Geçtiğimiz günlerde, memlekette enteresan bir olay yaşandı.
Şimdi bir adım geriye çıkın. Bu cümleyi okuduktan sonra aklınıza ne geldiğini düşünün. Ali Ağaoğlu ve Kuveyt eşrafına çektiği sinkaf mı? Hayır. Ülker reklamı ve çokonatların yapacağı kesin olan darbe mi? Hayır. Avrupa’ya mağduriyetimizle kapak attığımız siyasi reklam mı? Nedir, ne olabilir? Açlık grevleri mi? Devlet erkanının çelişen yeni bir açıklamalarının daha ortaya çıkması mı?
Hiçbiri değil. Dünyanın en büyük otel rezervasyon şirketlerinden biri olan Booking.com, Türkiye faaliyetlerini durdurduğunu açıkladı. Bakın. Tekrar yazmak istiyorum cümleyi. Dünyanın en büyük otel rezervasyon şirketlerinden biri olan Booking.com, en büyük gelir kalemlerinden biri uluslararası turizm olan Türkiye’deki faaliyetlerini durdurduğunu açıkladı. Bu merakınızı uyandırmıyor mu? Bunu konuşmak istemiyor musunuz? Nasıl olur da, yıllardır dünyanın en yüksek volümde uluslararası turist çeken ülkeleri sıralamalarında başlara oynayan Türkiye’den çekilir bir otel rezervasyon şirketi?
Mea culpa. Bunu ben de konuşmak istemiyorum. Bir söylenen şeyin bir sonraki gün inkar edilmesi, haksızlığın hukuk gibi gösterilip hukuksuzluğun hak ilan edilmesi, şiddetin her türlüsünün normalleştirilmesi ve bunların arkasında yatan tarihsel süreç benim çok daha ilgimi çekiyor. Kendimi sık sık bunlara üzülürken, sinirlenirken, öfkelenirken veya alınırken buluyorum. Özetle, çok uzun zamandır, ben –ve sanıyorum biz yekten– politika değil, siyaset konuşuyorum.
Bu ikisi arasındaki ayrımı temiz yapmak lazım öncesinde. Onu da etimoloji ile becerebiliriz ancak. Siyaset, Arapçadan gelen bir kelime. Politika ise Yunancadan. Siyaset, s-w-s kökünden geliyor. Arapça’ya az buçuk hakim olanlarınız, genel hatlarıyla Arapçada kelimelerden ziyade anlamları bağlamdan ya da ufak yazım farklılıklarından belirginleştirilen kelime şemsiyeleri olduğunu bilir. İşte s-w-s de öyle bir şemsiye. Ve o aile dahilinde, Siyaset’in bir anlam kuzeni var. Seyis. At bakıcısı. Siyaset ve Seyis, birlikte Siyasa‘nın yamacından çıkıyorlar.
Öte tarafta Politika ise “şehirlerin işleri” demek. Köken olarak Yunan şehir devletlerinde, bir noktadan sonra yerleşik hayatın mecbur kıldığı sistemleşme ve sistemleştirme durumundan yola çıkıyor. Erken tarım tarla dünyalarına girdiğiniz için, çok çabuk bir şekilde kimin toprağındaki hangi ekin nereye gidecek, öküz yetiştirenle buğday biçen nasıl bir ortamda el sıkışacak; bunları belirlemeniz gerekiyor. Bir sistem oturtmanız lazım yani ivedilikle. İşte o sistem oturtma ve oturan sistemi modifiye etme hâline de politika deniyor.
Biz bir süredir politika falan yapmıyoruz. Gerçekten. Politik bir şey konuşmuyoruz. Çok çabuk bir pratik yapalım. Bana:
- AK Parti hükümetinin küçük veya orta çaplı işletmelerle ilgili,
- AK Parti hükümetinin sağlık, eğitim ve çalışma güvencesi konularıyla ilgili,
- AK Parti hükümetinin ithalat ve ihracat dengesi ya da bu varolan bu dengeyi değiştirmekle ilgili,
- AK Parti hükümetinin çalışan ve/veya işveren hakları ile ilgili
- AK Parti hükümetinin sanayici sermayenin teşviği ve/veya muhafaza edilmesi ile ilgili
- AK Parti hükümetinin şahsi silahlanma ve uyuşturucu kullanımı gibi ara suç unsurlarla ilgili
önerdiği sistem, çözüm, aksiyon, plan ya da en azından fikirlerini kaç kişi söyleyebilir? Biliyor muyuz? Ben kendi payıma yanıtlayayım, kendim küçük çaplı bir işletme kurana kadar konuyla ilgili en ufak bir fikrim bile yoktu. 26 yıllık bir hayatım var, bunun “yetişkin” olarak atfedilecek yıllarını aktif bir şekilde sosyal bilimler çalışarak, dijital medya sektöründe çalışarak geçirdim, her gün baştan sonra gazete okudum; ama 15 senedir iktidarda olan rejimin küçük çaplı işletmelerle ilgili politikası konusunda ne bir şey okudum, ne bir şey işittim, ne de bunun tartışıldığını duydum. KPSS çalışırken şirketler hukuğu / vergi öğrenen arkadaşlarım anlatırdı en kötü anlatsaydı. Gazetelerin anlatacağı yoktu zira.
