Şimdi yalan yok, fragmanlarla bize verilen heyecanın haddi hesabı yoktu filmde. Bildiğiniz gani gani hype kastık filmi beklerken. Hatta öyle ki, çizgi romanlarıyla ve belki de eskiden hepimizin gönlünde bir şekilde yer etmiş olan çizgi filmiyle daha çok ilgili olan hayran kitlesinin beklentisi bir nebze daha yüksekti. Hal böyle olunca Apocalypse filmi için inanılmaz bir bekleyişe girmişti hayranlar. Acaba nasıl olacaktı? Karakterler güzelce anlatılabilecek miydi? Yeni kadroya giren onca genç oyuncu ve eski filmlerden aşina olduğumuz McAvoy ve Fassbender gibileri bizleri ne kadar tatmin edecekti? Bunların hepsi birer soru işaretiydi, ta ki filmi izleyene kadar. Peki cevaplanan veya hala havada kalan sorularımızı maddelerle iki kısma ayırmaya ne dersiniz? İşte X-Men Apocalypse’in, izleyicisine yansıttığı o iki değişik yüzü! (Yalnız dikkat, yazımız ağır spoiler içerir!)
Önce yerelim!
CGI’ın Göz Tırmalama Sorunsalı
Günümüzde artık böylesine bir teknoloji varken, filmlerde hala göz yoran ve can sıkan efektleri geliştirememeleri ya da eksik bırakmaları beni derinden üzüyor. Ha, bütçe yeterli olur ya da olmaz, orası ayrı konu ama eğer öyle sahneleri çekeceğin bir filmin varsa bunu da düşüneceksin. CGI günümüz süper kahraman filmleri için önemli bir faktörken, Apocalypse’te canımı sıkan birkaç sahnedeki nedenlerden biri oldu açıkçası. Hatta öyle ki, aklımda kalan çok özel bir sahne var, hala düşündükçe sinirleniyorum. Hani şu, Psylocke çatıdan atlamak için koşarken Angel’ın, o aşağıya düşmeden tuttuğu sahne var ya, hah işte o. Ciddiyim, Olivia Munn’a adeta orada bir şeyler oldu, kadın adeta efekte kurban gitti. “Çoğu oyundaki animasyon bile daha iyiydi o sahneden.” diye çok değer verdiğim birinden de alıntı yapayım hatta. Durum harbiden de bu yani. Ki filme yorum yapan çoğu kişinin bundan daha sıkıntılı bulduğu CGI kullanılan sahneler var, neyse ki ben o kadar ince eleyip sık dokumayacağım bu maddeyi.
Jubilee’yi Figüran Yapmışlar Kuzum
Bakın, X-Men çizgi filminin yayınlandığı kanalı aralıksız izleyerek büyüyen bir çocuk olarak söylüyorum ki, bu maddede anlatacağım unsur çocukluğuma vurulan tokattır. İzleyenler bilir, X-Men çizgi filminden keyif almamak mümkün değil. Özellikle de her karakterinde beğeneceğiniz bir özellik bulduğunuz an sizin için favori bir çizgi film konumuna gelir. Ne kadarınız benimle hemfikir olur bilemem ama Jubilee, o yıllarımda benim için en iyi karakterlerden biriydi. Küçük çocuk tabiriyle “havai fişek patlatan kız” benim için oldukça önemliydi. Hal böyle olunca, Apocalypse’te bir kadroya sahip olduğunu duyduğum an, film benim için bir an önce gelsin de izleyeyim diye beklediğim bir şey konumuna gelmişti.
Sonuçta yıllardır filmlerde gördüğümüz karakterler dışında birini daha sokuyorlardı ve o da benim hayran olduğum bir karakterdi. Kim heyecanlanmazdı ki böyle bir fikir karşısında? Yani müthiş bir şeydi bu, adeta çocukluğumdan bir parçayı izleyecektim. Ama ne mi oldu? Apocalypse filmi bana, bu tatmin olma duygusunu yaşatmadı, aksine suratıma bir tokat çarpmış gibi bir etkiyle bıraktı beni. Sen gel koskoca X-Men filmi yap ama Jubilee karakterini öylece figüran gibi ortalıkla bırak. Oldu mu bu şimdi hiç? Ulan ben bu kızı bir kere olsun gücünü kullanırken göremeyeceksem, niye soktunuz filme? Bir sonraki filme hazırlık olsun diyeyse, sağ olun ben almayayım. Bu kadar heyecana böyle bir hayal kırıklığı yaşamayı hiç tercih etmezdim açıkçası. Zaten filmden çıkınca da kafamda bu konuyla ilgili bir soru işareti de kaldı yani: Çizgi filmdeyken Jubilee hepsinden küçüktü ama filmde resmen diğer üyelerle yaşıttı… Yanlışsam düzeltin tabii, ama burada bir sıkıntı yok mu sizce de?
En Sabah Nur, Diğer Adıyla Anlaşılamayan Kötümüz
Filme gitmeden önce Yiğitcan’ın YouTube kanalımızda spoilersız bir şekilde anlattığı videoyu izledim ve o videodan aklımda kalan yegane şey “En Sabah Nur’un amacını sonuna kadar anlayamamız” bölümüydü. Hayır yani, her kötünün amacını ta en başından öğrenirsin, ya ailesi ölmüştür ya sevdiğine bir şey olmuştur falan. Ya da en bilemedin sırf psikopatlığından dünyayı ele geçirmek istiyordur yani. Bildiğimiz kötü adam kalıplarından birkaçı bunlar. Önce videoyu izlerken dedim “yok canım, öyle şey mi olur, o kadar da değildir” falan ama sonra filmden çıkınca bir baktım “adam haklı beyler” moduna girmişim.
Yani bir adamın amacını anlatmada bu kadar yetersiz kalınacağını düşünmemiştim. Hatta bir noktaya kadar filmde aslında iyilik bile yaptığını düşünecektim neredeyse. Adam bildiğiniz nükleer silahları etkisiz falan bıraktı yani. Oh mis, nükleer savaş sıkıntımız olmayacaktı. Tabii bu işin esprisi ama, şöyle de bir gerçek var ki, tüm film neredeyse En Sabah Nur’un yanına adam toplamasına gitti, amacını da son devrenin küçük bir kısmında gerçekleştirmeye çalışırken anca ucundan gördük. Koskoca MAHŞER adam yani, insanlığın sonunu getirecek ama filmde sürekli adam toplarken, kendine güç aktarırken ya da en basitinden onun bunun gücünü arttırırken falan görüyoruz.
Zaten Mahşerin Dört Atlısı için kostüm yapıyor oluşunu söylemiyorum bile. Bizim En Sabah Nur’un elinden de her iş geliyormuş yani. Gelsin anam babam, gelsin de, siz bu adamı niye bildiğimiz korkunçlukta yapmadınız? En Sabah Nur deyince küçük dilini yutan, korkudan nereye kaçacağını şaşıran travmatik arkadaşlarım var benim, onlar bile neler bekliyorken umduklarını bulamamışlar. Kötü adamdan sınıfta kaldı bence Apocalypse, doğruya doğru. Ha, ama Oscar Isaac gayet güzel olmuş, tontiş olmuş, orası ayrı. Oyunculuğa ya da oyuncuya değil lafım zaten, kötü adamı işleyememelerine.
Mahşerin Dört Atlısı Neydi Öyle Ya?
Mahşerin Dört Atlısı’nın nasıl toparlandığı konusuna girmeyeceğim, zira bu meseleyi bizzat YouTube kanalımızda spoilerlı yorumlarıyla ele aldılar Yiğitcan-Ömercan-Can üçlümüz. Ha ama kısa bir özet geçmek gerekirse, diğer üçünü hadi kabul ettik ama Angel biraz tuhaf kaçmış o toparlama öyküsünde denildi gibi bir şey var ortada. Ki haklılar da. Bu konuyu çok irdelemeyeceğim ama benim canımı sıkan başka bir mesele var. Mahşerin Dört Atlısı için promo posterleri yayınlandığında ciddi anlamda büyük bir beklentiye girmiştim. Filmde ne kadar etkin olacakları önemliydi yani.
Ama gel gelelim film boyunca cidden az yer aldılar ve bu benim canımı sıktı. Tamam, En Sabah Nur’a katılırken Ororo’nun geçmişine dair bir şeyler gördük, Angel kafes dövüşü falan yapıyor onu anladık, Psylocke da gardiyanımsı bir şeydi falan, e Magneto zaten malum. Toplandılar, çetemsi bir şey oldular, ona da tamam ama, bari filme biraz daha katılsalardı be, fena mı olurdu? Storm’u çok etkin göremedik mesela, beni en üzen şey oydu. Yani ciddi anlamda iki kere falan kullanmıştır güçlerini belki de. Angel konusunda zaten konuşmak bile boş geliyor. Metal kanatları var, fırlattığı tüyler de metal falan, ama gel gelelim sonunda leşi çıkıyor.
