Bu yazının başına oturmamak için o kadar fazla bahane uydurdum ki anlatamam. Neredeyse bir hafta önce izlediğimiz Zaman Çarkı dizisinin final bölümünü, bu kadar isteksiz bir biçimde yazacağım hiç aklıma gelmezdi. Fakat hepimizin bildiği gibi görev dağdan ağırdır, ölüm tüyden hafif… Bu yüzden buradayım ve Wheel of Time’ın, “Eye of the World” isimli sekizinci bölümünü istemeye istemeye incelemeye başlıyorum.
Sezon finalini izledikten sonra, arkadaşlarım arasında ve sosyal medyada sıklıkla söylediğim bir şeyi burada izninizle yeniden tekrarlayacağım. Rafe Judkins ve ekibi, Zaman Çarkı kitaplarının özünü çok iyi analiz etmişler ve bu özü çok iyi bir şekilde anlamışlar. Sonra da dizinin senaryosunu yazarken, anladıkları bu özün tam tersini yapmışlar. Başka türlü ben, bu kadar yanlış kararın bir arada olmasına anlam veremiyorum. Yahu gerçekten hayatında bir tane bile Zaman Çarkı kitabı okumamış, fantastik esere elini sürmemiş bir insan, ne kadar yanlış yaparsa yapsın en azından bir tane doğru karar verirdi be! Gerçekten bu yüzden Zaman Çarkı dizisinde alınan bütün kararların kötü yazarlıkla değil, kötü insanlıkla alındığını düşünüyorum, kimse kusura bakmasın.
Bu dizi ilk açıklandığından beri olan heyecanımı biliyorsunuz. Hatta dizinin ilk dört bölümü çıktığında Rafe Judkins’in karakter gelişimi hikâyeleri yazmakta oldukça başarılı olduğunu söylemiş ve bu yüzden dizinin zamana ihtiyacı olabileceğini dile getirmiştim. Söylediklerimin tamamını geri alıyorum. Zira Wheel of Time dizisinin en kötü yanı bana göre ne özel efektler, ne basit dizileri anımsatan aksiyon sahneleri ne de ilkokul öğrencilerinin ellerinden çıkmışa benzeyen diyalogları… Whell of Time dizisinin en büyük günahı kesinlikle ama kesinlikle karakterler ve bu karakterlerin gelişimleri için atılan adımlar!
Dizinin bu başarısızlığını tek başına Rafe Judkins üzerine yüklemek yanlış olur. Dizinin danışmanları arasında; Zaman Çarkı serisinin son üç kitabının yazımını üstlenen Brandon Sanderson ve kitapların asıl yazarı Robert Jordan’ın hem eşi hem de editörü olan Harriet McDougal bulunuyor. Ben de izninizle soruyorum: Hadi bu Rafe Judkins böyle berbat kararlar aldı, almayı kendisinde hak gördü. Siz nasıl bu adama bir dur demediniz ey Brandon Sanderson ve Harriet McDougal? Allah aşkına bunlar nasıl kötü kararlar ya!
Sınırlar da baya güvenliymiş hani…
Geçtiğimiz bölümde tanıştığımız Fal Dara’yı bir kez daha anlatmakta fayda görüyorum. Fal Dara bir sınır şehri. Nesiller boyunca Afet’in gözcülüğünü yapan, kendilerine doğru akın eden Trolloc ordularına karşı vücutlarını siper eden ve Karanlık Varlık’a karşı her zaman en ön cephede savaşmış bu şehirde yaşayan insanlar hem cesaretleri hem de üstün savaş yetenekleriyle bilinirler. Sizin anlayacağınız Fal Daralılar, bir Trolloc saldırısına karşı nasıl savunma yapılacağını en iyi bilen millet. Peki, biz dizide ne izledik?