Bunu işte Booking.com durumunu bir arkadaşımın Facebook girdisinin altında tartışırken fark ettim. Arkadaşım avukat. Onun başka bir arkadaşı turizm sektöründe bir girişimci. Ben de dijital medya sektöründe minnoş bir teşebbüsü bulunan, naçizane bir adam. Yaklaşık dört – beş mesaj devam etti konuşma. Bir anda fark ettim ki, kimse ana bacı katmadı işin içine. Kimse şahsi almadı. Kimse “adamınız öyle diyor olum” demedi. Kimse kendi şerefine hakaret edilmişçesine bir edayla hırslanıp internet üzerinden kutsal savaş ilan edecek kıvama gelmedi.
Konuşulan şey şuydu: Booking.com, gerekli devlet izin ve lisanslarını almamış yerlerin de kendilerini otelmiş gibi tanıtmalarına müsaade ediyor. Bu, haliyle bir haksız rekabet oluşturuyor; çünkü bu tip izinsiz mekanlar fiyat kırıyorlar. Halihazırda turist sayısı da az olduğu için, izinli/lisanslı mekanlar iyiden iyiye sinek avlar hâle geliyor. Ben kendi tarafımdan, “E o zaman devlet izindir, lisanstır, bireysel girişimciyi boşa teferruata sokmayı bıraksın; o adam da evini açan abiyle yarışabilecek bir fiyat belirleyebilsin” diye girdim tartışmaya. Kendisi de sektörde çalışan beyefendi, farklı bir noktadan, “Devlet teşviği yapsın ama, üç gün faydalı beş gün faydalı; önce bir takım unsurları sağlaması lazım, düzen getirsin, izinsizleri kapatsın” diye fikrini belirtti. Bir taraf daha sert laissez-faire küresel kapitalizm konuşurken, öteki taraf da biraz daha sosyal/milli politikaları savunan bir konumdaydı. Fikirler söylendi. El sıkışıldı. Dağılındı.
Ortada konuşulmayan şeyler:
- Din
- Dil
- Irk
- Millet
- Ana
- Bacı
- Eşref
- Bunlaaar
- Siz
- Ecdad
- Biz
- Güç
- Kıskanıyorlar
Çünkü siyaset değildi işte konuşulan şey. Politikaydı. Somut veriyle konuşulabilen bir şey. Devlet turizm girişimlerinden lisans/izin çıkartmak için X para ve tahmini Y vakit istiyor. Bu X para ve Y vakit, caydırıcı nitelikte. İnsanlar illegal yöntemleri tercih ediyor. Bence o X para ve Y vakti bertaraf etmek, ortaya devlet nezdinde Z bir efor sarf edip illegal girişimleri kapatmaya çalışmaktan daha zahmetsiz bir yöntem. Bir başkası o Z eforun değeceğini düşünüyor. Somut. Sarih. Senin hayatını direkt etkileyen bir şey. Fikir üretebileceğin bir şey.
En önemlisi, karşıt fikir belirtebileceğin bir şey. Bir adam sana X yapalım derse, sen ona “Y daha iyi değil mi?” diyebilirsin. Kim kimi ikna edebilirse, kimin pozisyonu daha kuvvetliyse, daha mantıklıysa, onunki yapılır. Ya da yüzde yetmiş X, yüzde otuz Y yaparsın. Bir taviz bulunur. Ama biri tutup sana, “X yapalım” der, sen ona “Y daha iyi değil mi?” dediğinde de “Ne cüret, X benim ecdadımın X’idir, sen hain misin, X yapacağım diye benim ecdadımı astılar, analarımızı süründürdiler, bunlaaar, X yapacağız diyen bizleri kıskanıyorlar, çünkü X olunca biz güçleneceğiz” diye yanıt verirse…
E sen şehirlerin ilişkilerini yönetmiyorsun o zaman.
Sen at bakıyorsun.