Vatan nedir?
Bugün Mecidiyeköy’den geçtim eve giderken. Sokaklardan birinde, bu “vatan” denilen şeyin aşkıyla yanıp tutuştuğu çok belli olan bir grup insan geçiyordu. Hayal meyal duydum seslerini. Birkaç aydır her spor müsabakasında duyduğum aynı tezahüratla çınlıyorlardı yol boyunca. “Şehitler ölmez, vatan bölünmez“.
Büyük ihtimalle geçtiğimiz Pazartesi günü, Ankara’da, Beypazarı’nda yaşayan mevsimlik Kürt işçilere yönelik saldırıyı yapanlar da aynı nakaratla yaktılar Zafer Mahallesi’ni. 9 kişinin yaralanmasına bu yüzden sebebiyet verdiler. Gezi’de “kırılan otobüs camlarını” ağır bir faturayla gözlere sokanlar, bu yüzden indirdi onlarca binanın camını çerçevesini aşağıya. Bölgenin kaymakamı Suat Seyitoğlu da muhtemelen “Son zamanlardaki terör olayları dün itibariyle halkımız duygusal tepkisini ortaya koymuştur. Buna bizim diyecek bir şeyimiz yok. Ama Türkiye hukuk devletidir” deyip iç rahatlığıyla topu Ethem’i öldüren polisi salan Türkiye hukuğuna bırakırken, kafasında aynı nakarat döndüğü için ağzından çıkanı duymuyordu.
Peki vatan nedir?
Belli ki bu tanımın bazı sınırları var. Öyle olmalı. Örneğin Muğla’da soyulan, dövülen; soyulması ve dövülmesinin görüntüleri sosyal medyada naklen paylaşılan, ondan sonra da zorla Atatürk büstü öptürülen, bütün bunlardan sonra da linç edilmek istenen İbrahim Ç. bu vatana dahil değil. Antalya – Mersin karayolunda durdurulup “arandığı” iddia edilen otobüslerin içindeki insanlar da belli ki değil. Dağlıca’da, Iğdır’da hayatını yitiren gencecik, yoksul, sırf kartvizitinde ehemmiyetli bir kişinin yakini yazmıyor diye Doğu’da askerlik yapmaktan kurtulamayan o güzel insanlar da değil. Yakılan kitabevinin sahipleri de değil.
Bunlar o haşmetli tezahürattaki “vatan” tanımının içerisinde yer alıyor olamazlar. Çünkü o buram buram erk kokan, Mecidiyeköy’ü çınlatan, 30 bin kişinin göğsünü gere gere stadyumda bağırarak hepimize bahşettiği cümle “vatan bölünmez” diyor. Ve bunu söylerken, söyleme esnasında bıçak gibi bölüyor ortadan sınırları ve sonu belirli olmayan, soyut, ama herkesin korumak için uğruna bağırmaktan çekinmediği o vatanı.
Bir savaş var ortada. Düne kadar “çözüm” diyen, ama çok kısa bir süre içerisinde, “400 vekili verin bu iş huzurlu bir şekilde çözülsün” cümlesinden, o 400 vekilin gelmeyeceği belli olunca “Ne Kürt sorunu, yok öyle bir şey” pozisyonuna evrilen bir devletin; terörist bir örgütle yaşadığı bir savaş. Oğlunun bedeni başında ağlayan babalara “karaktersiz” demekten çekinmeyen, kardeşinin hesabını soran ve ancak öldüğünde değerli olan askere soruşturma açmayı normal sayan, milletvekiliyle gazete binası basmayı gayet doğal bulan ve bunu ayıplamayan devletin; terörist bir örgütle yaşadığı bir savaş.
Bu devletin kaybedecek bir şeyi yok. Onların oğulları askerlik yapmıyor. Onlar çatışmıyorlar dağda. Sabah şakalaştıkları vekil arkadaşlarının ölümlerini izlemiyorlar akşam. Sırf ana dillerini konuştular diye sokak ortasında dayak yemiyorlar. Kimse onların evini yakmıyor. Kimse onların arabasını durdurup “etnik arama” gerçekleştirmiyor. Onların vatanı, saraylarında başlayıp, vekil sayılarında bitiyor zaten. O yüzden onların riyakarlıklarını anlayabiliyorum. “Daha çok şehit vereceğiz” derken gözlerini kırpmayıp, temsili olarak bir gün ertesinde ağladıklarında ne düşündüklerini çözebiliyorum.
