek Wells olacak. Bu sefer karşımızda Thawne olmayan, gerçekten de bizim çocuklara akıl hocası olabilecek bir adam duracak. Yalnız iki problem var: 1. Ölü biliniyor. 2. Katil olduğunu açıkça itiraf etti. Nasıl bağlayacaklarını merak ediyorum.
- Son olarak Grant Gustin’i fazla ağlatmayın artık rica ediyorum. Bu kadar içten, iç parçalayıcı ağlar mı bir insan arkadaş? Geçen sezon anasının ölümüne izin verdiğinde yeterince yürekleri dağlamamış gibi daha ilk bölümden de babasıyla vedalaştırdılar. Yatacak yeriniz yok.