Küçükken çok detay içermeyen, masalsı hikayeler pek çekici gelmezdi bana. İlla ki tüm detaylarıyla şekillenmiş, ayakları sapasağlam yere basan hikayeleri severdim. Büyüdükçe, artık yorduğundan mıdır nedir, daha hafif, çocuk masallarındaki tam olarak ne olduğu belirsiz dünyaları merak eder oldum. Tabi çocuk masalları derken basit ve klişe hikayelerden ziyade yetişkinlere hitap eden daha soyut, daha gizemli hikayelerden bahsediyorum. Biraz da tam zamanında bu meraka kapılmışım, zira aynı dönemlerde bu tür hikayeler barındıran oyunlar etrafımızı sarmıştı. Geçen hafta da Mad Max’e gittiğimde izlediğim Tomorrowland fragmanı yetişkinler için bir masalın beni beklediğini düşündürtmüş, film oldukça ilgimi çekmişti. Nerede olduğu belli olmayan gizemli bir şehir var, oraya gidebilecek gizemli bir adam var, “Hah işte aradığım film” demiştim kendi kendime. Ama biraz yanılmışım anlaşılan.
Filmin yönetmenliğini, The Incredibles ve MI: Ghost Protocol ile tanıdığımız Brad Bird yapıyor. Lost’un yaratıcılarından ve Prometheus ile Star Trek Into the Darkness’tan tanıdığımız David Lindeloff, Bird’e senaryo için eşlik ediyor. Bu isimleri görünce film ile ilgili meraklanmamak biraz zor. Durun! Hemen gaza gelmeyin, işin aslı biraz başka.
Tomorrowland, bir flashback ile başlangıç yapıyor. 1964’te mucitlik yapmayı aklına koymuş genç Frank Walker (Thomas Robinson/George Clooney) elinde çantası, içinde “jetpack” icadı ile New York Dünya Fuarı’na gidiyor. Çalışmayan icadı pek beğenilmeyince evinin yolunu tutacakken Athena (Raffey Cassidy) adlı bir kızın verdiği rozet sayesinde Tomorrowland adlı her yerinden teknoloji akan esrarengiz bir şehirde buluyor kendini. Günümüze döndüğümüzde NASA mühendisi bir babanın kızı olan Casey Newton (Britt Robertson) ile tanışıyoruz.
Dünya her gün daha da kötü bir hale gelmekte, insanlar bir distopyaya doğru gittiklerini düşünmektedirler. Uzay araştırmaları ile ilgili çalışmalar iptal ediliyor, hatta Casey’nin babası bu yüzden işinden oluyor. Casey ise kaybettiğini kabullenmektense sonuna kadar çabalamak isteyen bir kız, bu yüzden babasının çalıştığı fırlatma istasyonunun yıkım çalışmalarını sabote edip sürekli başını belaya sokuyor (Film boyunca Casey’nin bu huyu ise biraz fazla gözümüze sokuluyor). Tomorrowland’e gitmeyi sağlayan rozetlerden biri bir şekilde eline geçiyor. İşin garibi bu rozete her dokunduğunda kendini birdenbire uzaklarda masalsı bir şehrin göründüğü buğday tarlalarının ortasında buluyor. Bizimki durur mu tabi, hemen buraya nasıl gidebileceğini araştırmaya koyuluyor.
Uzun anlattım değil mi? Öyle. Filmin kendisinin de biraz uzun bir giriş bölümü var, ama hikayenin asıl kısmı başlayınca keşke daha da uzun tutsalarmış diyeceksiniz, emin olun.
Macera başlayınca neden ortaya çıktıklarını film boyunca anlayamadığımız kötü robotlar ve cıv cıv cıv (kafa beyin kalmadı) diye ateşlenen silahlar birdenbire peydah olurken, yetmiyor kör göze parmakla sokulan mesajlar ardı ardına sıralanıyor. Haliyle girişte verdiği umut sönmeye başlıyor, fragmanı izlerken söylediğim sözler yerine “Benim yeğeni bu filme götürsem çok beğenir aslında” derken buluyorum kendimi. Aslında film daha ilk dakikalarda Tomorrowland’i hızlıca göstererek fragmanda yakaladığım gizemi çoktan kaybetmişti. Kalan gizemler de açığa çıktıkça çok klişe bir film izlediğinizi fark ettim, finaliyle beraber de ağzımda iyiden iyiye ekşi bir tat ile ayrıldım sinemadan.
