Üzerine konuşması zor bazı şeyler var. Bunları zorlaştıran şeyin korkuyla ilgisi yok. Ağzınızdan çıkarsa olacaklardan korktuğunuzdan değil elinizin klavyeye gitmeyişi, konuyu ortamda bir yerde açmayışınız. Dayanamayacağınızdan değil. Mesele dirayet. Mesele sabır. Mesele bunların, bazı konular söz konusu olduğunda, karşı karşıya gelip unufak oldukları duvarların insanı konuşmaya başlamadan susmaya ikna etmesi.
Ama konuşmamız da gerekiyor bunu. Biliyorsnuz içten içe. Birinin dile getirmesi gerekiyor. Ama nasıl? Nereden? Ben bu konuların üzerine düşünüp düşünüp durdum uzunca bir süre. Ortada tespitini yaptığım bir problem vardı. Vardı yani, duruyordu orada. Apaçık ortadaydı. Ama dile getirmek zor işte. Değişmesinin elzem olduğuna inandığınız sorunları konuşmaya başlamazsınız o sorunların muhattaplarının ne kadar ısrarlı ve sert bir şekilde bunları reddedeceğinden emin olduğunuzda. Benim dilimi bağlayan da buydu işte. Sorun ortadaydı, ama başlanacak bir yer gerekiyordu sadece. O yer de, çok ilgisiz bir biçimde, Beşiktaş futbol takımının resmi Instagram sayfasının altındaki yorumlardan geldi.
Ben, eğer müsaadeniz varsa, bugün o sorunu konuşmak istiyorum. Eğer müsaadeniz varsa, ben bugün bir kültür olarak ne kadar ırkçı olduğumuzdan söz edeceğim.
Aras Özbiliz, İstanbul doğumlu bir oyuncu. Ailesi, Aras küçük yaştayken Hollanda’ya taşınmış. Etnik olarak, ailesi –ve haliyle kendisi– Ermeni. Aras, Ajax altyapısında futbola başlamış. Milli takım yaşı gelince, FIFA kuralları dahilinde seçebileceği üç milli takım var. Doğduğu ülke Türkiye, ailesinin ülkesi Ermenistan ve yetiştiği ülke Hollanda. Aras, birçok sebebin bir araya gelmesiyle olsa gerek, Ermenistan’ı tercih etmiş. Buraya kadar söylediklerimde olağanüstü hiçbir durum yok. Yüzlerce oyuncu, FIFA sadece doğduğun, ailene ait, yetiştiğin ya da natüralize olduğun memleketin milli takımında oynamana izin verdiği için ve bu şeyler zaman zaman aynı kapıya çıkmadığı için milli takımlarını tercih ederek başlıyorlar uluslararası kariyerlerine.
Aras Özbiliz’in gündemimizde olmasının sebebi, kendisinin bir iki hafta önce kadar Beşiktaş tarafından transfer edilmiş olması. Aras Özbiliz’in Geekyapar sayfalarında kendisine yer bulmasının sebebi ise, bu transfere gelen yorumlar.
Açıkçası ismini yarımağız blurlayarak bile fazla nezaket gösterdiğim bu kişi, direkt bu yorumu yapıştırmış. Belki ch gibi olgularla biten cümleleri idrak etmek istemezsiniz diye söyleyeyim, bu kullanıcı, içinde Türkiye bayrağı olan Beşiktaş logosunun ve Türkiye bayrağı olan formanın bir Ermeni “şerefsizi” tarafından giyilmesini istemiyor. Bu şahsa aklıselim birileri, hatta hafifletmeyeyim, aklı doğru düzgün çalışan onlarca kişi “ırkçılık yapma” diyor. Kendisinin iki kuruşluk aklında “ırkçılık kötü bir şey” gibi bir olgu yetişebilmiş olduğundan, cebinde cevabıyla gelmiş tartışmaya; hemen yapıştırıyor.