Ama bugün Mecidiyeköy’de vatan aşklarını dökenler var ya sokakların akustiğine? Kitabevi yakanlar, semtleri ateşe verenler, otobüs durduranlar, adam soyanlar? Onlar için de kaybedilecek şeyler bu kadar az mı? Onlar da bu kadar emin mi yarın sabah rızaları haricinde, “seferberlik ilan ettik” denirse tutup ön cepheye konulmayacaklarından? Peki onların korumak için ses tellerini ve şiddet meyyallerini esirgemedikleri vatanlarında kendilerinden başkasına bir yer var mı?
Çünkü belli ki Kürtlere yer yok. Ne silahsız mücadeleleri, ne silahlı mücadeleleri kabul edilmiyor. Erk onayladığı müddetçe tahammül ediliyorlar. Erk lisanını değiştirdiğinde, Kürtçe konuşan insanı dövmek meşru oluyor tekrardan.
Belli ki Suriyeli göçmenlere de yer yok. Muhabbet ortamlarında göçmen kabul etmeyen Almanya’ya gömerken en sempatik onlar; ama sokakta tek buldu mu dövülenler, “Her yeri doldurdular ya” diye küfür yiyenler, mal gibi alınıp satılanlar yine onlar.
Belli ki gayrimüslimlere hiç yok. Hrant Dink öldüğünde “iyi oldu” diyenler, öldürenle yüce Türkiye bayrağı önünde kanka pozu çektirenlerdi bugün sokakları inletip, otobüsleri yakanlar. 6-7 Eylül olaylarını bugün dahi garipsemeyenlerdi onlar.
Ve en garibi, belli ki koskocaman kalpli, tertemiz, yoksul, yoksun, pırıl pırıl Türk gençlerine de bir alan yok onların kudetli vatanlarında. Tahammül yok, anlayış yok, empati yok. Ruhlar bağlanmamış burasıyla orası arasında. Bir sabah evinden kalkıp, Doğu’da kışlasına rızası dışında götürülen, istemediği bir savaşta, birkaç koltuk için en ön cepheye sürülen, sonra da bir gelecek yerine bir milli maç galibiyeti hediye edilerek her şeyin hallolması beklenen o gençlere yer yok onların vatan tanımında. Çünkü “savaş” isterken, bağırarak “vuralım şu itleri ya” denirken erkeklik fışkırtan cümlelerle, kimse ölecek olanın onlar olduğunu düşünmüyor. Sanki şehit cenazelerinin hep köylere gitmesi normalmiş gibi, sanki yoklarmış gibi, sanki ölmek onların doğal vazifesiymiş gibi.
Kimsenin vatanında bir “ötekisine” yer yok artık. Bu ötekisi “Öteki millet” de olsa yok, “Öteki din” de olsa yok, “Öteki yoksul” da olsa yok. Tahammül yok. Koskoca bir nefret var. Dokunduğu yeri yakan, her girdiği odadaki oksijeni emen, geçtiği her yolu paramparça eden, iki insan arasına sedd-i nutk çeken dayanılmaz bir nefret bu. Sonu gelmiyor. Bu kimisi için uzun süren bir ezilmişliğin getirdiği rövanş hissi. Kimisi için elden yiten iktidarın ürettiği taştan kalp. Kimisi için hak ve kimlik mücadelesiyle geçen yılların birikmiş kini. Kimisi için o hak mücadelesine karşı güdülmüş propagandanın altında ezilmiş bir öfke. Fark etmiyor. İnsanlar ölüyor, vatan bölünüyor. Çünkü zaten kimse, daha baştan vatanın bir bütün olduğunu kabul ederek başlamıyor işe. Herkes, sadece, kendisine “baş kaldırma cüretini göstermiş” sineklere uzaktan kumandayla haddini bildirmiş olmanın sanal hazzını yaşamış olmak istiyor.
Ve bir şeyi kabul edelim biz, artık vatan falan sağ olmuyor.
Biz ölüyoruz.
Ve kimse durdurmak istemiyor.