Yalan olmasın, bir şeyi seven kitlesinden yüzde yüz ayrıştırabilecek kadar olgun bir zihnim olduğunu sanmıyorum. Eser ne olursa olsun, benim üzerimde ne etki bırakırsa bıraksın; etrafında toplaşan kitle gerçekten de benim parçası olmayı istemediğim bir güruhsa, soğurken buluyorum kendimi. Bu sadece popülariteyle ilgili bir kavram değil. Bir şey isterse dünyanın en meşhur filmi ya da dizisi olabilir. Yeter ki kendimi One Direction seven kitlenin sevdiği bir şeye aşıkken bulmayayım örneğin. Benim derdim o.
Bu saçma sapan ve kesinlikle ayıplanabilir dürtü, iki buçuk sene önce, The Last of Us 2013’ün en iyi oyunları listesinde köpek gibi övülmeye başlanınca da yaşanmıştı bünyemde. Eşim dostum övse, bir sıkıntı çıkartmayacaktım aslında. İşin doğrusu, Naughty Dog‘un kıyamet sonrası baba-kız güzellemesiyle ilgili benim de pek müspet hislerim vardı. Oyun dokunaklıydı, sürükleyiciydi ve belki de video oyunları tarihinin en güzel karakterize edilmiş iki kahramanına sahipti: Joel ve Ellie.
Yalnız oyunun bir takım kusurları da vardı, çoğunluğu da finaliyle ilgiliydi. Oyunun sonundaki hastane bölümünün mutlaka ki gerilimi yükseltmesi amaçlanmıştı, ama o bölüm bundan ziyade çok aksiyon bazlı ve zor olduğu için, yaşanması gereken duygusal boşalmanın da önünü tıkıyordu. Oyun sizi karakterlerin bedenlerine sokmakta çok başarılıydı, ama finalinde çok keskin bir karar için o kontrolü sizden komple alıyor, sinematiklerle son vuruşunu yapıyordu. Benim bunlarla problemlerim vardı, ve bu problemlerin hiçbirini dile getirmeyen kete ana akım oyun basını spastik bir tek seslilikle oyunu 2013’ün en iyisi seçince, kudurdum.
The Last of Us, benim için bu yüzden 2013’ü “saçma sapan yayınların seviyesizce övdüğü oyun” olarak bitirdi. Benim orada kızdığım şey, tüm dünya oyun basınından Naughty Dog’un başyapıtına 191 Game of the Year ödülü çıkmasıydı aslında. Last of Us’ı 107 GOTY ödülüyle GTA V takip ediyor, onun peşinden gelen BioShock Infinite ise 40 mecra tarafından senenin en iyisi seçiliyordu. Ben bu tek sesli oyun basınına dev kıl olmuştum o esnada işte. Benim aklım hayalim, toplam 338 yayından 191’inin bir eseri en iyi seçebileceğini almıyordu. Onlarca indie oyunun, farklı yapımın arasında. Bu kadar mı algısı ve vizyonu kıt insanlarla paylaşıyordum işimi ve hobimi?
O 2013’tü. Şimdi ise sene 2016. Ana akım oyun basınının düzayaklılığını içselleştirdim, kabullendim ve ilerledim. İşte o sırada da Fine Bros.‘un muhteşem serisi REACT’te, gençlerin The Last of Us oynamalarına denk geldim. Bir seneye yakın bir süredir bu oyunu oynamalarını izliyoruz. 1 Şubat’ta ilk bölümü koydular, Kasım’da ise sonlandırdılar. Her bölümü tek tek değil ama, sürecin büyük bir bölümünü izledim. Kontrolleri öğrenmeye çalışmalarından başladı iş. Sonlara doğru, onların gözünden çok kıymetli bir şey gördüm. Hepsi Joel ve Ellie’yi içselleştirdiler. Hepsi sürece kaptırdılar kendilerini, dünyaya girdiler. Sona doğru, hepsinin Joel’un kararıyla ilgili hissettikleri bir şeyler vardı, ve Naughty Dog’un hikayesi hepsine bir şeyler hissettirebilerek bitti.
Bunu izlerken, oyunun ne kadar hakkını yediğimi anladım. Çünkü onların hissettiği şeylerin kategori olarak çok farklılarını, ama seviye olarak birebir aynılarını ben de hissetmiştim. Daha da önemlisi, hatırlıyordum da. O [spoiler]’ı ilk gördüğüm anı, kış sahnelerini, hastane sekansını, finalden sonra kendimi ne kadar çarpık, yorgun ve ağır hissettiğimi… Bunların hepsini, onların gözünden tekrar yaşadım. Ve bütün video oyunlarının kıymetini, bu tip hisleri verebilmesi üzerinden tanımlayan bir insan olarak, The Last of Us’ın hakkını yediğimi anladım.
Bu video oyunu basınının dar düşündüğü gerçeğini değiştirmiyor. Ama The Last of Us’ın 2010’lu yılların en kayda değer işlerinden biri olduğunun da hakkının yenmemesi gerekiyor.
Videoları izlemek isterseniz, ki isteyin, ilk bölümü ve son bölümü şu şekildeler. Geri kalanı da The Fine Bros’un kanalında bulunuyor.