Geekyapar olarak çok uzun yıllardır bir geleneği devam ettiriyoruz; geek dosyalar. Bu dosyalarda elimizdeki konuları keyfimize göre çarpıtıyoruz, istediğimiz noktalarından anlatıyoruz ve daha ilgi çekici hale getirmeye çalışıyoruz. Ama bu hafta benim dosya konum olan paradokslarda farklı bir durum söz konusu; konunun kendisi zaten olabildiğine ilgi çekici. Bu yüzden bu dosya konumuzda hiç lafı dolaştırmayacağım ve direkt paradokslardan ve hikâyelerinden bahsedeceğim. Aslında paradoks gibi bir konu başlığını bu kadar basit anlatmak da bir paradoks değil midir? Muhtemelen değildir, o yüzden hemen yazımıza başlıyorum.

Bu ilk yazımız olmasından dolayı öncelikle biraz paradoksun kelime anlamından bahsetmemiz gerekiyor. Paradoks, görünüşte doğru olan bir ifade veya ifadeler topluluğunun bir çelişki oluşturması veya sezgiye karşı bir sonuç oluşturmasına denir. Bunu çok basit bir örnekle ifade etmemiz gerekirse “A) B şıkkı yalandır B) A şıkkı doğrudur” şeklindeki bir ifade iki ifadenin de hem doğru hem de yanlış olmasından dolayı bir paradokstur.

Paradoks, dünyanın başlangıcından beri hayatımızda olan terimlerden biri olsa da sanıyorum ki bunu ilk defa tam manasıyla Antik Yunan döneminde yaşayan filozof-şair Epimenides buluyor. Tarihte Epimenides Paradoksu olarak geçen bu paradoks, kendisi de Giritli bir vatandaş olan filozofumuzun “Tüm Giritliler yalancıdır” önermesi ile ortaya çıkıyor. Eğer paradoksu doğru kabul ederseniz, Giritli olan Epimenides’i “yalancı” dolayısıyla söylediği önermeyi de “yalan” kabul etmiş olacaksınız. Ama eğer önermeyi yanlış kabul ederseniz bu sefer de Giritli Epimenides’in “Tüm Giritliler yalancıdır” sözünü doğru kabul etmiş olacaksınız. İki şekilde de önerme hem yanlış hem doğru olduğundan dolayı ortaya bir paradoks çıkarmış olacaksınız. Karışık değil mi? Ama eğlenceli de.

Şimdi gelelim bu hafta üzerinde duracağım paradoksa. Paradoksumuzun birden çok ismi var. Şimdilik adına “zaman paradoksu” diyeceğim bu paradoks 1959 yılında ünlü yazar Robert A. Heinlein tarafından yazılan “All You Zombies!” isimli kısa bir öyküden çıkmıştır. Paradoksumuz daha sonra 2014 yılında başrollerinde Ethan Hawke ve Sarah Snook’un da oynadığı Predestination isimli filme uyarlanır. Peki, bu paradoks nedir? Hemen kısaca anlatalım.

1945 yılında bir gün yetimhanenin kapısına bir kız çocuğu bırakılır. Anne babasının kim olduğunu bilmeyen bu kız çocuğa Jane ismi verilir. Jane yıllar boyunca yalnız bir hayat sürdükten on sekiz yıl sonra 1963 yılında bir barda Jim isimli bir genç ile tanışır. Daha çocuğu görür görmez âşık olan Jane bu adamla aşk yaşar, ondan hamile kalır. Fakat Jim bir gün ansızın ortadan kaybolur ve Jane bu çocuğu onsuz doğurmaya karar verir. Doğum sırasında hem erkek hem de kadın yani hermafrodit olduğu ortaya çıkan Jane’in hayatta kalması için ameliyatla erkek yapılması gerekir. Bu da yetmezmiş gibi doğumdan sonra Jane’in çocuğu kaçırılır. Yaşadıkları kendisine ağır gelen Jane yıllar boyunca boş boş dolaşır ve 1970 yılında bir gün Zaman Birliği’ne katılırsa çocuğunu kaçıranlardan intikamını alabileceğini söyler. Böylece 1963 yılına yeniden geri dönen Jane, intikam planlarını hayata geçirecekken bir gün barda yetim bir kadın ile tanışır ve âşık olur, birlikte olurlar ve kız hamile kalır. Bütün bu olaylardan haberdar olan barmen ise dokuz ay sonrasına giderek doğan çocuğu kaçırır ve 1945 yılına geri giderek bir yetimhanenin kapısına bırakır.

Böylece Jane, hem kendisi, hem hamile kaldığı kişi hem de doğan çocuk olarak karşımıza çıkar hikâyede. Bunu söylememize gerek yok sanırım ama bu da çok büyük bir paradoks oluşturur. Ayrıca bu paradoks daha sonra popüler kültürde bitmek tükenmek bilmeyen zaman yolculukları hikâylerinin kapısını aralar. Her gelen kendinden bir öncekine “O öyle olur mu lan, dur bak zaman yolculuğu böyle bir şey” der ve zaman paradoksunun kitabını baştan yazar. Tabi herkes kendi bu kadar fazla güvenmez, bazıları Rick and Morty gibi “aman abi zaman maman hiç karıştırmayalım ortalığı” der ve köşesine çekilir. Paradoksun kendisi eğlenceli olunca insanların bu konuda bu kadar fazla eser ortaya koymasına bir şey demiyoruz tabi ki. Ama bu eserleri, zaman paradoksunu işleme biçimlerinden tutup, eleştirebiliriz.