Ha. Evet. Sebebi var. Ermenistan devleti, Karabağ yöresinde işlenen suçlardan sorumlu olduğu için; otomatikman Bakırköy doğumlu, Hollanda menşeli, transferi Rusya’dan gerçekleşmiş 25 yaşındaki bir adamdan şerefimizle nefret edebiliyoruz. Ama buradaki asıl kilit şey ne biliyor musunuz? Yorumu yapan şahıs müsveddesinin kurduğu elim şu cümle. O cümle ki, Türkiye sınırları dahilinde yaşanan bu büyük sorunun neden tespitine başlayamadığımızı ve bu sorunun neden biz dokunamadan çığ gibi büyüdüğünün tek başına ispatı. “Bu ırkçılık değil.“. Üstelik bu arkadaş, bu hissiyatında da tek başına değil.
Gramer kafanızı karıştırıyorsa, sarih bir özet geçmeye çalışayım. Şöyle demek istiyor bu arkadaş: “Bu ırkçılık değil, çünkü adam Ermeni. Türk çocğunun derisini diri diri yüzen Ermeniler’e mi ırkçılık yapmayın diyorsun yani? Yancılık yapmayın. Böyle yapmak ırkçılıksa, ben de ırkçıyım. Ne kadar ermeni varsa alayını sikeyim.” Gelin parça parça ayıralım bu beyanı isterseniz. Çünkü bu savunmanın, sadece bu kullanıcıya özgü olduğunu zannediyorsanız, büyük bir yanılgı içerisindesiniz.
Öncelikle, ilk cümle şunu diyor: Ermeni’ye karşı ırkçılık olmaz, çünkü sebebi var. Bir önceki yorum gibi. Peki. Irka dayalı bir sebep değil diyor yani bunun için. Dışsal bir sebebi var diyor. Tamam. Ne o sebep? Çünkü bir Türk çocuğunun 14 saniyede diri diri derisini yüzmüş Ermeniler. Ne zaman? Nerede? 14 saniye kadar spesifik bir rakama nasıl ulaştık? Bu nerede gerçekleşti? Nasıl yaşandı? Kim kaydını tuttu bunun, kim yaydı, kim öğrendi ve öğretti? Var mı elimizde bilgileri?
Soruyorum, çünkü Türkiye’nin en afilli süper kahramanı kıskandıracak kadar geniş “kötüler galerisine” mensup ülke, etnisite, ırk ve mezhepler arasında bu tip bir hikayeye sahip olmayan var mı? Kürtler bebek öldürüyorlar, Yunanlar Kurtuluş Savaşı’nda tecavüzle kırıyorlar Anadolu’yu, Fransız’lar Antep’te neler neler yapıyorlar, zaten Ruslar’dan hiç söz etmeyin, hele o Bulgarlar… Bunlar her savaşın, standart öcü hikayeleri. Vakti zamanında Avrupalı’lar da, Osmanlı için anlatırmış böyle hikayeleri. Benim meramım bu değil. Şunu söyleyin bana; birincisi, bizim neden hakkında öcü hikayesi anlatacak bu kadar “kötü adamımız” var; ve daha da önemlisi, neden bir Allah’ın kulu “İngiliz’in hepsi değil, domuzu” diyemiyor?
Bunun birebir benzeri Doğu Türkistan’da olmadı mı? Daha geçen yaz? Bir anda saçma sapan resimlerle doldu ortalık, öcü hikayeleri yayıldı. Benimsenmesi saniyeler sürmedi. Çin elçiliği basıldı, protesto yürüyüşleri düzenlendi. Yetmedi, Çin lokantaları basıldı, Doğu Türkistan’dan kaçan gençler dövüldü. Çekik gözlü diye Kore’li insanlara linç girişiminde bulunuldu İstanbul’un göbeğinde. Tayyip çıkıp “biz Çin’in toprak bütünlüğünü destekliyoruz” dedi, o zaman duruldu ortalık. Ama çok hazırdık bütün Çinlileri kötü görmeye. Çok hazırdık. Oradaki devletin hayal ettiğimiz korkunç günahlarını, götümüzden uydurup kendimiz inandığımız akıl almaz ayıplarını bütün diğer Çinlilerden çıkarmaya, bu sırada da Çinli olup olmadıklarını umursamamaya çok hazırdık.