Şimdiye kadar gördükleri en büyük Trolloc saldırısına karşı Fal Dara şehrinin lideri Agelmar, yanına aldığı bir avuç insan ile beraber geçidi korumaya gitti. Geçit dedikleri bu şey ise, üzerine okçular için birkaç pencere açılmış bir duvardan başka bir şey değildi. Savaşın ehemmiyetini göstermek için yalandan hazırladıkları ve hiç ateşlemedikleri birkaç büyük arbaleti hiç saymıyorum bile. Sizin anlayacağınız bu zamana kadar Trolloclar, Zaman Çarkı dünyasındaki her krallıkta ellerini kollarını sallayarak gezmiyorsa bu, Işık’ın inayetinden başka bir şey değildir.
Deus Ex-Machinalar’dan bir demet!
Deus Ex Machina tabirini hepiniz bilirsiniz. Hikâyenin çözülmediği, artık kahramanlarımız için hiçbir umut kalmadığı bir anda ortaya hiç beklenmedik bir kurtarıcının çıkma durumuna genel olarak bu ad veriliyor. Bu zamana kadar Wheel of Time dizisi, Deus Ex-Machina yöntemini oldukça fazla kullandı. Bu yüzden dizinin kendi içinde bile sıradanlaşan yöntemin, final bölümünde de olacağını elbette tahmin ediyordum. Fakat bu kadar fazla olacağını düşünmemiştim be kardeşim!
Şimdi tutup da bin yıllık hikâye anlatım kalıbını eleştirecek değilim. Zira hepimiz biliyoruz ki Deux Ex-Machina, yerinde kullanılınca mükemmel anlara tanıklık etmemize olanak sağlayabiliyor. Gelin görün ki özellikle modern dünyamızda bu yöntem, tembel yazarlığın bir sonucu ortaya çıkıyor. Daha önce dizide Moiraine Sedai, Nynaeve, kurtlar ve daha birçok kişi sayesinde gördüğümüz bu konseptten artık gına gelmişti. Tabii ne kadar erken konuştuğumuzun farkında bile değilmişiz.
Geçtiğimiz bölümün sonunda Rand’i alarak Afet’e adım atan Moiraine Sedai, Lan ile olan bağlantısını kapattığı için izini kaybettirmişti. Ya da en azından haklı olarak hepimiz böyle olduğunu düşündük. Bu bölüm ise Nynaeve, “Moiraine arkasında bir iz bırakıyor, dur sana göstereyim” diyerek Lan’e mucizevi bir yol gösterdi ve bu sayede Lan, Moiraine’i buldu. Moiraine gibi, karda yürüyüp izini belli etmeyen bir Aes Sedai’yi izlemek için nasıl bir yöntem kullandılar, tabii ki bilmiyoruz. Sonuçta biz kimiz ki dizi bize bunu açıklasın değil mi? Öte yandan Nynaeve’in, Lan’e “Sana nasıl takip edileceğini gösteririm ama ben gelmem” tarzındaki yaklaşımı, benim “tersine fedakârlık” diye adlandırabileceğim bir terim meydana getirdi. Gerçekten monomit, monomit olalı böyle zulüm görmedi.
Hani az önce anlattık ya Fal Dara, bir sınır şehri olarak görevini yerine getirmekten oldukça uzaktı diye. Ne gerek var canım? Kitaplarda güç kullanıcısı bile olmayan Amalisa Jagad, Fal Dara’dan topladığı birkaç acemi güç kullanıcısı ile birlikte zincir kurarak, şimdiye kadarki en büyük Trolloc saldırını tek başına durdurabiliyorken, orduya ne gerek var? Hatta sorarım size, Ejder’e ne gerek var? Yahu eğer beş tane tecrübesiz Aes Sedai ile bu kadar büyük bir orduyu yok edebiliyorsanız, demek ki Tar Valon’daki Aes Sedailer’in yarısıyla Karanlık Varlık’ı yok edebilirsiniz, öyle değil mi? Ne gerek var yahu Ejder’e?
