Bilmeyenler için, 20 Mayıs 2016 tarihinde; Cuma gününde, laiklik yeni anayasada olmamalıdır diye başladığı lafını, “Dindar anayasa meselesinden anayasamızın kaçınmaması lazım. Dini olarak bahsetmesi lazım…Yeni ve dindar bir anayasa olmalı.” sözleriyle bitiren muhteşem insanın Meclis Başkanlığını yaptığı bir oturumda, 376 oyla bir teklif geçti Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden. Teklif, dokunulmazlıkların kaldırılmasını içeriyordu. Spesifik olarak, hakkında fezleke bekleyen milletvekillerinin yargılanmasının önünü açmak istiyordu. Geçti. O fezlekelerin, yargı sürecine dönüşmesine önayak olundu yani bugün. 20 Mayıs, 2016 tarihinde, bir Cuma günü.
Buradaki rakamlar ne peki? Anladığımız kadarıyla, 506 felzeke var. Bunlar toplam 112 milletvekiliyle ilgili. Bu 112 milletvekilinden, yirmi bir AKP’li hakkında 41 fezleke var. Elbette. Otuz üç CHP’li hakkında, 116 fezleke var. Bittabi. Altı MHP’li hakkında, 14 fezleke var. Pekâlâ. Geri kalan 278 fezleke, 41 HDP’li milletvekili hakkında. HDP’nin hakkında fezleke bulunmayan milletvekili sayısı 12 bu arada.
Siyasi görüşünüz ne bilmiyorum. Bunları okurken kafanızdan geçecek cümlenin “Ama onlar da teröristle işbirliği yapıyor” olduğuna dair bir endişem var sadece. Tanışmıyoruz. Detaylı olarak ne düşündüğünüzü bilmiyorum. Düşündüğünüz şeyleri nelerin şekillendirdiğini bilmiyorum. Hangi şahsi acılar ve açılardan eriterek dünyayı okuduğunuza dair bir fikrim yok. Önemi de yok. Çünkü bugün, bu karar üzerine, verebileceğiniz tek tepkinin dehşet olması gerekiyor. Bunu biliyorum.
Kimsenin kimseyi kandırmasına gerek yok. Bir süredir nefes alması giderek zorlaşıyor bu ülkenin sınırları dahilinde. Ne ekonomik olarak birkaç sene önce iddia edildiği kadar iyi bir yerdeyiz, ne de bunu iddia edenler, artık bol keseden bile olsa iddia etme zahmetine girecek kadar umursuyorlar ülkeyi. Konuşma ve basın hürriyeti, bir yerlerde, küçük bir köpüğün içinde de olsa varmış gibi davranmak, giderek zorlaşıyor. Yaşama alanımızı göçmenlerle paylaşıyoruz ve bunun ne göçmenlere, ne de bize bir faydası yok. Savaş var, her tarafımızda savaş var, hissediyoruz kokusunu, korkusunu. Ve ölüyoruz. Kilis’te, Bursa’da, İstanbul’da, Ankara’da. Ölüyoruz. Bir süredir tepe taklak gidiyor zaten ülke. Gitmesini engelleyemiyor zaten kimse. Kimse pek fazla da engellemek istemiyor zaten. Savaş nefret döküyor. Nefret gücü besliyor. Güç insandan kopuyor. Yalnızlaşıyor. Yalnızlaştıkça çirkinleşiyor ve yapabileceği tek şey, sahip olduğu iktidarı muhafaza etmeyi, yola çıktığı ideallere ihanet etmek pahasına denemek oluyor. Düşüyoruz yani. Serbest düşüşteyiz.
Daha doğrusu… serbest düşüşteydik.
20 Mayıs 2016 tarihinde, düşük profilli, ülkenin en büyük haber sitesinde “bölünmüş yollar ve Yüksek Hızlı Tren gibi dev projelere imza attı” diye tanıtılan yeni Başbakan’ı beklerken, çakıldık.
Siyasi görüşünüz ne bilmiyorum.
Dedim ya, “Ama onlar da teröristle işbirliği yapıyor” diye bir şey söyleyeceğinize dair bir endişem var sadece. Çünkü aşağı yukarı, bir yıldır bu ülkenin Cumhurbaşkanı sarılabildiği her mikrofona aynı şeyi diyor. Kendisinin bir yıl üst üste tekrar edip de, halkın en temel seviyesine doğru bir bilgi olarak kabul ettiremediği hiçbir şey olmadı bugüne kadar. Devletin ve devlet yetkililerinin, teröristle müzakereye oturmasında sorun olmadığı gibi. “PKK ile görüşen haindir” dedi, “Ne var, MİT müsteşarı tabii ki PKK ile görüşecek” dedi, sonra da “Çözüm süreci geldi, kanlar durdu” diye billboard’lar gördük Cinnah Caddesi’nde.
