Birçok alanda, bir kadının girebileceği rollerle ilgili yılların getirdiği, zararlı ve yanlış kalıplar var. Örneğin kadınlara Femme Fatale denirdi, Eye Candy denirdi ve böylece bu minik kalıplaşmış yargılar yüzünden kadınların başarıları göz ardı edilirdi. Kadınlar ya güzel olabilirdi ya da zeki. Eğer güzel ve zekilerse de güzel olmaları daha önemliydi, özellikle Hollywood için. Bu yargılar günümüzde değişti mi, değiştiyse ne kadar değişti bilemiyorum elbette, yirmi birinci yüzyıl magazinlerine o kadar hâkim olduğumu söyleyemeyeceğim. Bunun yerine bugün size güzelliğin, sansasyonelliğin ve zekanın bir arada bulunabileceğini İkinci Dünya Savaşı esnasında kanıtlayan, aynı anda hem güzelliğiyle ünlenmiş bir Hollywood oyuncusu hem de Wi-Fi, GPS ve Bluetooth teknolojisinin temelini atabilen bir bilim insanı ile geliyorum: Hedy Lamarr.
Lamarr’ın birinci işi elbette oyunculuk. IMDb’ye adını yazdığınızda hakkında bol bol okuyabileceğiniz kısım burası. Henüz on altı yaşındayken keşfedilen, on sekiz yaşındayken de kariyerinin zirvesine ulaşan bir aktris Hedy Lamarr. Gustav Machatý’nin yönettiği Ecstasy isimli filmdeki sahneleri bir dönemi kasıp kavuruyor. Hatta bu film öylesine olay oluyor ki Amerika Birleşik Devletleri’nde “aşırı cinsellik” sebebiyle gösterimi yasaklanıyor. Başlarda sadece figüranlık yapan Hedy Lamarr da bu film sayesinde bir anda tüm dünyanın gözünü kendi üzerinde buluyor.
İşin magazin kısmı da asıl konumuzla alakalı, o yüzden değinelim istiyorum. Hedy Lamarr, bir hayranıyla evleniyor. Bu cümleyi açmak lazım şimdi, bunun altında da bir sansasyon var: Kendisinin bir hayranı olan ve ısrarla kendisiyle tanışmak isteyen silah taciri ve Avusturya’nın en zengin üçüncü adamı olan Friedrich Mandl’a âşık olduğunu söylüyor. Buradaki tek sorun tabiri caizse “stalker” birisiyle evlenmesi değil, bunun yanında bir de Lamarr’ın ailesinin Yahudi asıllı olması var. Zira Mandl, Mussolini ve Hitler ile bağlantıları olan bir adam. Takdir edersiniz ki bu evliliğe herkes karşı çıkıyor. Buna rağmen Lamarr kalbini dinleyerek onunla evleniyor ve bu büyük bir hata oluyor.
Kocasının ona bir bireyden ziyade güzel bir bebekmişçesine davranması Lamarr’ı rahatsız ediyor. Hayatının her zerresini kontrol ve gözlem altında hissettiğini söylüyor. Özgür olamamaktan dert yanıyor. Bu çağın bir sorunu sanırım, evliliğin kadını kısıtlaması ile ilgili bir klişe vardır ya hani? Bu kadar hayırsız birisi olan Mandl bu hikâyede bir yere sahip zira onun bir yararı da var: Hedy Lamarr’ın bilim ile tanışması, bir manada bu hastalıklı kocası sayesinde oluyor. Mandl’ın iş toplantılarına çeşitli bilim insanları katılıyor, böylece Hedy Lamarr belki de ilk defa askeri teknolojiye ilgi duymaya başlıyor.
Sonunda kocasından ve evliliğinden kaçmaya karar veren Hedy Lamarr, ülkesini de terk ediyor. Oyunculuğa devam ediyor. Fakat bu defa oyunculuğun yanında yeni bir hobisi var: İcatlar yapmak!
En büyük icadına girişmeden önce evinde kendi halinde hobi olarak bir şeyler üretmeye karar veriyor. Bu hobisini sessizlikle sürdürüyor, çevresinde Lamarr’ın böyle bir işe yeteneğinin ve ilgisinin olduğunu bilen çok az kişi var.