Ejder demişken tabii ki onun da kendine has bir Deus Ex-Machina durumu olmazsa olmaz. Bu zamana kadar Ejder olup olmadığı belli olmayan ve sağ olsun Yollar’a musallat olan Machin Shin sayesinde Ejder olduğunun farkına varan Rand, bu bölümde Karanlık Varlık ile savaşmak için Afet’e götürüldü. Tabii, Rand de dahil olmak üzere herkes “Yahu iyi tamam da, bu çocuk daha en basit eğitimi bile almadı? Ya yönlendiremezse?” gibi soruları sormaya başladı. Öyle ya, Egwene de başlangıçta küçücük bir alev topu yapabildi ki bu bile çok iyi bir başarıydı. Ama tabii bizim Rand’imizin yanında Moirane var, kendisi bir güç kullanıcısı olarak Rand’e nasıl yönlendirileceğini öğretir değil mi?
Bakın tam bu noktada artık çıldırmamak için kendimi zor tutuyorum. Bilge Moiraine Sedai, yanına aldığı ve Ejder olduğunu düşündüğü genç bir çocukla Karanlık Varlık’ı hapsetmek, yok etmek ya da kafasında her ne varsa onu yapmak için Afet’e giriyor ve Rand’e, “Bir şeyi çok istersen olur” minvalindeki yönlendirme taktikleri ile yardım etmeye çalışıyor. Bütün bu izlediğim saçmalıklar yetmezmiş gibi bir de dizinin şimdiye kadar her şeyi mükemmel anlattığını zannederek, Moiraine’nin cebinden Sa’angreal çıkarması, benim için bardağı taşıran son damla oldu.
Yahu siz daha yönlendirme nedir, kimler yapabilir, sınırları nedir, hangi amaçlarla kullanılır, Saidar nedir, Saidin nedir, bu ikisi arasındaki farklar nedir, bunları anlatamadınız. Bir de gitmişsiniz sırf bölümü bağlayacaksınız diye bir anda cebinizden “100 erkeğin gücüne sahip olacaksın” diyerek viagra reklamı gibi Sa’angreal çıkartıyorsunuz. Vallahi pes ya! Yine söylüyorum, bu kötü yazarlık değil. Bu büsbütün kötülük! Neyse Allah’tan sağ olsun Ishamael,Rand’e nasıl yönlendireceğini öğretti de sonunda Ejder’imiz bir işe yaradı.
Hâlâ Deus Ex-Machina başlığındayım fark ettiniz mi? Bitmiyor çünkü.
Dostlarım, hepimiz fantastik dünyalarla öyle ya da böyle uğraşan, bir gün kendi fantastik dünyasında hikâyeler anlatmak isteyen insanlarız. Yarın bir gün kendi fantastik dünyanızı kuracaksanız kulağınıza küpe olsun: Bir karakteri ölümden geri getirmek, hikâyenize yapabileceğiniz en büyük kötülüklerden biridir ve çok büyük bir risktir. Tabii ki bunun altını güzel doldurur, yerinde kullanır ve bunun, sadece ama sadece çok özel bir durum olduğunun altını çizerseniz hikâyeye büyük bir katkı sağlayabilirsiniz. Ama öte yandan bunlardan bir tanesini bile yapamazsanız, artık evreninizdeki karakterlerin yaşadıkları hiçbir tehlike okuyucunun umurunda olmaz. Zira en kötü durumda bile geri geleceklerini düşünür ve üzülmezler. Dolayısıyla yazdığınız hiçbir ölüm, savaş, kavga eski vuruculuğunda olmaz.
Peki, bizim sevgili dizimiz ne yaptı? Daha ilk bölümden dizideki en önemli karakterlerden birinin ölümünü izletti bize. Ve yaptığı bu kararı, bir sonraki sezona bile sarkıtmadan hemen geri aldı. Egwene, kendisini feda eden Nynaeve’i ölümden geri döndürdü. Şimdi sorarım size, bu noktadan sonra Agelmar’a, Loial’e ya da diğer herhangi bir karakterin ölümüne neden üzülelim ki? Evrenimizde artık ölümden geri getirme var. Rand öldü mü? Egwene koşup iki göz yaşı döker ve hemen canlandırır. Son savaş, Tarmon Gai’don’a kadar sınırsız ölme hakkı var artık tüm karakterlerimizin.