Çünkü ırkçıyız biz. Genimizde var, kültürümüzde var. Bunu inkar etmenin ne yolu var, ne yordamı. Bu cümleyi kurarken kimseyi meclis dışında tutmak da mümkün değil. En eğitimli insanlar bile tutup “Taksim’i ele geçirdi şu pis Araplar” diyebiliyor. En aklıselim, yüzü gün insanlar bile “O zenciler kokuyor ya” diyebiliyor. Eli internet tutan, bizim siteye girebilecek kadar araştırma yetisine sahip insanlar okudukları bir yazıyla ilgili “Bu yazıyı yazanın etnisitesini kontrol ettirmek lazım, yüzde yüz TÜRK değildir” diyebiliyor. Çünkü ırkçıyız biz. Ve işin en acıklı tarafı, ırkçı olduğumuzu kabul etmek gibi bir eğilimimiz de yok.
Bu yazının altında da bitecek illa ki “başka yerlerde yok mu ırkçılık?” yorumları. Var. Ama nefretin böylesine normalleştiği bir coğrafya var mı, ondan emin değilim. Sorunumuz bu çünkü. Irkçılık eğer senin etnisitene sahip olmayana dair, yekpare bir yargı ve onun sonucunda oluşan haksız ama külli bir nefret olarak tanımlanıyorsa, bu bir anomali değil bizim kültürümüz için. Bu bizim varoluşumuzun ta kendisi. Bu yüzden de üzerine konuşamıyoruz. Çünkü ne yapacaksın ki, dağı dilinle eritemezsin. Nereden başlayacaksın ki hastayı tedavi etmeye, hasta damarlarındaki kirli kanı tanımlamak istemiyorsa? Ona bu içinde tuttuğu, damarlarında gezdirdiği kirli kanın; yani nefretin, yani öfkenin, yani yaralayıcı ve çarşaf yargıların yarattığı onarılmaz kopuklukların her şeye ve herkese zarar verdiğini, kendisi dahil, nasıl izah edeceksin?
Bunu bu yüzden yazıyorum buraya. Bu nefret benim kanımı donduruyor. Bir insanın üzerinden, bir etnik köken, ırk, millet veya mezhebe yönelik böyle hurafeler üzerinden nefret yetiştirmek; bizim alametifarikamız 85 yıldır, ve bu benim kalbimi sıkıştırıyor. Ama bunu buraya yazıyorum, çünkü bu site bir şey hakkında çok tutkulu olduğu için yargılanmış, dışlanmış; tutkusu kendisini açmasına sebep olmuş ve bu açıklık yüzünden “coolluğunu” yitirdiği için itilmiş, kakılmış, nefret edilmiş insanların sırtlarında yükseldi. Benim, belki naif bir inancımdır ama, o insanların sürekli nefret söylemlerine en empati kurabilecek ve bunu durdurabilecek lafları edecek; hiç değilse de yayılmasına sebebiyet verecek laflardan imtina edecek kişiler olduğuna dair bir düşüncem var. Bu satırlar, o yüzden burada.
85 senedir kadrolu olarak birilerinden paket olarak nefret ediyoruz bu ülkede. Bunun hiçbir şey değilse bile, adının konulması gerekiyor. Koyacaksa, bu insanların koyacağını düşünüyorum. Bu bir “sheref meselesi” değil. Bu “işin içine siyaset karıştırmak” değil. Bu “soy meselesi” de değil. Bunun adı ırkçılık. Ayrımcılık. Nefret söylemi. Ve biz adını koymayıp, konuşmayı reddettikçe, büyümeye devam ediyor. Her gün kendisine daha rahat hareket edebileceği bir alan bularak…