Renkli filmler; 1950’li yıllarda yeni bir şey olmayı bırakmış, 1980’e doğru neredeyse standart bir film formatı halini almıştı. Hareketli görüntünün kabul edilir bir eğlence aracı olduğu ilk günden bu yana geliştirilmeye uğraşılan renkli filmler, hiç şüphesiz sinema tarihinin yönünü değiştiren en önemli buluşlardan biriydi. Fakat renkli film oranının yüzde doksan dokuzu aştığı seksenlerden sonra bile sinemanın ilk halinin yani siyah-beyaz formatın nostaljik ve estetik cazibesi kimi yönetmenleri kendine çekiyordu.

Bu yüzden popüler sinema; Lynch’in The Elephant Man’i, Spielberg’in Shindler’s List’i, Burton’ın Ed Wood’u, Allen’ın Celebrity’si gibi siyah-beyaz formattaki mühür filmlere ev sahipliği yapabildi. Elbette bu filmlerdeki siyah-beyaz tercihinin arkasında nostalji ve estetik arayışı kadar etkili bir etken daha vardı: Bu yönetmenler çocukluklarını siyah ve beyazın sinemaya hakim olduğu yıllarda geçirmişti ve usta kabul ettikleri isimler sinema sanatını çoğunlukla renksiz icra etmişlerdi. Yani nostaljiden daha etkili bir geçmiş zaman etkisi olan alışkanlık, yönetmenlerin tercihlerine kayda değer bir neden olabiliyordu.

Yeni milenyumdan itibaren ise renksiz sinemanın yaygın bir alışkanlık olamayacak kadar eskide kaldığını kabul edebiliriz. Renge direnen birtakım istisnalar haricinde 80’lerin ve 90’ların sineması, rengin avantajını kullanabildiği kadar kullandı. Sinema izleyicisinin gözleri, siyah ve beyaza olduğu kadar onların arasına konuşlanmış tüm renklere de aşina hale geldi. Fakat buna rağmen çağsama, estetik ve algı oluşturma gibi etkenler yeni milenyumda bile siyah-beyaz filmlerin aramızdan tamamen ayrılmamasını sağladı.

Düzenli okuyucularımız fark edecektir ki yukarıdaki paragrafları ilk sarf edişim değil. Daha önce; hala siyah-beyaz formatın tercih edildiği 2000 ile 2009 ylları arasında çekilmiş 6 filme ve bu tercihin sebeplerine göz atarken bu açıklamayı yazmış, yeni milenyumun ilk on yılından sonra günümüze kadar kalan yıllarda çekilmiş 6 filme daha göz atacağımızı belirtmiştim. Şimdi o belirttiğim noktadayız. Ayrıca aşağıda bulacağınız her bir filmi, zamanınızı keyifli geçirmenize yardımcı olacak tavsiyeler olarak kabul edebilirsiniz. Zira bu -ilk listeyle beraber- 12 film, ortalama 100 filmden oluşan bir listeden ayrılan 25 harika film arasından itinayla seçilerek Geekyapar sayfalarında yerini alıyor:

FRANCES HA (2012)

Frances, New York’ta yaşayan ama bir türlü yaşayacağı bir apartman bulamayan biri. O 27 yaşında fakat büyüyememiş, esasında bunu en başından beri çok da istemeyen bir kadın. Dans kumpanyasında çalışan ancak dans etmeyi bilmeyen bir çırak. Tüm bunların yanında çok iyimser bir hayalperest lakin hayallerini karşılayacak imkanlara sahip değil. Tasfirinde karşıtlık bağlaçlarından geçilemeyen Frances; New York’la, sorumluluklarıyla, kendisiyle çatışmak zorunda.

Büyüyememek ve ait hissedememek durumlarınının en iyi anlatımlarından Frances Ha, samimiyetle ortaya konmuş bir iş. Yönetmen koltuğundaki Noah Braumach’ın da Frances’ı canlandırarak festivalde dev ilgi gören aktris Greta Gerwig’in de isimleri Frances Ha’nın senarist künyesinde yazıyor. Filmi seyrettikten sonra bu isimlerin tek görevle yetinememesinin bencillik ya da cesaret göstergesi değil, yaptıklarına duydukları heyecan olduğunu anlayabiliyorsunuz. Bense bu heyecanı hikayenin özdeşleşilebilirliğine bağlıyorum. Filmi izlerken, hayatlarında en azından bir kez kendi ayakları üzerinde durmayı deneyen her seyirci, bir anda Frances oluveriyor. Filmin temposunun ve müziğin Frances’ın savrukluğuna eşlik etmesiyle ve Gerwig’in doğal oyunuyla kolaylaşan bu empati sayesinde, karakterin olaylara tepkisini görme ihtiyacı hissetmeden benzer tepkiler verebiliyorsunuz.

