Başlamadan iki şey belirtmek lazım. Birincisi yazıda spoiler yoktur. Genel bir değerlendirme yaptım, izlememiş olanlara fikir vermesini istedim. İkinci söylemem gereken şey de, nice fantastik esere sahip olsam da Shannara kitaplarını -belki de Türkçe çevirilerinin kötü kapak seçimlerinden dolayı- hiç okumadım. Eğer okumuşsanız, sizin yorumlarınız benimkilerden farklı olabilir. Yorumlarda paylaşırsanız seviniriz. Anlaştıysak başlayalım.

İzlediğim işlerin çok gerçekçilik tabanında olmasını tercih etmem. Eğer film/dizi izliyorsam, bir kitap okuyorsam bana normalde görmediğim, bazen hayal bile edemediğim şeyleri göstermesi çok daha hoşuma gider. O sebeple her zaman fantastik eserlere karşı bir zaafım olmuştur. Ama kolay değil başarılı bir fantastik dizi çekmek. Öyle evinin arka bahçesinde çekip, “Burası Elf diyarı” diyemezsin. Balkonunu çekip “Ahanda bu saray” dersen olmaz. Evin bodrumu çekip “İşte burası da uçsuz bucaksız zindan” dersen gülerler sana. İyi bir şey ortaya çıkarmak istiyorsan öncelikle izleyeni bambaşka bir dünyada olduğuna inandırman gerekir.

944874_960803823955819_861684024158022725_n

Bu sebeple “the Shannara Chronicles”ı ilk duyduğumda kafamda soru işaretleri uyanmıştı. Televizyon bütçesinde etkileyici bir iş çıkartmak zaten zordu. Hele bir de diziyi MTV’nin yaptığını duyduğumda hayallerim iyice yıkıldı. MTV eskiden olduğu gibi gençleri anlayan, onlara yön veren bir müzik kanalı değil, popülizm ile beslenen bir “genç” kanalı olmuştu. Sonra ilk fragmanı geldi ve bu önyargılarımı az da olsa kırdı. Şurada da bahsettiğim gibi endişelerim hala vardı ama en azından bir şansı hak eden bir dizi olacak gibi duruyordu.

5 Ocak’ta dizinin ilk iki bölümü bir arada yayınlandı, hemen ardından üçüncü ve dördüncü bölümler de internete düştü. Artık endişelerin, önyargıların yerini kararlara, yorumlara ve tabii ki incelemelere bırakma zamanıydı. Ben de an itibariyle ilk üç bölümü izledim ve ilk intibam dizinin kesinlikle bir şans vermeye değer olduğu. Kusursuz değil, bir Yüzüklerin Efendisi veliahtı değil ama en azından vaat ettiği pek çok şeyi başarıyla yapmış; endişelerimin bir kısmını silip atmış, boşa çıkarmış olduğunu rahatlıklıkla söyleyebilirim.

shannara-chronicles-tree

Dizinin en güçlü yanı görselliği diye düşünüyorum. Yukarıda bahsettiğim başka bir dünyada olduğunuz hissini kesinlikle size aktarıyor. Gerçekten çekimler için ciddi emek harcandığı, bu emekle beraber mekanların etkileyiciliğine bir hayli kafa yorulduğu çok belli. Gerçekten büyülü bir dünyadasınız ve dizi her anında sizi buna inandırmak için ciddi bir çaba harcıyor, sonunda da başarıyor. Bu çok önemli zira buna bir kere inandıktan sonra dizinin -eleştirmen şapkasıyla bakıldığında- negatif gelecek yanları o kadar da önemli olmuyor.

İlk iki bölüm bize “Four Lands/Dört Diyar”ı tanıtıyor ve yavaş yavaş maceramızın girişini yapıyor. Four Lands’de yıllar evvel Şeytanlarla çok ciddi savaş olmuş, iyiler elbetteki kazanmış ve iblisleri “Ellcrys” adlı ağacın içine hapsetmişler. Tabii ki bu mutluluk çok uzun sürmüyor. 300 yılcık bir şey, mutluluk deyince dişin kovuğunu doldurmaz. İşte biz diziye başladığımızda da işler kötüye doğru gitmekte. Ellcrys yavaş yavaş ölmeye başlayınca, şeytanlar da birer birer hapislerinden kurtuluyorlar. Tabii ki işleri kurtarmak da bizim yarım akıllı kahramanlarımıza düşüyor. Sonuçta Dört Diyarı’n geleceği bu uyumsuz, isteksiz, art niyetli falan karakterlerimizin eline kalıyor.

mgid-uma-image-mtv

Hikaye hiç duymadığınız bir şey değil ama yukarıda söylediğim gibi, farklı bir dünyada olduğunuza inandığınız anda hikaye de buna son derece uygun bir şekilde ilerliyor. Bir nevi dinlemek istediğiniz, bu dünyada geçmesini istediğiniz bir hikaye anlatılıyor size. İlk bölümler başlangıcı son derece başarılı bir şekilde sunuyor. Güzel mekan çekimleri, başarılı sahne tasarımları sizi içine alıyor. Sonra hikayenin girişi yapılıyor ve siz de yavaş yavaş kendinizi bu dünyaya kaptırmaya başlıyorsunuz. Bu sırada karakterler yavaş yavaş bize tanıtılıyor.

