Eser ve yaratıcısı arasındaki bağ, kopmak üzere kurulan bir bağ. Yazılan her cümle, çizilen bir resim, lensteki gözle deklanşördeki parmak arasındaki mesafeyi zihinde aşan fotoğraf karesi ancak ortalık yere terk edilirse kanıtlar kendini. Kamuya mâl olma kavgasında eserin başına nelerin geleceği ise, şansın insafındadır. Rüştünü ispatlayanlar için bile yeni kapışma alanları çıkar durmadan; uyarlamaların uyarlamasının yapıldığı yıllarda tüketim çarkları bir tehlike olarak belirebilir örneğin. Ve Yüzüklerin Efendisi gibi kallavi bir eser dahi, tahtı yapılsa da bahtının yapılamadığını gösterebilir. Mesela ilk filmlerin görkeminde umutla dolan heves depomuzu, yapılan diğer uyarlamalarla tam takır hale getirmeleri duruma acı bir kanıt.
Amazon Prime üzerinde yayınlanan The Rings of Power dizisi ilk sezonuyla hepimize Hüküm Dağı’na ulaşmaya çalışan Frodo’yla empati kurdurtmuştu. Bölümler ilerledikçe içimizi basan karanlıkla baş etmenin çeşitli yollarını aramış, kimimiz teselliyi ilk üç filmde kimimizse kitaplarda bulmuştuk. Ve beklenilen gün geldi, dizi ikinci sezonuyla geçtiğimiz haftadan beri tekrar aramızda. Yapılan ahmaklıkların gölgesi ruhumuzdan silinir mi bilmiyoruz ama göz ucuyla bu sefer ne yapmışlar diye bakmaktan da geri durmuyoruz. Hayal kırıklıklarına ufaktan hazırlanırken, hiç değilse külliyattan bahsetmeye bahanedir diyerek seriden laflayalım istiyorum. İlk olarak da dizide sakal tıraşını ihmal etmeyen ama Tolkien’in tasvirlerinde gri limanlar kadar uzun gri sakallarıyla da müsemma olan elf beyi kimdir, kimlerdendir bakalım mı?
Círdan, Cuiviénen’de gözünü açan ilk çağ elflerinden biri. Kendinden önceye uzanan bir ata soyu yok, dolayısıyla ben buraya sıfırdan geldim sözünü icat edenlerden olabilir. Siz geliyorken ben gidiyordum da diyebilir yahut. Çünkü Valar’ın çağrısına uyarak yola çıkan üçüncü anlamındaki en kalabalık grup Nelyar’ın içinde. Ama göçü en ağırından alan grup bu aynı zamanda. Çok haklı bir bahaneleri var: Yolda gördükleri her şeye hayret etmek ve haklarında şarkılar söylemekle meşguller. Bu sebeple onlara arkadan gelenler anlamında Teleri denmeye başlanıyor zaten. Elf doğsaydım grubum belliymiş.
Böyle aheste aheste ilerleyişlerini sürdürürlerken, Beleriand ormanlarında Maiar Melian ile karşılaşan liderleri Elwe, aşk felcine uğruyor. Şaka değil, ilk bakışta aşkın gücüyle Nazgûller dahi kapışamaz Orta Dünya’da. Sevdaya tutulan Elwe ve Melian’ın elleri kolları tutmaz oluyor, şuurlarını kaybedip kıpırdayamıyorlar bir yerlere. Bunun üzerine Teleri elfleri, yana yakıla liderlerini aramaya başlıyor. Arayışta en sadık olan da Nōwē.
Ama Teleri bu tantana yüzünden hedeflerine normalden de geç kalıyor ve Ulmo’nun çağrısını kaçırıyorlar. Dolayısıyla kıyılara vardıklarında çok geç, akrabaları gitmiş bile. Kayıplarına üzülürlerken Ulmo’nun geri dönüşünü Maiar Ossë eşliğinde ve Olwe liderliğinde beklemeye başlıyorlar artık. Henüz sakalları çıkmamış çıtır Nōwē’nin görev adamı olduğunu belli edişi de burada gerçekleşiyor: Valinor’un Işığı’nı görür görmez aşık oluyor Nōwē. İki ağaçtan gelen saf, kötülüğün dokunmadığı bir ışık bu.
Aynı zamanda da ariflik demek. Yani bilgiye ve irfana aç bir elf olan Nōwē’nin içinde yakıcı bir arzu oluşuyor Valinor’a ulaşmak için. Ama yine de bu büyük arzusuna kement vurmayı başarıyor ve herkes vazgeçtiğinde dahi Elwe’yi aramaya devam ediyor. Ulaşamadığı o ışığın zaten bir parçası olduğunu da kanıtlıyor böylece.
