En son söylemem gereken şeyi -tabii ki ilk cümleden tatlar kaçmasın diye spoilersız olarak- baştan söyleyeceğim; The Mandalorian, ikinci sezonun dördüncü haftasında, şimdiye kadar ana hikâyesindeki en büyük gelişmeleri birazdan konuşacağımız The Seige isimli bölümde önümüze serdi. O sebeple yazının başına hem büyük bir şevkle hem de sonraki bölüme karşı büyük bir merak ve bir sürü soru işaretiyle oturmuş bulunuyorum. Güzel ve hisli bir giriş yapamayacağım yani, onu anlatmak istedim.

Kendi kendime bildirdiğim bu beyanın ardından, ikinci sezonun The Seige isimli dördüncü bölümü hakkında konuşmaya başlayabiliriz. Resimden sonrası spoiler içerecektir.

Bir önceki bölümde, şurada, Bo-Katan’ın “Ahsoka’yı buldemesi üzerine, artık, namı kendisinden önce yürüyen bu karakterle karşılaşmayı hepimizin beklediğini belirtmiş ancak yine de bu karşılaşmanın, dizinin “Bu bölümde de bu görevi alıyoruz” şeklindeki yapısı sebebiyle bunun hemen olamayabileceğinin de altını çizmiştik. Nitekim bölüm açılır açılmaz, Ahsoka’ya varasıya kadar, daha yolda uğrayacak yerlerimizin olduğunu anlamış bulunduk. İlk sahne için aslında Bebek Yoda’nın şirinliği -uzunca ve büyük küçük harf zahmetince yorulmamak adına bundan sonra kendisini Bebiş diye anacağım, kusura bakmayın – ve Mando’nun bayağı bayağı kötü ebeveynliğinden başka bahsedilecek bir şey yok. Fakat bölümdeki şirin Bebiş anları bahsini bir an evvel aradan çıkartmak için buradan başlayalım. Her ne kadar Bebiş ile Mando arasındaki bağların kuvvetlenmesini izleyebilmemiz için çocukcağıza elektrik çarptırmanın gereksiz olduğunu düşünsem de bu sahnenin, başka bir şeye dikkat çekmeye çalıştığını da düşünmeden edemedim.

Şöyle bir şeyden bahsediyorum, birbirinin sorumluluğunu zoraki de olsa üstlenince ister istemez gelişen bir baba-oğul ilişkisinin yanı sıra ufak bir usta-çırak ilişkisi çağrışımı yapmıyor muydu sizce de? Pek tabii bunu baba-oğul ilişkisi dâhilinde de görebiliriz fakat ben, senaristlerin bir adım ötesini düşündüklerini var sayarak, bu çocuğun Mando tarafından belirli belirsiz de olsa bir eğitime tâbi tutulduğunu göstermeye çalıştıklarını; aynı zamanda Mando’nun da bebekten öğrenecekleri olduğunu ileride anlatmak istediklerini de düşündüm. Çünkü Jedilerın çocuğun sorumluluğunu üstlenip üstlenmeyeceği henüz belirli olmadığı için, gücü kullanabilen bir çocuk olarak Bebiş’in illaki bir ustaya ihtiyacı olacaktı. Bebiş, Luke’un Usta Yoda’nın isteklerini karşılamaya çalışması ve bu esnada aralarında yaşanan latifeli olaylara benzer şekilde; Mando’nun isteklerini anlıyor mu, anladıklarının ne kadarını, nasıl yerine getiriyor yahut getirmemeyi mi tercih ediyor gibi birtakım soruların cevapları, ileride işimize yarayabilir.

Beklenebileceği gibi geminin tamiri Bebiş ile pek mümkün olmuyor ve bir önceki sezonun finalinde duygusal kayıplar verdiğimiz Nevarro’ya geri dönüyoruz. Burada, ilk defa Mando’nun kendi isteği dışında Bebiş’ten ayrı bir maceraya girişmesi söz konusu. Bebiş’i okulda bırakırken takındığı tavır, vücut hareketleri, söyledikleri bana, kedilerimi evde bırakıp bir yerlere gitmek zorunda kaldığımda, onlara bakacak olan anneme söylediklerimi hatırlattı. Mando’yu çocuktan ayırmanın bir şekilde olaylar ilerlesin diye yapıldığını biliyor olsam da “Yahu nereye gidiyorsun çocukcağızı almadan, şu gözlere bir bak!” şeklinde ekrana doğru taşkın sitemlerde bulunmuş olabilirim, inkar etmiyorum. Yalnız, Bebiş de makoronları ne güzel götürdü ha!

Ana ikilimizin ayrılmasından sonra olanlar ise bir eksik bir fazla, herhangi bir Star Wars, hatta ona da gerek kalmadan, herhangi bir macera dizisinin bölümünde izleyebileceğimiz gibiydi. Terk edildiği düşünülen bir yere gidilir, aslında terk edilmediği anlaşılır, gruptan birkaç kişi plan yapmaya çalışıp oyalanırken ana kahramanımız basitçe bunları içeriye sokar; sonra, tam önemli bir şeyler olduğunun keşfedildiği saniyede etrafı düşmanlar basar. Devamı da kaçış, kahramanımızın yine son dakikada birtakım kahramanlıklar yapması ve kapanış.