Bir dönem ilişki yaşadığı Howard Hughes da onun bu hobisinden haberdar olanlardan biri. Hughes, bir gün, uçakların nasıl hızlandırılabileceği üzerine düşüncelere dalmışken Lamarr olaya müdahale edip ona kuşların kanatlarının şekillerinden bahsetmeye başlıyor. Bu uçağın kanatları çok kare, diyor, bak, kuşların öyle mi? Ona daha işe yarar planlar sunarak bu sorunu hemen hallediyor. Howard Hughes, ona bakıyor ve diyor ki: “Sen bir dâhisin!”
İkinci Dünya Savaşı sırasında Hollywood’da yan gelip yatarak paralar kırmak ona iyi gelmiyor. Bunun doğru olduğunu düşünmüyor, bir şeyler yapmak istiyor. İşte bu dönemde radyo frekanslarıyla çalışan torpidolar ona ilgi çekici geliyor. Torpidoların çalışma stillerini inceliyor. Frekansların çok kolay manipüle edilebileceğini söylüyor. Böylece aklına yeni bir fikir geliyor: Sürekli frekans değiştiren bir sinyali izleyen torpidolar!
Bu fikri gerçekleştirmek amacıyla dostu George Antheil ile beraber, bir “player piano” cihaz geliştiriyor. Kendi kendine çalan bir piyano gibi olan bu cihaz sayesinde torpidolar sabit bir frekansı takip etmektense sürekli frekans değiştirdikleri için, üçüncü kişiler tarafından müdahale edilmeleri zorlaşıyor. Bu fikir de katıldığı bir partide senkronize çalan bir sürü player piano gördükten sonra aklına geliyor. Farklı piyanolar aynı anda farklı notalara basabiliyorsa, bunu da çok uyumlu bir şekilde yapabiliyorsa, neden radyo dalgaları da aynı şekilde işlemesin ki?
Böylece bu fikri gerçekleştiriyor, 1942 yılında ürettiği cihazın patentini alıyor ve onu Naziler ile savaşan Amerikan ordusuna satmıyor, bağışlıyor. Fakat Amerikan ordusu bu fikri kullanılamaz buluyor. Bir torpidonun içine player piano koymak mantıksız geliyor. Böylece İkinci Dünya Savaşı’nda bu cihaz kullanılmıyor.
Bu fikrin ne kadar dâhice olduğu Soğuk Savaş esnasında anlaşılıyor ve böylece gemiler ile Amerikan hükümeti arasındaki mesajlaşmalar, onun teknolojisi sayesinde şifreleniyor. Hedy Lamarr’ın hak ettiği ilgiyi görmesi de 1997 yılında oluyor zira o yıla kadar bu fikri tek bir ödül dahi alamıyor. 2014 yılında da National Inventors Hall Of Fame’e adı yazılıyor.
Biz de onun fikrini şu anda hayatımızın her yerinde kullanıyoruz. Açıklıyorum hemen: Hedy Lamarr’ın bu fikri, yalnızca torpidolara player piano yerleştirmekle alakalı değil. Radyo frekanslarının kullanımıyla ilgili büyük bir fikir aslında. Biz, Amerikan ordusu tarafından reddedilen bu fikri telefonlarımızda Wi-Fi, GPS ve Bluetooth olarak kullanıyoruz. Yani kendi buluşundan hiçbir şekilde para kazanmayan, döneminde yalnızca güzel bir surat olarak görünen ve ciddiye alınmayan Hedy Lamarr sayesinde hayatımız değişiyor.
Cihazını bağışlamaya gittiğinde ona askerleri eğlendirerek daha yararlı olabileceğini söyleyenlere cevap da geç de olsa gelmiş oluyor: Ona “Wi-Fi’ın annesi” diyoruz şimdi. İnanılmaz değil mi? Kontrolcü bir kocadan kaçan, kendi ayakları üzerinde durabilen ve fikirleriyle günümüze, hayatımıza dokunan, güçlü bir kadından bahsediyoruz. Hatta bu yazıyı da şu an onun sayesinde okuyoruz diyebilir miyiz mesela? Teşekkürler Hedy Lamarr!