Önce derin bir iç çekerek başlayayım yazıya.
Şunu hep beraber bir netleştirelim: Bu yazıyı yazıyor olma mecburiyetim, iyi bir portre değil hiçbirimiz açısından. Gerçekten. İyi bir vaziyete işaret etmiyor yani. Her şeyden önce, tüm politik ve insani imalarından da ayrıştırıldığında, bağlamıyla birlikte sadece dahiliyetçi olmaya çalıştığı çok belli olan ve parçalayıcı / bölücü / ayrıştırıcı olamayacağı zaten coğrafi kapsamına duyduğu saygıyla müsemma bir tabiri savunma mecburiyeti, neresinden baksanız, hüzün verici.
Ama belli ki, böyle bir mecburiyet var. Zira geçen gün, bizim kendi topraklarımızdan çıkan, kendi kültürümüze ait bir YouTuber’ın, uluslararası arenada gördüğü takdiri gururla anlattığımız bir yazıda, Türkiyeli tabirini kullandık. Görüp görebileceğiniz en vatansever hareket falandı herhalde yaptığımız. Biz Barış Özcan’ın başarısına, beraber göğüs kabartalım diye yazmıştık o yazıyı. Yalnız yorumlar, “Helal olsun Barış” yorumlarıyla dolacağına, “Türkiyeli lafı nereden çıktı?” gibi sorgulamalarla doldu.
Aynı şey Ezel Akay’ın, Türkî kültürden ögeler kullanarak fantastik film nasıl çekilirin bizce dersini verdiği filmi Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü‘yü övdüğümüzde de başımıza gelmişti. Türkiye’nin nadide oyun başarılarından Monochroma’yı överken de yapımcısı Nowhere Studios’a “Türkiyeli stüdyo” dediğimiz için sorulmuştu aynı soru. Bu örnekleri arka arkaya dizerken sarhoş değildim. Yerli üretim, yerli geeklikleri övdüğümüz yazıların altında birikti bu merak baloncukları. Niyeyse, “vatana” dair bir şey övmek önemli değildi. Onu överken vatan tarafından kabul edilmiş olan literatürü de kullanmak gerekliydi.
Bu sorular her zaman vardı. Bu itirazlar her zaman duyuluyordu. Bir ara devletimizin erkanı “çözümdür ya” deyince, durulur gibi oldu. Sonra da şüphe yok ki, son aylarda ciddi bir artış da gösterdi grafiği yukarıya doğru. “Türkiyeli lafı nereden çıktı?” diye soruyordu herkesin yorumları. O soranlar cevap muhtemelen cevap beklemiyordu ya hani, olsun. Usuldendir. Biz yine de anlatalım. Sonra siz yine kızın aşağıda yorumlarda.
Türk nedir? Önce bununla başlayalım. Çünkü zannediyorum, Türkiyeli lafına itiraz eden insanlar, Türk tabirini Türkiye’ye ait olan olarak tanımlıyorlar. Doğru mu bu? Yani bir üst kimlik mi Türk? Çünkü etnik ve milli kimlikler konuşulurken, iki kategori açılır insanın önüne. Biri üst kimliktir. Coğrafi ve siyasi bir aidiyet teşkil eder. Biri de alt kimliktir. Etnik ve ırsi bir aidiyeti sembolize eder. Türk bu iki kategori arasından, ilk alana mı düşer yani Türkiyeli lafına kızan haşmetmeaplarının gözünde?
Okey, bunu kabul edelim. Türk, Türkiye’ye ait olan olsun. Örneğin Hrant Dink için, “Ermeni asıllı Türk” diyelim. Benim hiçbir itirazım yok. O zaman yalnız, biri bana, şu adamı nasıl tanımlayacağımızı da anlatsın.
Fatih Akın. Almanya doğumlu bir insan. “Türkiye‘ye ait olan” kapsamında değil yani. Ancak kendisini Türk olarak tanımlıyor. Ne yapalım bu insana şimdi, “Hayır kardeş, sen Alman bir insansın, kusura bakma” diyelim mi? Hayır, demeyeceğiz elbette. Çünkü bizim Türkiyeli lafına yaptığımız itiraz, esasında Türk kelimesinin, hem alt kimlik, hem de üst kimlik olarak tanımlanmasını gerektiriyor. Bu itiraz, temelinde, Türk’ün tek kimlik olması gerekliliğini kabul ediyor.
(Bu noktada bir parantez açıp, bir gelebilecek eleştiriyi de bertaraf edelim. “Alman diyorsun, ona da Almanyalı desene tırrek” diye kendinden geçenler olacak. Onlar kendilerine mani olsunlar. Alman, kendi başına bir üst kimliktir zaten. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Prusyalılar, Bavaryalılar, Bilmenereyalıların birleşip oluşturduğu bir varlık bu. Zaten federal bir devletin kimliğinden söz ediyoruz. Kalmış ki, “Alman da yapıyor bak” diye bir savunma mı olur, bize ne elalemden?)