Bu sıralamada tek eksiğimiz, birinin fedakarlık yapmasıydı ama onu da ileriki bölümlere saklıyor olsalar gerek. Özellikle Stormtrooperların utanılacak kifayetsizlikleri cılkı çıkan bir seviyede olduğu için, The Mandalorian bölümlerinde ne zaman onlarla bir çatışmaya girilse zerrece gerilmiyor, durumu gereksiz buluyor ve sahnede de beni eğlendirecek başka bir şey yoksa sessizce bitmelerini bekliyorum. Bu bölümde de öyle yaptım, ne yapalım. Fakat yani, madem durum böyle, neden izliyoruz biz bu sahneleri? Bari koymayın da zaten küçülte küçülte otuz dakikaya çektiğiniz bölümlerin on dakikası, oraya buraya uçuşan kırmızı ışıkları takip etmeye harcanmasın. Örümcek koyun mesela, o gericiydi en azından.

İmparatorluğun kifayetsiz muhterislerini de sıyırdığımızda, bölümün asıl konuşulması gereken kısmına varmış oluyoruz. İlk olarak, gidilen bu yerin bir üsten daha öte olduğunu, bir laboratuvar olduğunu öğreniyoruz. Hemen ardından, bu laboratuvarda biri/birilerine güçle alakalı başarılar bahşedilebilmesi için Bebiş’ten kan transferi yapılmış olduğu ancak önceki deneklerden birinde deneyin ters gittiği bize söyleniyor. Bir tank var, bu tankın içerisindeki deforme olmuş gönüllü denek bedenin de aynı kaderi paylaşmasından endişe duyulduğu söyleniyor bize. Transfer edilen kan yeterli gelmiyor, Bebiş’i öldürmeden daha fazla kan anlamamışlar. Bu sebeple Midi-kloryana sahip başka birine ihtiyacı var deneyi gerçekleştirenlerin. Bunun için de birinin takip edilmesi, ona ulaşılması ve deneye onunla devam edilmesi gerekiyor. Sonucunda ise bütün bunların arkasında, bizim yaşadığını bildiğimiz fakat Mando’nun yeni öğrendiği Moff Gideon‘un olduğu açığa çıkıyor.

Böylece girişte söylediğim gibi, The Mandalorian, ana hikâyesi ve hedefi nokasında büyük bir gelişme yaşıyor. Bebiş’e ne yaptıklarını, ondan ne istediklerini biliyoruz. Çok belirgin olmasa bile, Moff Gideon ve İmparatorluğun hedefinde neyin olduğu hakkında bir fikrimiz oluyor. Mando’nun sonraki adımında ne yapacağını kestiriyoruz, Bebiş’in düşünüldüğünden çok daha büyük bir tehdit altında olduğunu ve doğru ellere bir an önce kavuşmasının sadece onun için değil, evren için de ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Son olarak da tabii henüz kendisiyle kanlı canlı tanışamadığımız Ahsoka’yı da nelerin beklediğini çıkartıyoruz.

Mando alelacele Bebiş’i alıp arkadaşlarını kurtardıktan hemen sonra, bir soğuk içecekle serinlemeye fırsat bile bulamadan yola koyuluyor ama bölümün en başında bize gemiyi tamir etmeye yollananlardan biri yakın planda, şöyle geriye doğru kötü karakter bakışı atarken gösterilmişti, o da boş durmamış. Bölüm sonunda Bebiş’in fazla makaron ve havada takla atmaktan istifra etmesiyle “Burada uğraşmam gereken şeyler var” diyen Mando’nun, kendisi farkında olmasa bile, gerçekten uğraşması gereken şeyler var. Bunları ne zaman ve nasıl fark eder, bilemiyoruz fakat elinde olan tek avantajı, hızlı ve sürekli bir şekilde hareket ederek gizlenme avantajını kaybetmiş durumda. Yola yaya olarak devam etmeyecekse, şansı da pek parlak görünmüyor.

Bölümü yolcu etmeden önce bir de Moff Gideon’a, takip cihazının Mando’nun gemisine yerleştirildiğinin ve Bebiş’in hâlâ Mando ile beraber olduğunun haberinin verildiğini görüyoruz. Burada Gideon, hazır olacaklarını söylüyor ve gözümüze bir zırh çarpıyor. Bu zırhın ne olduğu hakkındaki yorumlar Dark Trooper ile Death Trooper arasında gidip geliyordu. Fakat Geekyapar’ın youtube kanalına gelen bir yorumda bu zırhın, görme engelliler için hazırlanmış olan sesli betimleme esnasında “Dark Trooper” şeklinde betimlendiği yazıldı, onu da eklemiş olayım. Aralarındaki fark ne derseniz, çok kısaca Dark Trooperların içerisinde insan olan bir nevi savaş androidleri; Death Trooperların ise Güç kullanabilen trooperlar olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Daha detaylı ve anlaşılır şekilde bilgi vermek isteyen olursa, yorumlarda görmek isterim.

