An itibariyle göbeğinde durduğumuz için kıymetini bilmek ve kavramak zor, ama emin olun, bundan birkaç yıl sonra bu çağın belirleyici gruplarından biri olarak anılacak Arctic Monkeys. Tüm yaptıkları, ettikleri ve başardıklarına rağmen hâlâ önemlerini yeterince içselleştirebildiğimize emin değilm. Bana bundan on yıl sonra, yirmi yıl sonra dönüp 2000’lere ve 2010’lara baktıklarında Arctic Monkeys diyeceklermiş gibi geliyor. Ve onun hemen sonrasında da, cümlelerine şunu ekleyecekler: “Elbette, AM albümü…”
Öyle mühür bir albüm AM. 2013 yılının Eylül ayında çıktı. Ülkemiz için karışık zamanlardı, ama dünya da az girmiyordu birbirine. Suriye’de savaş yeni tırmanıyordu. Birkaç ay önce Papa değişmiş, Mali’de işler kötüleşmişti. Edward Snowden NSA’nin röntgenciliğini açık edip Rusya’ya kaçmış, dünya Hugo Chavez’i kaybetmişti; bilmiyorduk ama Lou Reed ve Nelson Mandela ile olan vaktimiz de sınırlıydı.
Çıktığı gibi özel bir albüm olduğu anlaşıldı AM’in. Albüm Birleşik Krallık listelerine bir numaradan girdi. Böylelikle Arctic Monkeys ilk beş albümünün beşini birden bir numaradan açan tek bağımsız grup olarak oturdu Britanya’nın haşmetli müzik geçmişine. Senenin –Daft Punk’ın eşit derecede mühür albümü Random Access Memories’den sonra– en hızlı satan ikinci albümüydü. Bu yerel bir fenomen de değildi üstelik. AM dokuz ülkede listelerin zirvesine çıktı, onlarca ülkede ilk 10’a girdi. Yetmedi, NME tarafından çıkışından birkaç ay sonra tarihin en iyi 500 albümünden biri olarak gösterildi. Sayısız mecmua yılın albümü ilan etti. Yıl sonunda ödüller dağıtıldı, BRIT’inden Q’suna her türlü ödülü kaptı götürdü evine.
O dakikaya kadar yedi senede toplam beş albüm çıkartmış olan Arctic Monkeys, bunun peşi sıra gelen dört senedir dış dünyaya WhatsApp’tan ses kaydı bile atmadı.
Bana tüm övgüleri, ödüllerini ve sevgi sellerini geçerseniz AM‘in ne denli mühür albüm olduğunu en çok bu ispatlıyor gibi geliyor. Arctic Monkeys elemanları bir araya geldiler, herkes yapabileceğinin ve olabileceğinin zirvesindeydi, bize bu albümü bıraktılar, turladılar ve sonra durdular. Çok iyi bir iş çıkartırsınız da, sonrasına dinlenmelerin en tatlılarına yatarsınız ya istemeden? O doymuşluktan dolayıdır. Olmuşluktan ötürüdür.
AM‘in böyle mühür olacağı daha addan belliydi işte. Albümün adı esasen Alex Turner’ın çok coştuğu bir küçük siyah amfiden alınacak ve The New Black olacaktı. Yalnız albümün pişirdikçe bunun daha fazla bir şey olduğunu fark ettiler. Albümün feyz noktalarından biri Velvet Underground‘du, onların VU albümünden isim tarzı ödünç aldılar. En sevdiğinizin ceketin yakasına adınızın baş harflerini işlersiniz ya? Öyle bir nakış mühürdü amaçladıkları.
Ve bir yandan, daha da fazlasıydı. AM, ante meridiem demekti, öğleden önce; gece saatlerinin peşi takısıydı. Ve şairin dediği gibi, geceyarısından sonrası sabah söyleyemediğin şeyleri söylemek içindi. Albümün kapağına da yansıdı bu, amplitude modulation, Türkçe’siyle genlik modülasyonu görmüş bir sinyalin dalgaformuydu kapak. O kapak, sonrasında ilk şarkının ilk klibine de görsel lisan oldu.
Ve yarabbim, lütfen, lütfen Do I Wanna Know‘u konuşabilir miyiz biraz artık? AM zaten ilk dört şarkısıyla yumruk gibi boğazınıza doğru açılan bir albüm, eyvallah, elbette. Hiç kimse R U Mine ve Arabella‘ya “hoh” diyemez benim karşımda. Ama DO I WANNA KNOW ya. Do. I. Wanna. Know. Affedin, belki biraz hiperbol gelecek size, ama ben gerçekten bazen kendimi tüm o maziyi yakıp “gelmiş geçmiş en iyi rock şarkısı” ödülünü Do I Wanna Know’a vermek isterken buluyorum. Dört yıldır döndüre döndüre, her ortam ve her hissiyatta dinliyorum şarkıyı. Bir defa baydığımı hissetmedim. Bir defa şarkının tekrara düştüğünü ya da parıltısını kaybettiğini hissetmedim. Bir defa bile şarkı üçüncü dakikasından sonra adım adım vitesi arttırıp kafamı içeriye doğru gömebilme yetisini kaybetmedi.
Belki çok öznel yargılardır bunlar. Neticede AM, benim için müzikte sevimli gelen yirmi beş farklı unsur içeriyor. Albümün sound’u hip hop’tan, özellikle de Dr. Dre önderliğindeki Batı Yakası funky/groovy sound’undan çok feyz alıyor. Humbug ile Arctic Monkeys’i sapıttırmadan olgunluğa taşımız müthiş insan Josh Homme iki şarkıda back vokal yapıyor. Albümü yaparken tüm grubun en çok dinlediği iş, Ziggy Stardust. Ve bir de, işte, albüm Do I Wanna Know ile açılıyor. Bütün bunlar benim için yıldızları bir araya getirip, ekstra bir önem atfediyor olabilir. Bana yine de, şu epey nesnel bir cümle gibi geliyor:
AM dinlemeden ölmemeniz gereken albümlerden biri.
O yüzden, buyurun: