Şimdi de övelim!
Jean ve Scott Çok Mu Çok Güzel?
Filme gitmeden yapıldığına inanmadığım iyi eleştirilerden biri de buydu açıkçası. Sophie Turner’a yağdırılan o güzel sözler bana çok da gerçekçi gelmemişti başta ama filmi izleyince anladım ki bu kız harbiden fena değil. İşini iyi yapmış. Sansa Stark’ken nedense suratında bir tuhaflık gördüğüm kız gitmiş, misler gibi bir Jean gelmiş adeta. Aksanına kötü diyenler vardı ama beni o kadar da germedi, aksine ben bir sıkıntı görmedim aksanında. E bir de çiçek gibi Jean’imizin yanına çiçek gibi Scott gelmiş, iyice mis olmuş. Scott’ın şu göz probleminin işlenmesinin filmdeki en güzel şeylerden biri olduğuna inanıyorum. Yani okulda bu konudan muzdarip oluşu, sonraları gözü bağlı dolaşması, abisi sayesinde Xavier’ın okuluna gidip ağaçları ikiye yarışı… Bunlar güzel şeyler, güzel işlenmiş bir temel hikayeler. E genç Scott’ımızı oynayan aktör de tontiş tontiş oynamış rolünü, hiç de fena iş çıkartmamış doğrusu. Ben bu genç kadroyu sevdim vallahi.
Quicksilver Ponçiği Yine Günü Kurtarıyor
Days of the Future Past’te en sevdiğim sahnelerden biri –daha doğrusu en çok aklımda kalan sahnelerden biri desem daha doğru olur- kesinlikle Quicksilver’ın zamanı dondururcasına oda içinde yaptığı değişikliklerdi. Apocalypse’te beni eğlendiren sahnelerden biri de yine Quicksilver temalı sekans oldu diyebilirim. Tüm okul Havok’un hatasıyla yerle bir olurken, bizim tatlı Pietro Maximoff’umuz her bir öğrenciyi, hatta hayvanları bile, zarar gelmeden kurtarmayı başarıyor; e bunu yaparken de arkada çalan Annie Lenox’tan Sweet Dreams de cabası. Belki de çoğunuz bu sahneyi gereksiz görecek ve daha fazlası olmasın diye dua edecek ama bence filmin güzel yanlarından biriydi. Böyle gülümseten detaylar ne kadar eskise de beni her halükarda sevindiriyor. İyiydi ya, iyiydi.
Bir Adet Hugh Jackman Hoş Değil Miydi?
Kimileri Wolverine olayını çok gereksiz buluyor ama bana kalırsa, artık Wolverine’in de sona yaklaştığını düşünürsek, Hugh Jackman’ı Apocalypse’te görmek gayet güzeldi ve sevindiriciydi. Yani tamam, X-Men deyince akla direkt Wolverine gelir oldu bir yerden sonra, her filmde var kendisi falan ama bu filmde aslında o kadar odakta olmayışına rağmen yine de bir şekilde içinde oluşu güzel bir ayrıntıydı. Stryker görmekten herkesin bıktığını biliyorum ama Wolverine görmekten bıktınız mı cidden? Ben bıkmadım. Hele ki Hugh Jackman’a veda etmeden böyle yerlerde kısa da olsa görmek güzel. Hele son göründüğü kısımda kendini ormanın bağrına atmadan önce Jean ile olan o minik sahnelerini es geçmeyin lütfen. O sahneden önceki filmlerle gelecek filmlerin bağlantısı gibi bir şey mi çıkartırsınız, artık orasını bilemem ama bu minik güzellikleri göz ardı etmemek gerekir diye düşünüyorum, yanlış mıyım?
Kurt Wagner da Mavi, Onu da Sevin
Çok mu duygusal yaklaşacağım bu konuya bilemiyorum ama film boyunca Kurt Wagner beni mutlu eden etkenlerden biriydi ve bunun nedeni kesinlikle saf ve şapşal oluşundan kaynaklanmıyor. –Çaktırmayın ama ucundan öyle sanırım- Sirk yıllarını görebilmek ne kadar mümkün olabilirdi böyle zamanının yetersiz olduğunu düşündüğüm bir filmde, emin değilim ama Kurt karakterinin en azından daha tatmin edici şekilde işlendiğine inancım tam. Şu filmden çıkıp da Nightcrawler’dan nefret eden birine rastlamadım daha, umarım da rastlamam. Yeni genç kadronun en güzel yanlarından biri olduğuna inandığım Kurt Wagner’ı elbette filmin iyi yanlarına yazacaktım, haksızlık edemem. Angel’la olan iki farklı dövüş sahnelerinde de kısa bir zamanda ne kadar yol kat ettiğini görmek de mümkün bu arada: Kafes maçındayken dövüşmekten kaçan biriydi, piramidin içinde bir anda Angel’ı bir orada bir burada pataklayan birine dönüştü misal. Alman aksanıyla ve saflığıyla güzel bir Nightcrawler olan aktörümüzü de kutlamak lazım. Yahu ben bu filmde en çok onu sevdim galiba, neden acaba?
Alev Alev Bir Phoenix Gördük Sanki
Sophie Turner’ın Jean’inine çiçek gibi dedik ya hani, hah işte, kendini tam anlamıyla gösterebildiği sahnelerden biri olan filmin son sekanslarında ciddi anlamda sevindirdi bu ayrıntı. Tüm gücünü son zerresine kadar kullandıktan sonra arkasında oluşan bir “Phoenix” sembolü güzel bir ayrıntıydı. Jean’in nelere kadir olduğunun yansıtıldığı bu bölümde böylesine bir gönderme gayet de mis gibiydi valla. Görsellik açısından da oldukça iyi yapıldığını söylememe gerek yok sanırım. Bir sonraki filmlerde Jean’in bu yönde iyice geliştiğini görmek de ne iyi olurdu ha. Buradan kaptırıp gitseler ya…
Yani demem o ki, Apocalypse aslında elinde çok potansiyeli olan bir filmken aslında birçok alanda çuvallayan bir filme dönüşmüş. Yine de pozitif yanları negatif yanlarını nötrler mi, o size kalmış. Peki sizlerin fikirleri neler Apocalypse hakkında? Harbiden iyi bir film miydi yoksa eleştirilerin hepsi yerli miydi? Beklentilerinizi ne derecede karşıladı? Siz olsanız Marvel filmlerinde hangi sıraya koyarsınız? Bunların hepsi önemli sorular millet, aman ha cevapsız kalmasın…