Bu arada Ossë de kıyıdaki elflerle iyice ahbap olmuş, onlarla denizcilik bilgisini paylaşmaktan memnun. Bir noktada beklemekten sıkılan Nōwē, öğrendiklerinin birikimiyle gemi yapmaya başlıyor hatta. Adı bu esnada gemi yapımcısı Círdan’a dönüşüyor ve çağlar boyunca da öyle kalıyor. İyi ki de işe koyulmuş çünkü Elwe’yi ararken Ulmo’nun gelişini yine kaçırıyor. Kaderin attığı zarla kıyıda, uzaklaşanlara bakarken buruklaşsa da kararlı; ne olursa olsun yaptığı gemilerle Valinor’a varacak!
Valar’ın sesi kalbine işte tam o dramatik anda musallat oluyor. Ona gemilerinin yola bir vakte kadar dayanamayacağını, ama o vakit geldiğinde de şarkılara konu olacağını söylüyorlar. Yani kaderinde ululardan ulu olmak var, kendisi bunu talep etmese de. Görev bilinciyle söylenenleri kabulleniyor Círdan. Ardından gökyüzüne yükselen bir geminin vizyonu doluyor gözlerine, yıllar sonraya bir kehanet taşıyarak.
İnen vahiyden sonra, Ossë tarafından kalmaya ikna edilen kıyı halkından bir kısmına efendilik yapıyor Falas civarında. Erdemlerini daha o zamandan anlıyor, köpüklü kıyının halkı, Falathrimler. İki gösterişli liman kuruyorlar orada: Biri Eglarest diğeri Brithombar. Bu debdebenin arasında cana gelen Elwe de Thingol adını alarak Doriath kralı olunca özerk bir bölgeye dönüşüyorlar. Melkor ve düzeni bozma inadı arka planda şahlanırken, yavaştan elflerin dönüm noktası da yaklaşıyor: Fëanor’un yemini. Bu arada Thingol adı tanıdık geldi mi? Silmaril avı veya Beren’le Luthien desem nasıl olur?
Noldor elfleri gittikleri yoldan geri döndüklerinde onları sevinçle karşılıyor Falathrimler. Mereth Aderthad dedikleri ve binyıllar sonra bile neşeyle andıkları bir birleşme şöleni yapıyor, dostluk yemini ediyorlar Noldor elfleriyle. Sanki akrabalar ayrılmamış, acı anlaşmazlıklar yaşanmamış gibi oluyor bir an için. Oysa ilk akraba katliamı çoktan gerçekleşmiş, dökülen kanların dedikodusu havayı bulandırarak limanlara varmış bile. Círdan’ın göreve sadıklığı yine devrede: Gelen haberlerde Melkor’un izi olduğunu sezinliyor ama duyduklarını kralına haber vermezse de içi rahat etmeyecek.
Doğruyu seçeceğini umarak bilgilendiriyor Thingol’ü. Ne yazık ki iyi niyetin tartışma kazanlarına odun attığı anlardan biri bu: Thingol, Noldor elfleriyle arasına demir perde çekiyor, savaşta yanlarında durmuyor.
Neyse ki yaşayan tüm elflerden daha bilge Círdan. Bir araya gelmenin akan kanı durduracağını biliyor ve Hithlum bölgesine yapılan saldırıda, Noldor’a yardım ediyor. Sayısız Gözyaşı Savaşı sonrasında ise birçok elf, onun limanlarına sığınıyor. Sığınanları geri çevirmezken kendini de zorlu bir mücadelenin ortasında buluyor elf beyi. Çarpışmalar ve ork saldırılarıyla Falas düşüyor. Halkıyla deniz yoluyla Sirion Ağızları ve Balar adasına kaçarken Gil-Galad’ı da yanına alıyor. Elfler sık sık savaştan korunsunlar diye çocuklarını onun yanına gönderiyorlar zaten. Yunan mitolojisi için Centaur Kheiron neyse Círdan da Orta Dünya için belli ki o.
Savaşın devamında Ulmo yoluyla yeniden bir haber alıyor ve Nargothrond halkına şehrin köprüsünü yıkmaları gerektiğini söylüyor. Ancak dikbaşlı elf gururunun önünde Ulmo’nun ulağı bile olsan duramazsın. Neticede ejderha Glaurung’un hışmı güzide elf şehrini vaktinden önce düşürüyor. Gil-Galad ise son Noldor kralı olarak taç giyiyor. Orta Dünya’daki her kritik olayın ardında bir adet Círdan var gördüğünüz üzere.