Siyasi görüşünüz ne bilmiyorum.
“Ama onlar da teröristle işbirliği yapıyor” diyecek misiniz bilmiyorum. Geri kalan herkes diyor çünkü. Geri kalan herkes, teröristin yanında duranın yüzüne tükürüyor. Peki. Yapalım bunu. Bu bir çözümse, yapalım. Yarın sabah, ben de geleyim yanınıza; her nerede duruyorsanız. Safınızda olayım. Ne yapacağız? Gerçekten, söyleyin. Tek tek bütün teröristleri vuracak bir silahınız var mı? Varsa, ben vurmaya varım. Yarın sabah IŞİD’siz, ETA’sız, FARC’sız, Zapatista’sız, PKK’sız, ETİM’siz bir dünyaya uyanalım. Sonra bu insanları evini terk edip, ellerine silah alıp, devletle çarpışmaya iten sorunlar yok olacak mı peki o insanlarla beraber? Şunu soruyorum yani sana, güzel okura… Biz başağrısını dindirdik diye, hastalık iyileşecek mi? Terör bir hastalıksa, ki öyle… Terörist bir semptom değil mi? Semptomu tedavi edip, hastalığı etmemek olacak mı?
Siyasi görüşünüz ne, gerçekten bilmiyorum.
Biliyorum, “Ama onlar da teröristle işbirliği yapıyor” diyenleriniz olacak içinizden. Mani olamayacaksınız kendinize. Diyeceksiniz, çünkü bunca ölüm, bunca acı, bunca kan, bunca kalp ağrısını durdurmanın, buna karşı hiçbir şey yapmamış gibi hissetmemenin bir yöntemi buymuş olarak görenleriniz olacak. Sorum o insanlara. Sırtında her şeyin acısını hissedip, bir şekilde atmak isteyen, güzel insanlara.
Terör nedir?
Siz biliyor musunuz tanımını? Var mı sizin bir tanımınız. Muhakkak vardır. Doğruya da yakındır büyük ihitmalle. Bize okulda öğrettiler akademik bir tanım ama, siz Türkiye vatandaşısınız. Dört duvar arasında sıkışıp kalmış bir Alman siyasetbilimciden daha iyi yaparsınız tanımını. İkinci bir sorum daha var o hâlde.
Sizin terör tanımınızla, devletinki, bir mi?
Peki öyle kalacak mı?
Siyasi görüşünüz ne olursa olsun, “onlar da terörle işbirliği yapıyorlar” demişsinizdir belki de. Benim de buna karşı bir sorum var işte.
Bir önemi var mı?
Bir hükümet, sizin kendi oylarınızla seçtiğiniz vekillerinizi, size sormadan meclisten atıyorsa zaten… önemi var mı? Bugün atılan herkes haksız belki de. Herkes gerçekten de terörün göbeğinde. Bir şey fark eder mi? Bunu yapanın, yarın muhalefet edene aynı muameleyi yapmayacağının garantisi var mı? Yanlış bir şey söyleyene? Aksi fikir belirtene? Kendi görüşüne uymayan herkese? Polise verilen yetkinin geldiği hâl, bunun bir mikro özeti değil miydi bugüne kadar? Kolluk kuvvetine yerleşen “Canını sıkan bir şey gördün mü, sık” kültürü, zaten az buçuk aynı aklın ürünü değil miydi? Tarih boyunca tüm demokrasi cinayetleri, aşağı yukarı bu kılıfa sokulmuş bir bıçakla işlenmedi mi? Vatan hainleri, değil miydi, dış mihraklar, bizi bölmeye çalışanlar. Önce onları götürmek adına, sistem değil miydi giden? Sistem gittikten sonra, kalan oldu mu? Olması mümkün mü?
Söyleyin, lütfen.
Bu ok yaydan bir kere çıktıktan sonra… Ankara’da bir meclis olmasının, bir önemi var mı?
Bence yok.
Bence 20 Mayıs’tan sonra, bu ülkeye Türkiye Cumhuriyeti demenin, nostaljiden başka, pek de bir anlamı yok.