Öncelikle bir şeyi aradan çıkartalım. Evet, X-Men: Days of Future Past‘in konusu, yüzeysel seviyede Terminator filmlerine korkunç benziyor. Makineler dünyayı ele geçirmiş, karanlık bir gelecek var ve o gelecekten birileri, dünyayı daha kötüye götürecek insanları durdurması için geçmişe gönderiliyor. Şimdi bunu söyleyelim ve bir daha da bahsini etmeyelim; zira bu paralellikleri film boyunca bir defa bile anmıyorsunuz. X-Men: Days of Future Past, kağıt üzerinde gerçekten bir Terminator kopyası gibi duruyor. Ama filmi izlerken anlıyorsunuz ki, bu karşınızdaki şey Terminator’e hiç benzemiyor. Zira, Bryan Singer’ın seriye dönüş filmi, özünde hiçbir süper kahraman filmine benzemiyor.
Süper kahraman filmleri son zamanlarda öylesine sayı olarak arttı ki, şablonları artık izleyiciye az çok malum olabiliyor. Size de kesin olmuştur diye düşünüyorum. Orijin hikayesi olmayanlar, genelde yeni problemin ipuçlarıyla başlıyorlar. Sonrasında filmin ana kötü adamı ya kötülüğe ilk adımını ekran karşısında atıyor, ya da zaten atmışsa, izleyiciye kimliği açık ediliyor. Bu kötü adamla iyi kahraman bir dövüş yaptıktan sonra, taraflar yaralanmış ve daha bilenmiş vaziyette köşelerine çekiliyorlar. Onun ardından finale doğru ilerleniyor. Eğer dramatik bir adım atılmak isteniyorsa, kahramanın yancılarından biri Hakk’ın rahmetine kavuşuyor ve finalde, iyi koreografiye sahip, cafcaflı bir dövüş sahnesiyle iyi çocuklar kazanıyor.
X-Men: Days of Future Past, bu formülü almış, suratına sağlam bir tokat vurmuş, paketlemiş ve rafa kaldırmış. İşe en baştan başlamış Bryan Singer. Sentinel’lerin yumruğu altında küle dönüşmüş dünyanın karanlığı içinize işlesin diye elinden gelen her şeyi yapıyor film. Daha filmin ilk dakikalarında, tüm beklentilerinizin ters yüz olduğunu hissediyorsunuz. Süper kahraman filmlerinin hep deneyip, hiçbir zaman tam oalrak başarılı olamadığı o “karanlık” atmosferi yaratmayı; korkak davranmaktan kaçınabilerek ilk sahnede başarıyor Singer.
Filmin ana kötüsü diyebileceğimiz kimse yok. Tüm film, tüm X-Men filmlerinin olması gerektiği gibi; X-Men külliyatının doğasının gerektirdiği gibi özünde Magneto ve Professor X’in mutant ırkıyla ilgili görüşlerini karşı karşıya getiriyor. Tüm olayı bakış açılarında bitiriyor. Filmin ortasında bir sahne var. O sahnede Magneto ve Professor X’in genç halleri satranç masasına oturuyorlar. Tüm filmin o satranç oyunundan aldığı çok fazla şey var. Evet, stratejiler, hamleler karşı karşıya gelmiyor. İki kumandan arasındaki muharebenin filmi değil bu. Fakat farklı bakış açıları çarpışıyor. Yumruklar konuşmuyor yani anlayacağınız. Filmin temelinde, mutant ırkının geleceğine dair fikirler kapışıyor.
Bunları yaparken, hiçbir noktada 12 Sinirli Adam gibi hissettirmiyor olmasını da çok basit bir görev ayrımına borçlu. Filmden çıktığınızda hatırlayacağınız aksiyon sahnelerinin hiçbirinde ne Wolverine ne Magneto, ne Professor X ne de Mystique var. Film tüm akılda kalıcı, etkileyici aksiyon sahnelerini üstlenme görevini Quicksilver, Blink, Warpath, Iceman gibi yan karakterlere atmış. Ana karakterlerin hepsine daha çok diyalog sahneleri ve bu iki farklı fikrin aracılığını, aktarımını yapmayı bırakmışlar. Quicksilver ve Blink’in süper kahraman filmi tarihine en güzel aksiyon sahnelerinden biri olarak geçecek kısımları, Magneto ve Professor X’in karakter duruşlarına ehemmiyet verilebilmesini sağlamış yani anlayacağınız.