Öyle veya böyle, alışkın olduğumuz trooperlardan daha elit, daha eğitimli ve muhtemelen çok daha güçlü olacaklarını; Mando’yu zora sokacaklarını söylemek güvenli. Bu zırhın nasıl kullanılacağı da başka bir teoriler silsilesi. mesela zırhı Güç ile birleştirince deneylerin amacı, Darksaber’ı elinde bulunduran Moff Gideon’ı da işin içine katmak üzere, sıradan insanlara yahut klonlara da Gücü kullanma becerisi vermek olabilir. Ancak Güç kullanabilen seri üretim klon ordusu denklemden çıkarsa, Dark Trooperlardan, Fallen Order‘daki gibi biraz daha eğitimli bir birlikten yahut da bunlar gibi bir başka karışımdan bahsediyorsak yani, olay muhtemelen Skywalker hikâyesine bağlanacak, deneyler de Snoke‘a varacak. Gördüğüm kadarıyla deforme olmuş deneğin bedeni ve gösterildiği sahnede kullanılan Snoke temasının da destekleyebileceği şekilde, en yaygın çıkarım Snoke üstüne ilerliyor.

Star Wars evreninin derin ve sıkı bir hayranı olmadığımı daha önce de söylemiştim, bu da kendi başına köklü hayranlar kadar tekrarlayan temalardan sıkılmamış olduğumu gösterir. Ama ben bile olayın Snoke’a, Skywalkerlara, son üçlemeye bağlanmasını arzu etmiyorum. Öte yandan gidişat öyle gösteriyor, zaten The Last Jedi‘da ilk kez Gücün insanları iyileştirmede, ölümden döndürmede kullanılmasının emaresi, The Mandalorian’da sergilenmişti. Bir bakıma bu dizinin bir misyonunun da yeni serideki boşlukları doldurmak, yamalar yapmak, daha anlaşılır kılmak olduğu söylenilebilir. İzleyip göreceğiz, ne diyelim.

Eh, bayağı da bir konuştuk, artık yavaştan kapatalım yazıyı. Bu bölümde zaten gerçekten güzel olan müziklerin çok daha güzel ve yoğun kullanıldığını söylemeden geçmek istemiyorum. Ayrıca küçük göndermeler olarak mesela, ilk sezonun sonunda kendisini feda eden IG-11‘in bir büstünün Nevarro’daki okulun girişinde gözükmesi eklenebilir. Örümcekli bölümde gördüğümüz Cumhuriyet pilotunun bu bölümde tekar gelip Alderaanlı Cara’ya “Ben o esnada askerdeydim, kaybettin mi birilerini sen?” sorusunun, nereden baksak ahmakça olduğunu da belirtmek istiyorum. Muhtemelen kendisini birçok kez daha göreceğimiz için ikisine böyle bir sahne yazmışlar ama yine de ahmakça. Sonra bir de yine internetin bana verdiği arama yetkisine dayanarak, üsteki çatışma esnasında arkadan kot pantalonu ve tişörtüyle bir set çalışanının kadraja girdiğini de söylemiş olayım.

Hepsinin toplamında birkaç ânı saymazsak, sonraki bölümü merakla bekliyorum. The Jedi isimli beşinci bölümü, Dave Filoni yönetecek. Şimdiye kadar her bölümün isminin o bölümde yer alan olayları, karakterleri açıklaması ve Filoni’nin karaktere yakınlığı sebebiyle artık Ahsoka ile tanışacağımıza yönelik büyük bir beklenti var. Bir de tabii bu bölüm itibariyle tanıtım filmlerinde gösterilen her şeyi izlemiş olduk, onun da etkisi var; zaman bu zamandır diye elimiz kulağımızda. Fakat içimden bir ses, The Jedi isminin belki de Ahsoka’yı, ilk aklımıza geldiği şekliyle anlatmıyor olduğunu söylüyor. Sonraki bölümde Mando ve Bebiş’i Jedilara ulaşmış ancak misalen takip cihazının yol açabileceği problemler gibi pek çok farklı yeni macera sebebiyle Ahsoka’ya varamamış bulabiliriz. Bir yandan Rebels ve Klon Savaşları’nı da izlemediğim için, artık şu meşhur Ahsoka ile tanışayım diyorum ama bir yandan da onu olabildiğince sonlara saklayıp büyük bir patlama, belki de bir arkası yarın hedeflediklerini düşünüyorum. Yaparlar mı? Yapmazlar dimi?

An itibariyle Moff Gideon, Mando ve Bebiş’in; Bo-Katan Moff Gideon’un, Mando ve Bebiş ise Ahsoka’nın peşindeler. Buradan sonrası spekülasyon açıkçası, önümüzde bir haftadan az var, bekleyip göreceğiz. Siz ne dersiniz, bölümü nasıl buldunuz? “Midi-kloryan”ın ardından, olayların Snoke’a dönmesi söz konusuysa bu açıdan hisleriniz neler? Sonraki bölümde Ahsoka ile tanışabilecek miyiz? Yazıya ekleyeceğiniz bir şey olur muydu?

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.