Kavramın kendisi çok ama çok derin olunca onu işleyecek insanların işi bir hayli zor oluyor. Zaman paradoksunu öyle bir vermeliler ki hem izleyiciyi sıkmayacak kadar basit olmalı hem de ilgisini çekecek kadar karmaşık… Bunun ölçüsünü birazcık kaçırdıklarında izleyiciler ya eseri çok karmaşık buluyor ve ilgisini kaybediyor ya da çok basit buluyor ve dalga geçiyor. Eh, zaten işin güzelliği de bunda yatıyor: öyle herkes zaman paradoksu ile uğraşamıyor.

Temelini zaman paradoksu üzerine kuran ve “zaman” deyince birçoğumuzun aklına gelen Back to the Future filmi, bu zamana kadar bu konuda neredeyse yasa kabul edildi. 80’li yılların ortasında hayatımıza giren filmde Marty’nin geçmişte yanlışlıkla anne ve babasının tanışmalarına engel olmasının ardından silinmeye başlaması birçoğumuzun aklına “demek ki geçmişte bir şey yaparsak gelecek değişir” gibi bir algı oluşturdu. Hem bu algının çok uzun yıllar önce aklımıza kazınması hem de Back to the Future’un bu konuda kült bir eser olmasının sonucunda artık insanlar bunun böyle olduğuna bilimsel bir gerçek gibi inanmaya başladı. Hatta bu konuda ufak bir itirazı olan ama meramını güzel anlatamayan bir sürü film aşağılandı, hor görüldü, linç edildi. Tıpkı Infinity War’daki gibi…

Şimdi tabi ki Infinity War deyince aklınıza bu küçük linç gelmeyecek, bu çok doğal. Filmin geride kalan haberleri güneş sistemindeki gezegenler gibi büyük olunca Plüton kadar bir linç ister istemez göz ardı edilebiliyor. Ama bu onun orada olduğu gerçeğini değiştirmiyor elbette. Daha önce Aslı’nın şu yazıda anlattığı Infinity War’un zaman paradoksunu işlemesi, filmin bunu hızlı geçiştirmesinden ve biraz da eskilere saygısızlık etmesinden dolayı tepki çekmişti.  Ama işte Aslı’nın da şu yazıda anlattığı gibi Infinity War haksız değildi.

Aslında eğer sıkı bir Marvel izleyicisiyseniz Infinity War’da işlenen bu zaman paradoksunu Agents of Shield dizisinin üçüncü sezon on beşinci bölümünde Fitz’in anlattığını hatırlarsınız. Tabi, bu kendi başına bir film olan Infinity War’ın konuyu kötü anlatmadığı anlamına gelmez. Sonuçta bir filmi izlemek için öncesindeki altı sezonluk diziyi izlemek zorunda değilsiniz. Yine de bana kalırsa tüm dizi ve film tarihinde zaman terimini en basit ve en doğru şekilde anlatan Fitz, zamanın bizim zannettiğimiz gibi doğrusal bir yapıda olmadığını harika anlatmıştı. Zaman, gelecek ve geçmişten oluşmaz. Zaman’da gelecek olmuş ve bitmiştir, biz sadece bu olan şeyi deneyimleyebiliriz, onu değiştiremeyiz.

Bu olay kaç defa anlatılırsa anlatılsın, kaç defa dinlersek dinleyelim asla tam olarak zamanın ne olduğunu anlayamayacağız. Çünkü insanoğlu olarak bir üç boyutlu bir canlıyız, zaman ise dördüncü boyut. Tıpkı iki boyutlu bir varlığın hiçbir zaman küpü, silindiri ya da başka herhangi bir üç boyutlu cismi hayal edemeyeceği gibi biz de zamanın tam olarak nasıl işlediğini hayal edemeyiz. Ama işte bu bizim bu konuyu deşmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Bu yüzden gücümüzün yettiğince farklı şekillerde, farklı mecralarda, farklı insanlar olarak zaman paradoksunu suyunu çıkartana kadar kullanıyoruz. Ama bir kez daha altınız çizmek gerek, konu o kadar eğlenceli ki; doymuyoruz!

Efendim aslında deminden şimdiye geldiğimiz bu yazımızda Dark’tan söz etmeyi çok istiyordum. Ama siz de hak verirsiniz ki hali hazırda uzun olan yazımıza bir de Dark’ı eklersek işin içinden çıkamayız. Bu yüzden zaman paradoksu yazımıza bir nokta koyuyoruz. Hem de kesin ha. Zamanda geriye gidip bu yazıyı değiştiremeyiz artık. Yazıldı bir kere, bir anlamı var.

Author

Kalabalıkta sesini kaybetmemek için içerik üreten biri. Her ateşin iyi bir hikâyeye ihtiyacı olduğunu düşünür. Film, kitap, dizi, karikatür oyun ve müziğin her türlüsüne ilgisi vardır ama parası yoktur. Onu her yerde "Tavşan" diye çağırabilirsiniz.

1 Comment

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.