Psylocke’a gelirsek, en merakla beklediğim oydu belki de. Fragmanda bir de en güzel sahneleri koymuşlar, bayağı heyecanlanmıştım, meğersem fragmana konulan sahnelerden ibaretmiş. Magneto’nun, dünyanın tüm metallerini kontrol ederken çekeceğin sahnelerin yarısında diğer üç atlıya yer verseymişsin ya Singer. Zaten adamın potansiyelini az çok biliyoruz, o kadar da göstereceğim diye ona odaklanmaya gerek yoktu bence. Resmen atlılarımızı filmin ikinci yarısının sonlarına doğru anca etkin görebildik, o da tatmin etmedi. Tatmin olanınız varsa söylesin, zira bu konuda biraz iyi yan görmek istiyorum ama aklıma hep kötü yanları kalmış.
Sinematik Evrenin Mystique Nefretinizi Deşmeye Geldim
Şu X-Men filmlerinde Jennifer Lawrence’in canlandırdığı Mystique adına o kadar çok eleştiri gördüm ve duydum ki, artık bir yerden sonra “Nedir bu nefretiniz?” diye sorma gereği bile duydum. Önceleri çok konuşmazdım bu konuyla ilgili, oynuyor işte güzel ne var falan derdim en fazla geçerdim. Ama Apocalypse’te ben de gördüm ki harbiden sırf JLaw için Mystique’le oynamaları can sıkıcı bir şeymiş. Önceki filmlerde Erik’in Raven’a “maviş halin daha tatlı güzel kıs” moduyla yaklaşıp da, Mystique’e gerçek kimliğini sevdirme ve benimsetme felsefesini hepiniz biliyorsunuz.
Raven da Apocalypse’te bir ara bunu kullanıyor zaten, Jean ve Scott’a örnek olurken bunu görebilirsiniz. Fakat öyle bir şey var ki, Mystique’i film boyunca o kadar göstermelerine rağmen, sadece bir iki kez gücünü kullandığını görüyoruz en fazla. Yanlış hatırlamıyorsam biri Kurt Wagner’ı kurtarma sahnelerinde, bir diğeri de En Sabah Nur’un boğazını Psylocke kılığında keserken. Başka nerede kullanıyor gücünü önemli olarak? Hatırlayamadım doğrusu. Sanırım film boyunca en önemli gözüktüğü yer en sonuydu, yani yeni kadromuza hocalık yaptığını gördüğümüz sahne. Yani onun dışında –Kurt’ü kurtardığı yeri hariç tutun- çok da mühim olmadığını düşünüyorum. Magneto ile konuşma sahnesi mi dediniz? Orayı geçin ya, valla bak. Erik de zaten bu konuda çok dengesiz bir ruh halinde, nereye çeksen geliyor iki dramatik konuşmayla. Daha az önce En Sabah Nur’un aile felsefesinden etkilenip de intikam alma adına yine “kötü olacağım nihaha” moduna girmemiş miydi? Bilemedim.
“Size Baba Diyebilir Miyim Amca?”
Bu konuda kısa konuşacağım. Quicksilver’daki, babasına gerçeği söyleyememe durumu neydi hiçbir anlam veremedim doğrusu. Söylememesindeki amaç neydi? Bize onu hiç de anlatmadılar filmde. Yani neye dayanarak söylemedi bu çocuk gerçeği? Quicksilver değil miydi, babasını televizyonda izleyip de aslında içten içe bunu sorun haline getiren? Yahu ben olsam, “baba bak durum bu, ben senin çocuğunum, gel bırak dünyayı alt üst etmeyi, biz bir dondurma yiyelim” derdim. Zaten bunu söylememeyi tercih ettiği sahnede Mystique’in iknası yerine bu tema işlenseydi belki daha iyi olurdu, tamam iki türlü de klişe olacaktı bir bakıma ama yine de daha iyi bir seçenekti. Eh ne diyelim, bir dahaki filmlerde kavuşurlar herhalde. Hayırlısı be cemaat-i geek, hayırlısı.