Neden siyah-beyaz?: Frances kadar delidolu bir kadının hiç istemeden, renksiz bulduğu durumlara düşmesine harika bir paralellik oluşturuyor bu görsel tercih. Aynı zamanda Braumach sanki, sadece şimdi izleyenler değil de çok sonra izleyenler bile Frances’a empati geliştirebilsin diye filmi zamansız göstermeye çalışıyor.

Menşei: Amerika Birleşik Devletleri

SEN AYDINLATIRSIN GECEYİ (2013)


Onur Ünlü’nün çağladığı filmlerinden Sen Aydınlatırsın Geceyi, sıradanlığın en sıradışı anlatımlarından biri. Manisa’nın Akhisar kasabasının halkı olağanüstü sıradanlıkta hayatlar yaşarlar. Kasaba halkı birbirinden farklı doğaüstü güçlere sahiptir fakat bu onlar için oldukça sıradanlaşmış bir durumdur. Film, böylesi bir kasabada yaşanan trajikomik bir aşkın çevresinde dönüyor. Aşkın bir tarafında herkes gibi düşünemeyen -ayrıca objeleri içinden geçebilen- Cemal, diğer tarafında yediği dayaklara ses çıkaramayan -aynı zamanda telekinetik olan- Yasemin duruyor.

Türk sinemasında kişisel favorilerimdendir Sen Aydınlatırsın Geceyi. Onur Ünlü, daha önceki işleriyle de kurcalamayı sevdiğini gösterdiği, doğaüstü durumları basit hayatlara yedirme tarzını olabilecek en Anadolulu şekle ve en üst seviyeye getirmiş bu filmle beraber. Hikayenin yanısıra Ünlü, teknik açılardan da işini nihayet ciddiye alan bir sinema ortaya çıkarmış. Bunun yanı sıra yönetmenin gayretine uyum sağlamayan bir oyuncu dahi sette yer almamış. Sen Aydınlatırsın Geceyi sonuçta, basit hayatların kimse aksi için gayret göstermediği sürece, en sıradışı imkanlarda bile basit kalacağına ikna eden bir film olmuş.

Neden siyah-beyaz?: Günümüz sinemasında özel güçler ve olağanüstü olaylar en cafcaflı sunumlarla karşımıza çıkarken Onur Ünlü sunumunu en sade biçimde yapmasa olmazdı. Oluşturduğu tezatın yanında kasabanın ve insanının sıradanlığına da bir destekçi oluyor siyah ve beyaz.

Menşei: Türkiye

IDA (2013)

Pawel Pawlikovski yönetmenliğindeki Ida, 1960’lar Polonya’sında bir kasabada rahibelik yeminini etmek üzere olan Anna’nın hayatını değiştirecek, onu Ida yapacak aile sırlarını öğrenmesiyle beraber teyzesiyle şehre olan yolculuğu ve sonrasını konu alan bir yolculuk filmi. İkinci Dünya Savaşı öncesi, sırası ve sonrası yapılan, birbiriyle örtüşmeyen baskıların yıprattığı toplumun ödediği bedellere örnek bir hikayeye sahip Ida. Vuruculuğunun kanıtı olarak, Oscar örnek olmak üzere birçok prestijli festivalden dolu ellerle dönmüş.

Hikayesinin derinliği bir yana, Ida kompozisyonlarıyla da öne çıkan bir film. Başta yolculuk sahneleri olmak üzere filmin her anında ekran muhteşem bir görüntüyle dolduruluyor. Hareketli fotoğrafları andıran bu görüntüler zaman zaman alışıldık komposiyonların dışına çıkıp hikayeyi destekleyecek şekilde kuralsızlaşıyor. Polonya sinemasının başyapıtlarından sayılan Ida, her ne kadar izlemesi sükunet ve sabır gerektirdiğinden zor olsa da yolculuktan, döneme; psikolojikten, festivale bu film tarzlarına ilgi duyan herkesi memnun edecek bir film.

Neden siyah-beyaz?: Atmosferin depresifliğini de yansıtan siyah-beyaz çekim, daha çok estetik bir tercih. Bahsettiğimiz fotografik görüntüler siyah ve beyaz kuşağında oldukça vurucu gözüküyor.

Menşei: Polonya

1 2
Author

Lord olmak için yola çıkan gariban geek kendini bir anda yazar olarak buldu. Geek kültürüyle küçük şakalaşmalarını, sinemayla flörtlerini yazıya dökmek için burada. Muhitte Geek_Lord olarak bulabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.