Peki filme ismini veren bu Tomorrowland neymiş diye merak ediyorsanız, biraz ondan bahsedelim. Tomorrowland, uzun zaman önce dünyanın en zeki ve hayal gücü en geniş adamlarının kurduğu oldukça ileri teknolojilerin kullanıldığı ütopik bir şehir. İki ders arası şehri jetpacklerle turlayan çocuklar, şehrin içinde oradan oraya uçan trenler, havada asılı bir şekilde katman katman duran havuzlar, neden öyle tasarlanmış olduğuna anlam veremediğiniz aletlerle dolu bir şehir. Hardcore bilim kurgu eserlerinde tasvir edilen türden bir bilim kurgu şehri beklemeyin, bu şehir biraz daha Jules Verne tarzında (kendisi de kurucularından biri olduğundan olsa gerek!)
Filme giderken bilmediğim bir detay vardı. Dünyanın 5 yerinde Disney’in Tomorrowland adlı büyük eğlence parkları mevcut. Filmdeki şehir adını bu parklardan alıyor, rozetteki logo yine bu parkların logosundan, ve zaten Tomorrowland’deki ütopik toplum da Walt Disney’in EPCOT fikrinden esinlenilmiş. Eh film Disney’e ait zaten, ben de malumun ilamı yapıyorum. Bunu öğrendikten sonra filmle ilgili taşlar biraz daha yerine oturuyor. Walt Disney’den ve gerçek hayattaki Tomorrowland’lerin bahsi filmde de geçiyormuş fakat sonra Disney filminde Disney’den bahsedilmesi tuhaf gelince filmden kesilmiş.
Tomorrowland’de CGI yapaylığı biraz kendini belli etse de, görsellik konusunda fena bir iş çıkarılmamış. Tomorrowland’in ilginç mimarisi ve tuhaf teknolojileri izlemekten keyif alıyorsunuz. Aksiyon sahnelerinde kullanılan CGI için aynı şeyi diyemeyeceğim. Bu arada Casey rozete her dokunduğunda yapılan ani geçişler çok başarılı olmuş.
Bu sene sinemada kadın rol modelleri konusunda çok bereketli oldu doğrusu. Bunun için Tomorrowland de bir ürün vermiş, Britt Robertson Casey karakteriyle özellikle küçük yaştaki kızlara zıpır zıpır bir rol modeli göstermiş. Athena’yı oynayan Raffey Cassidy’nin performansı çok sürpriz oldu. Aksiyon sahnelerinde bir Hit-Girl daha mı geliyor dedirtti resmen. Film bitince hemen klişe lafımızı esirgemedik, gelecek var bu kızda. George Clooney ise rolüyle tam bir baba figürü olarak göze çarpıyor. Baba figürü diyince aklınıza babacan bir tavır gelmesin, sinirlenen, kızan, bağıran, çağıran, söylenen gerçek bir baba! Hakikaten adama bu rol çok güzel gitmiş. Bir de Hugh Laurie var, bu adamın bu filmde ne işi var diye düşündürüyor insanı.
Tomorrowland iyi bir başlangıç yapıp kötü biten bir film. Senaryosu için çok sağlam bir kaç köşe işaretliyor fakat bu köşeleri birleştirip ortaya düzgün bir şekil çıkaramıyor. Klişe senaryosu ile yetişkinlere pek hitap etmediği açık. Ama hani bazı çocuk filmleri vardır ya, çocuklar çıldırarak izlerken siz o 2 saat boyunca sinemaya geldiğinize bin lanet edersiniz, Tomorrowland o kadar da yetişkin düşmanı bir film değil. Yanınızda çocuğunuzla, yeğeninizle, küçük kardeşinizle filan gidin yani beraber güzel vakit geçirirsiniz.
1 Comment
Bu filmle ilgili aklımda tek bir şey var o da Mad Max:Fury Road
Bu film yüzünden Imax olarak izleyemedik ona yanıyorum.