Peki, Türk diye bir şey yok mu? Elbette var. Fatih Akın bir Türk. Ben de bir Türk‘üm bu arada. İstatistiki olarak, bu sayfaları okuyan 10 kişiden 7’sinin de Türk olması lazım. Ancak 3’ü değil işte. O üçü, Türkiye’de bir bölümü resmi dökümanlarca tanınan (Yunanlar, Ermeniler, Yahudiler), büyük bir bölümü de tanınmayan (Kürtler, Araplar, Çerkezler vb.) etnik azınlıklara dahil. E hoş, güzel. Peki biz, 10’da 10’u tanımlamak istediğimizde ne diyeceğiz? O durum ne alemde?
Çünkü Türk, aynı anda bir etnik kimlik olmaya devam ettikçe (ki bin yıllardır ettiğine göre, etmeyeceğini düşünmek çok saçma) bir üst kimlik olarak otomatikman baskıcı, asimilatif ve tektipleştirici olacak. Çünkü bir üst kimliği, beraberinde alt kimlik anlamını da muhafaza ederek etnik azınlıklara sunduğunuzda, esasen şu ikilemi koyuyorsunuz önlerine: Türk olmak zorundasın, çünkü Türkiye’ye aitsin, ama Türk olmak aynı zamanda etnik olarak da bir anlam taşıyor. O yüzden aynı anda Kürt, Çerkez, Laz, Arap, Ermeni, Yunan ya da bir başkası olman da, en hafif tabiriyle, ayıp.
Bu bana gereksiz ve dayatmacı geliyor. Ben doğusundan batısına, bu ülkenin topraklarında yaşayan hiç kimseyi kimliği yüzünden değişmek zorunda hissettirmeyecek ve kültürel bir baskı kurulmasına ön ayak olmayacak bir kelime kullanmak istiyorum. Herhalde 1920’de Mustafa Kemal Paşa’nın yanında olsam, “Paşam Anadolu Cumhuriyeti koysak mı adımızı ya?” da derdim, çünkü romantik bir tınısı var benim kulağıma. Hoşuma gidiyor. Göğsümü kabartıyor.
Ama öyle bir tabirimiz yok. Onun yerine de Türkiyeli’miz var. Ve bu bir sorun teşkil ediyor… çünkü? Çünkü niye? Bölücülük mü buradaki itham? “Kürtçülük” mü? Söylediğim sözün, kelimenin tam anlamıyla, hitap etmek için kullandığı herkesi Edirne’den Hakkari’ye bu ülkeye DAHİL ettiğinin farkındasınız değil mi? Gerçekten, hakikaten, dibine kadar, en az Kuvay-ı Milliye Destanı kadar kapsayıcı, alkışlayıcı, dahiliyetçi bir kelime olduğunu görebiliyoruz… değil mi?
Hayır. Göremiyoruz. Görmek de istemiyoruz. Çünkü bazı şeyleri artık otomatikman, ciğerden yargılıyoruz. Kürt Siyasal Hareketi’ne ve onun eli kanlı kanadına bir şey ucundan kıyısından yaklaştığı an, paramparça etmek istiyoruz. Kürt bir insan çıkıp “halkımın hakları” diyemiyor, dediğinde sanki kendisi PKK ile operasyondan inmiş gibi çöküyoruz tepesine. Bunu tüm azınlıklar için de yapıyoruz üstelik. Sevr’in travmasını, tüm etnik azınlıkları etnik azınlık olma cüretini gösterdikleri için azarlayarak atmaya çalışıyoruz üstümüzden. Ve bu eğilimlerimize oynayan siyasetçilere de tüm varlığımızla prim veriyoruz. Onlar ekranlardan, kendi koltukları ve sarayları için bağırıyorlar. Biz de onların bağırdıklarına bileniyoruz.
Bütün bunların ışığında, ben Türkiyeli tabirini kullanmaya devam edeceğim. Zira kimseye bir zararı olduğunu düşünmüyorum.
Ama gerçekten, eğer siz rahatsız oluyorsanız… Yani.
Nihayetinde bilet kesmiyoruz girişte.
1 Comment
üzgünüm ama fatih akın almanya’da bir türk devleti kurmaya çalışmıyor o yüzden fatih akın’ın ben türk’üm demesi rahatsız edici değil. Ama türkiyeli kelimesi rahatsız edici çünkü türkiyeli kelimesini kullanılmasını talep eden insanlar bu topraklarda başka devletler kurma amacı güden (ve bu benim yorumum değil bizzat kendilerinin açıklamaları) insanlar
bu yüzden yaptığın kıyas olmamış ve türkiyeli kelimesini kullanman yanlış ve dayanaksız kalıyor. bu toprakların üst kimliğini belirtmek için türk kelimesini kullanmalısın çünkü Atatürk öyle diyor