Yazar: Emrah Kahraman

Kızı bize getir, borcun silinsin.

Çoğu zaman oyunların hikâyeleri daha çok tesir etmiştir bana, her ne kadar oyunların hikâyeleri piyasadaki en iyileri olarak görülmese de. Ama hayır, olay anlatının kalitesinde değil her zaman: Hikâyenin içinde olduğumuzdan mıdır bilinmez, hikâye güzelse ve güzel bir anlatım için elden gelen her şey yapılmışsa çoğu zaman hayatımızın en unutulmayan deneyimleri arasına girer oyundakiler.

İşte BioShock: Infinite de vakti zamanında bu etkiyi yaratmıştı benim için. Her ne zaman oyun ve hikâye sözcüklerini yan yana görsem kalbim bu oyuna uğramadan geçmez. Ütopik dünyasındanakılcı ama bir o kadar duygu yüklü karakterlerine, biricik sanatsal tasarımından nehirvari hikâye akışına, her yönü çok eşsizdi bu oyununun. Belki oynanışı en iyisi değildi ama bu kadar harika detaylandırılmış bir dünyada sadece gezinmek bile bir insan için büyük bir lütuftu ne de olsa, hele ki 2013 senesinde.bioshock - infinite

Bu yazının amacı hikâyenin ne olduğunu anlatmak değil kesinlikle, hâlâ oynamayanların gözleri gelecek spoiler tehdidine karşı temkinli olmasın. Bu, sadece bu eşsiz oyunun bende ve belki de sizlerde nasıl bir tesir yarattığıyla ilgili bir haykırış. Ben sadece bu oyuna borcumu ödemek istiyorum o kadar. Ağzımın nasıl açık kaldığını ve bunu anlatma ihtiyacımı, tıpkı Hitit Kralı Telipinu’nun krallığını meşrulaştırmaya çalışma gayretini ölümsüzleştirmesi gibi sonsuzluğa kazımak, belki de bu yolda sizlere eşsiz bir deneyimi yaşamanız için merak kapısını aralamak istiyorum.

Evet, belki de abartıyorumdur ama herkesin kişisel zevki bazı özel yapıtlara karşı insanı duyarlı yapıyor ve sizi kimseyi etkileyemediği kadar etkileyebiliyor. Hele ki elinizde rafine bir ürün varsa ondan size geçecek hislerin sonu yok. Nitekim bu hislerinizi sonsuzluğa kazımayı isteyecek kadar beğenip beğenmemek de sizin biricik iç dünyanızın marifeti. İşte benim iç dünyam da BioShock: Infinite’i bu denli beğenmeme neden oldu vakti zamanında.

Ütopyadan distopyaya kayan akışı içinde kendimi önce harika, sonra karmaşık duygular içinde buldum. Oyundaki diyalogların gidişatı içinde kayboldum; ne harikaydı sahte peygamberler, uçan şehirler, işin içine serpilmiş bilim kurgu, tarih, sanat ve felsefe… Gerçekten zordur oyunların bu kadar yüksek kültür ürünleriyle bezenmesi ama bu oyun bunu çıkışındaki zorluklara rağmen çok da güzel yapabilmişti.

Oyunun en can alıcı noktası ise tüm bu yüksek kültür ürünlerini inanılmaz bir hikâye altında sentezlemesi ve hayalleri süsleyen, havada uçan Columbia şehrinde yaşadığımız maceraların alt yapısını bu sayede oluşturabilmiş olmasıydı. Şehirde kameramızı bir oraya bir buraya çevirirken etrafta yaşayan insanların tedirginliklerini ve şehrin inanılmaz güzelliği arkasında küflenmiş bir problemi olduğunu hissetmemek ise mümkün değildi. Yine de burası vardı ve buna şahit olmak bile insanın ruhunu okşuyordu.

Evet, Columbia şehri mükemmeldi, doğurduğu hikâye de öyle. Olan olayların hepsine şahit olmak, sınırlı da olsa bu öyküye yön veriyor hissetmek tüm bunlardan daha da güzeldi. Belki de bu, oyunların hayatımızda unutamayacağımız büyülü tesirinin neden olduğuna dair kıymetli bir cevaptı: Akışın içinde hissetmek ve karakterlerimizle birlikte olaylara müdahil olup onlarla aynı duyguları tatmak.bioshock - infinite - elizabeth - dancing

Bir de başkarakterlerimiz var tabii söz etmek istediğim, hepsi mi bu kadar içimize işleyebilirdi? Şöyle bir durup Booker Dewitt ve Elizabeth’i takdir edebilir miyiz? Hangimiz Elizabeth ve Dewitt’e karşı bir bağ oluşturmadı, kendisini gerçekten de onların davasına adamadı ki? Benim kalbim sonuna kadar bu ikilinin muhteşem macerasındaydı. Eh tabii biz bu karakterlere bürünmüş maceradan maceraya koşarken karşımıza çıkan ve bazen bizi amacımızdan saptırmaya çalışan, bazense ne yapmaya çalıştıklarını anlayamadığımız diğer karakterlere de selam durmadan olmaz: motivasyonları ikna edici kötüler, asla kendilerini unutturmayan Lutece ikiz kardeşler gibi.

Ve tabii bir de sonu vardı, evet ne olduğunu söylemiyorum ama bilen herkes şu anda beni hissediyordur eminim. Sonuyla birlikte daldığımız o uzun düşünceler, uzun uzun ekrana bakış… O vaftiz edilmiş olma hissiyatı… Bir anda, sunduğu onca güzelliğin ardından gelen, daha fazla desek de fazlasının herhangi bir kapıya çıkmayacağını bildiğimiz sonu. Tıpkı bu yazının sonu gibi ani bir şekilde ekranlarımızda beliren ve bizi hislerimizle yapayalnız bırakan bir son:

Zaman… Zaman her şeyi çürütür. Umudu bile…

-Elizabeth

 

Author

Geekyapar okurları Yazı Çağrısı altında toplaşıyor, belirlenen konularda kalem coşturuyor. Sen de parçası olmak istiyorsan, duyuruları takip et!

2 Comments

  1. Emir Memiş Reply

    Tam da benim hissetiklerimi yazmışsın. Ellerine sağlık. İşte böyle muazzam eserleri tecrübe edebilmek için oyun oynuyorum.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.