Karakterlerimiz demişken…
Kıyım. Tam bir kıyım. Başka ne desem bilemiyorum. Zaman Çarkı evrenini anlatırken, bu evren içerisindeki en önemli şeyin, yaşanan olaylardan çok karakterler ve karakter gelişimleri olduğunun defalarca altını çizmiştim. Bu yüzden birinci sezonun final bölümünün, neden diğer sezonları da tehlikeye attığını anlamanızı istiyorum. Dizideki her bir karakteri yanlış ele aldılar ve sezon finalinde öyle bir noktada bıraktılar ki bu noktadan sonra bu diziye “uyarlama” demek yalan söylemek olur.
Aslında her bir karakter özelinde yapılan değişiklikleri ve bu değişikliklerin yol açtığı sorunları ayrı ayrı yazmak istiyordum. Fakat sonradan fark ettim ki tüm değişiklikleri yazmam, tıpkı Hype Treni gibi toplamda on bin kelime sürer. Bu nedenle hiç bu topa girmiyorum. Fakat geldiğimiz nokta itibariyle Moiraine yalıtıldı, Rand başıboş bir şekilde yollara düştü, Nynaeve ölümden döndü, Loial öldü, Mat karanlık tarafa geçti, Egwene dünyanın en büyük güç kullanıcılarından biri oldu, Perrin ve Lan’in ise ne yaptıkları belli değil. Benim özellikle beklediğim ve “Şu karakteri çok seveceksiniz” dediğim Min Farshaw’ı da bir korkak gibi savaştan kaçırdılar. Kısaca gelecek sezon ne yapacağını merak ettiğim tek bir karakter bile kalmadı. Her birinin üzerine ayır bir fantastik kitaplar yazılacak karakterleri bu hale sokmak, bambaşka bir yetenek olsa gerek.
Valla dostlarım normal bir sezon finalinde size Ishamael’in kim olduğunu, Valere Borusu’nun ne anlama geldiğini falan açıklamam gerekiyordu ama inanın bunların hiçbirinin bir anlamı yok. Özel efektleri falan gömmenin de bir mantığını görmüyorum. O yüzden ben incelememi müsaadenizle bitiriyor ve topu size atıyorum. Siz nasıl buldunuz sezon finalini?
7 Comments
Bu serinin hiçbir kitabını okumadım ama ilk bölümden itibaren edindiğim izlenim çok dolu ve renkli olduğu belli olan bir hikayenin ekrana ne kadar acemice yansıtıldığı oldu. Karakterler çok yüzeysel, olaylar çok kopuk. Çok kopuk derken bir derinliği varmış ve hikayesi uzun zaman alacakmış izlenimi verip inanılmaz bir acemilikle sürpriz bir şekilde karakter gelişimini ve olayların akışını neticeye bağlıyorlar. Final bölümü çok yavandı. Kitapları okumadım ama sanki film için kitaplar feda edilmiş. Başyapıt olacak bir fırsat hoyratça geri tepilerek sıradanlığa kurban edilmiş. Yazık olmuş
Seriyi iki defa okumuş biri olarak, ihanete uğramış insanların nefreti be öfkesi ile doluyum. Tamamen ihanet olarak görüyorum bu diziyi. Bence üçüncü değil dördüncü sınıf bir dizi olmuş. Efektler, diyaloglar ve olay akışı berbat ötesi. ihanet ihanet ihanet….
Bu dizinin kötü olması dışında reklam ve pazarlama açısından Prime’ın etkisiyle biraz da olsa iş götürebilir olarak görülmeye başlandı, dolayısıyla bu ucube dizi iptal olmayacak ve devam ettikçe, yeni bir uyarlamanın gelmesi hem gecikecek hem de ihtimali azalacak, bakın hayatımda en sevdiğim serinin uyarlamasının iptal olmasını isteyecek duruma düşürdüler
Kitapları okumamış biri olarak, dizi sürükleyici ve etkiliydi. Son bölümlerde konu aceleye getirildiği belli oluyor, Amerikan dizilerinin kısalığından kaynaklı buda heralde. Türk yapımı olsa 30 bölüm olurdu en az, bu kadar yatırım yaptık dekor yaptık, çekelimde çekelim derlerdi.