Peki her şey güllük gülistanlık mı? Hayır. Film, çok uzun bir süre vaktini, bu karanlık geleceğin varlığına sizi ikna etmek için harcıyor. Fakat Wolverine geçmişteyken, orada o kadar fazla vakit geçiriyorsunuz ve oradaki karakterlerle öylesine bir bağ kuruyorsunuz ki; hikayenin gidişatı ve size söylenen zaman yolculuğu kuralları da sağ olsun, bir noktadan sonra gelecekteki X adamlar önemsizleşmeye başlıyorlar.
Bu filmin anlatabileceğimden de daha büyük bir kusura sahip olmasına sebep oluyor. Filmin finali, büyük bir dövüşe sahne olmuyor demiştim zaten size. Aslında bu yanlış. Bir anlamda oluyor. Fakat sizin için, yani izleyici için büyük final, geçmişte gerçekleşiyor. Gelecekte büyük, kocaman şeyler oluyor; fakat devamlı geçmişteki kapanış sahnelerinin gölgesinde kalıyorlar, onlar da ağırlıklı olarak diyaloglarla yaşanıyor. Film bir noktadan sonra, belirlediği kurallar çerçevesinde, sizi o gelecekte gerçekleşen herhangi bir şeyi umursamaktan mahrum bırakıyor. Siz sadece, McAvoy’un Profesör’ü ve Fassbender’in Magneto’sunu ciddiye alıyorsunuz.
Ve en sonunda, kağıt üzerinde rahatlatıcı olması, her şeyin üzerine güzel bir arka kapak yapıp hikayeyi mutlu sonlandırması gereken final, anlamsızlaşıyor. Kalkışı harika yapıp, uçuşu da türbülanssız aşmış bir uçağın inişte yere çakılışına benziyor bu. Singer trampolinden muhteşem çıkıp, altılı saltoyu başarıyla attıktan sonra mindere kafa üstü iniyor. Bütün o film boyunca içinizde biriktirdikleriniz karşılık bulamıyorlar. Çünkü bir şeyi, salondan çıktıktan sonra geri dönülmez bir vaziyette fark ediyorsunuz. Siz aslında geçmişteki, genç karakterlerin tarafını tutmuştunuz. O içinizde birikenleri siz aslında geçmişteki karakterler için biriktirmiştiniz.
Kağıt üzerinde böyle olmaması gerekiyordu. Zira, filmin finali, teknik olarak geçmişteki karakterlerin de hikayelerinin bağlanmasıydı, ne de olsa onlar büyüyüp, gördüğümüz yaşlı adamlar oldular değil mi? Fakat film, iki nesli de aynı anda ekrana taşırken onları birleştirip, aralarında köprü kurmak yerine, izleyici gözünde net bir şekilde ayrışmalarına sebep oluyor. McAvoy-Stewart, Fassbender-McKellan çizgilerini çizemiyorsunuz. O yüzden de film bittiğinde, Stewart ve McKellan neslinin sağlam bir finale kavuştuğunu görmek ağızda yarım bir tat bırakıyor. Çünkü siz aslında McAvoy ve Fassbender neslinin doyurucu bir kapanışına tanık olmak istiyorsunuz.
Bu gelecek X-Men filmleri için de bir sorun oluşturuyor, fakat hikayesel olarak McAvoy ve Fassbender ile devam edebilecek bir pozisyondalar. Hatta The Wolverine 3 de, X-Men: Apocalypse de genç nesli konu alacak zaman dilimlerinde geçecekler gibi gözüküyor. Fakat yine de film, bu ikililer arasında köprü kurmayarak, muhteşem bir hikayeye yaraşır bir final yapma fırsatını kaçırıyor.
Ama siz yine de bu filme gidin. Ne yapın, ne edin ama; damarlarınızda geek kanı akıyorsa ıskalamayın bu filmi. Days of Future Past’in gelmiş geçmiş en iyi X-Men filmi olduğu, bana sorarsanız kesin. En iyi süper kahraman filmleri sıralamasında da yukarıları zorlayacaktır. Çünkü bu kadar giydirdiğim finale rağmen, tek bir gerçeği hiçbir hata, hiçbir kusur değiştiremiyor. Days of Future Past, kulvarında kimseye benzememeyi başarmış nadir eserlerden biri. Sadece bu yüzden bile, seyredilmeyi hak ederdi, ama bir de bunun üzerine, muhteşem bir seyirlik sunuyor. Bu filme gidin. Ciddiyim. Senenin en kaçırmak istemeyeceğiniz filmi bu zira.