Bu noktada ana karakterler biraz fazla “MTV işi” olmuşlar. Hikayenin üzerlerinden dönmesi gereken Will, Amberle ve Eretria güzellik, görüntü, kostüm falan olarak doyurucu olsa da hem karakter olarak çok klişe olmuşlar, hikayeleri biraz klişe yazılmış,. Ayrıca görece daha deneyimsiz oyuncular tarafından oynandıkları için güzel bir yüz ya da şekilli vücuttan daha fazlasını pek sunamamışlar. Ama bu eksiyi yan rollerle kapattıklarını söyleyebiliriz. Manu Bennett Spartacus’ten sonra da Deathstroke olarak bizde özel bir yer kazandı. Buradaki Druid performansını da güzel buldum ben. Hani alışılagelmiş güçsüz görünümlü güçlü büyücü tasvirlerinden farklı olarak kaslı yapılı, acık hödük bir rehber karakter hoşuma gitti.

12494808_960249757344559_4287727137415342976_n

Onun dışında LotR’da dwarf olarak sevdiğimiz John Rhys-Davies‘i elf kral Eventine Elessedil rolünde görmek de hem hoş bir espri olmuş, hem de kendisi role güzel bir ağırlık kazandırmış. Onun dışında James Remar‘ın oynadığı Cephalo karakterini de başarılı buldum. Yani ana ekip zaman zaman tat vermese de bu babalar ortalığı güzel bir toparlıyor, genel kadro olarak da dizinin sınıfı geçmesini sağlıyor.

Bu arada ana kötümüz The Dagda Mor da dizinin artılarından. Görsel olarak etkileyici bir işe imza atmışlar, kesinlikle korkutucu bir duruş ve görünüş yakalamışlar. Bunun yanında kendisini çok fazla kullanmamaları, kısıtlı sahnelerde kendisinin gücünü göstererek ve çoğunlukla da ismen anmaları da karakteri sağlam bir kötü adam haline getirmiş. Bölüm sonu canavarlarımızın da güzel tasarlandığını, yer yer animasyonel sıkıntılar dışında başarılı göründüğünü söyleyebiliriz. Tabii bunu söylerken bir televizyon dizisi standartlarına göre değerlendirdiğimi ekleyeyim.

930246_ori

İlk iki bölüm girizgah zaten ve başarılı olduğunu söyledim. Üçüncü bölümle beraber ana hikaye biraz sekteye uğruyor. Yer yer klişe anlatımlara giriyorlar, bazen fazla “young adult” moduna geçiyorlar, bir de buna ana oyuncuların da bu moda fazla uymaları dizinin o etkileyiciliğinden bir tık götürüyor. Ama tekrar söylüyorum, bu dünyada bu tip sıkıntılar çok da can sıkmıyor. Sonuçta büyük ihtimalle kitabı bugün alıp okusanız aynı duyguları hissettirme olasılığı yüksek. O yüzden o sayfaların kanlı canlı karşınızda olmasına biraz daha fazla kredi vermemiz gerektiğini düşünüyorum.

Sonuca gelirsek. Karşımızda Lord of the Rings gibi bir destan yok. Görsel anlatımı ona yakın olsa da, içerik o kadar dolu ve doyurucu değil. Ona kıyasla çok daha az epik bir hikaye var. Hani destan değil de masal diyelim mesela. Yine dizimiz Game of Thrones gibi ayaklarını yerde tutma zorunda hisseden, fantastik dünyayı daha gerçekçi sunmaya çalışan bir iş de değil. Gerçekçilikten uzak durup burasının bir fantastik diyar olduğunu bilen ve kendisini buna göre konumlandırıyor The Shannara Chronicles. Tam da ikisinin arasında, dev bir beklentiye girmeden çok keyif alacağınız, bu büyülü mekanlarda daha fazla zaman geçirmek isteyeceğiniz, bildiğiniz ama dinlemekten keyif alacağınız bir hikayeye sahip bir dizi var karşımızda. Zaten çok fazla alternatifi de yok, eğer gözleriniz büyüler, elfler, şeytanlar arıyorsa şu an için elimizdeki ortalamanın üstü, bu yoklukta da biraz daha fazla değer atfetmemiz gereken bir dizi.

Eee izleyenlerden yorum alalım. Siz nasıl buldunuz Shannara Chronicles’ı?

Author

A Man Who Walks Alone... @tutkutuzlu

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.