Amazon Prime Reklamından keşfettim, Kitaplarını hiç okumadım hatta kitabı olduğunu bu diziyi izlerken yorumlarda keşfetmiştim. Zaten kitap uyarlamaları hep böyle olmamış mıydı bu neyin siniri yani, hiçbir kitap bir filmin yerini tutmadı şimdiye kadar ben izlemedim. Kitabını okusaydım bende diğer herkes gibi hayal kırıklığına uğrayacaktım ancak okumadığım için çok başarılı buldum ben. Sürekleyici idi gayet de keyifle izledim
bence kitaplarını okuyanlar diziyi izlemesin…
gereksiz bir olumsuzluk yaşıyorlar/yaşatıyorlar.
Benim gibi kitabını okumamış ve dolayısı ile anlamsızca Fantastik dünyalara bir değer, bir mana yüklemeye çalışanlara ( okunsa bile bu derece ana yüklemeye gerek yok, en nihayetinde milyonlarca olabilecek fantastik dünyalardan biri sadece) tavsiyem, sizin hayalinizde olanı unutun ve olanın keyfini çıkarın..
Dizi kısalığından gelen hızlı olay akışı ve dolayısı ile bazı mantıksızlıklar içerse de ( hangi fantastik dizi de yok ki!) gayet başarılı ve sürükleyici idi.
Yeni sezonu merakla bekliyorum…
Hem kitapları okumuş hem de diziyi izlemiş biri olarak benim de elbette bir yorumum var. Öncelikle ilk kitap serideki zaten en zayıf kurguya sahip kitaplardan biri, olay örgüsü ve karakter gelişiminin kayıtsız olduğu ve bence yazarın da amatör olduğu dönemlerden kalma ve bu nedenle seriyi oldukça seven biri olarak ben dizi de birinci kitabın birebir uyarlanmış olmasını tercih etmezdim zaten. Ancak Aes Sefai ile muhafızı arasındaki bağı çok gereksiz detaylı işlemişler, bunun yerine çok daha farklı detaylar ele alınabilirdi. Olay örgüsü üzerinde yapılan değişiklikler bence kabul edilebilir ama karakter gelişimleri ve özelliklerinin bu denli değişmesi, bir avuç ezik insana dönüştürülmelerini kesinlikle ben de yanlış buldum. İlk kitabin ortalarında sönüp giden Egwene ile Rand aşkını sakız gibi sündürmeleri, Min’in kitaba kıyasla kehanetlerinin çok daha spesifik olmasına rağmen bir korkak gibi sessiz çıkıp gitmesi, inadıyla meşhur Nynaeve’in Lan’ı ateşe atıp kendisi geri de durması gibi verilen kararların karakteri mahvetti gibi düşünüyorum. Bu noktada artık bunun bir uyarlama hatta esinlenilme olarak kabul edilmesi lazım sanırım. Ancak ben görsel efektleri ve sinematik evreni gayet başarılı buldum. Bence dekorlar GoT veya benzeri dizilere kıyasla çok daha iyi ve detaylı. Dizinin çekim süresinde beni en çok rahatsız eden aslında cast seçimleri olmuştu ama diziyi izlemeye başladıktan sonra aslında bazı seçimlerin oldukça başarılı olduğunu fark ettim. Tüm bunları özetlersek aslında olay örgüsü ve karakter gelişimi olarak kitap evreninden oldukça farklı olması nedeniyle bence dizinin sadece evren ve tema olarak okurlar tarafından baz alınması, bunun dışında bağımsız bir yapım olarak görülerek işlenirse gayet keyifli olabileceğini söyleyebiliriz.