Yalnızca yüce kral Gil-Galad’ı sağ salim büyütmekle kalmıyor Círdan, kıyılarına gelen Eärendil ile de dost oluyor. Onun Vingilot’u yapmasına yardım ediyor ve vizyonunda gördüğü geminin de bu olduğunu anlıyor. Eärendil’in alnında Silmaril ile Valinor’a ulaşıp yardım getirmesinde, Círdan’ın payı devasa. Aracılığından ötürü Valar tarafından onaylı, üstün görü gücüne sahip artık. Tercümesi şu: Zaten her daim ağzından çıkanlara kulak verilmesi gereken Círdan, artık iki kat dikkatle dinlenmeli. Peki dinleniyor mu dersiniz? Sakalının boyu bile fayda etmiyor maalesef.
Üstelik Valar’dan aldığı yeni çağrıyla Valinor’a ulaşma arzusuna yine uymuyor, Batı’ya giden gemiyi sonunda yapabilmişken yerinde kalıyor. Denizciliğin kitabını topraklarından asla ayrılmadan yazmasına da dikkat. Arkamızda Círdan gibi bir elf olsun, Melkor’a iki Silmaril borcumuz olsun gerçekten!
Öfke Savaşı’nın ardından Beleriand deniz altına gömüldüğü için ikinci çağda, Lindon’daki Gri Limanlar’a efendilik yapmaya başlıyor. Numenor’a giden gemileri bizzat tasarlıyor, Dunedain’i güvenle adaya geçiriyor. İkinci çağ 600’de gemiler tekrar geldiğinde, onlara denize dair bildiği ne varsa öğretmekten de çekinmiyor. Ve Numenor çöküp kıtalar yeniden şekillendiğindeyse, elfleri Valinor’a ulaştıran Düz Yol onun gemileriyle aşılabiliyor ancak. Akrabaları için hiç görmediği Aman diyarına köprü olmaya devam ediyor. Fedakarlıkta özel bir namı yok mu ama?
Güç yüzüklerine başta karşı olsa da güvenilirliğinden ötürü Gil-Galad ateş yüzüğü Narya’yı ona verdiğinde alıyor. Elflerle İnsanların Son İttifak Savaşı’nda İsildur’un yüzüğü Hüküm Dağı’na atmasını sağlamaya çalışsa da başaramıyor. Kaderi önceden gören Cassandra ya da bilim insanlarının talihsizliği var üzerinde. Çaresiz, felaketin kaçıncı kez çökmesini beklerken üçüncü çağda, 1050 civarında limanlarına gelen Istarileri karşılıyor. Ve Gri Gandalf’taki iradeyi sezdiği için ona Narya’yı veriyor. Gandalf’ın bitmez tükenmez dayanıklılığının, ateşli muhalefetinin bir kısmına vesile oluyor şüphesiz.
Hem elflere hem insanlara yetişmeye çalışıyor ayrılışların ve bekleyişlerin efendisi. Gondor’un parçalanan krallıklarından Arthedain kralı Arvedui’ye gemi göndermekten, Batı’ya kilitlenen Elostirion palantirinin koruyuculuğuna dek iş başında. Hatta üçüncü çağın sonunda özel bir gemiyle Valinor’a ulaştırıyor bu taşı. Ölüleri taşıyan Styx nehrinin kayıkçısı tembel kalıyor yanında. Tüm savaşlar boyunca limanlarında durup Batı’nın öğütlerini dinliyor, kıyıda nöbetçi bir sur gibi zamanını bekliyor. Orta Dünya’yı kıyısından derleyip devşiriyor.
Yüzük taşıyıcıları dahil, geri kalan elfleri güvenle karşıya geçirip tam dört çağ bekledikten sonraysa, Celeborn’la birlikte son gemiye binip nihayet Orta Dünya’dan ayrılıyor. Limanların azizi, çektiği çilelerden sonra elf ömrünün kalanında Valinor’a eriyor. Eru korusun, ne hayat ama!
Bazı eski notlarında becerisinin büyüklüğünden olsa gerek, onu Noldor elfi olarak da düşünmüş Tolkien. Çok maharetli, sözünün iki kıyıda da eri olan bu elf, yıldızlar kadar keskin gözleri ve gri sakalıyla Orta Dünya’ya Eldar beyefendiliği katanlardan. Dediklerinin yapılmayışı ve ardından yaşanan felaketler de kaderimize dinamitle koştuğumuzu anlatan bir vurgu olsa gerek. Orthanc kulesi kadar sağlam iradeli ve görevine sadık Círdan, ayaklı bilgelik Gandalf’ın yerine köklenmiş hali sanki. Herkes onun çeyreği kadar sabırlı, sözüne sadık ve aklı başında olsaydı, önlenecek felaketleri bir düşünsenize? Büyük gri bilgelerden birini anlattığımıza göre gerçekliğe geri dönelim. Sizce Ben Daniels’ın canlandırdığı hali başarılı mı, Círdan’ın sakin karizması yansımış mı ekranlara, ne diyorsunuz?