The Creator film incelemesi bahanesiyle önceden izlediğimiz bilim kurgu eserleri tekrar bir yokluyoruz.
Senenin, bilim kurgu türünde en çok beklenen işlerinden olan The Creator vizyona girdi. Yeri yerinden oynatacak kadar olmasa da devamını ve benzerini hevesle aratacak bir filmdi. Gareth Edwards’ın yazıp yönettiği film, Amerika’da meydana gelen nükleer bir patlama sonrasında Amerika’nın yapay zekâya savaş açmasını ve Asya’da konuşlanan yapay zekâ direnişinin, sınır ötesi operasyon yapmak suretiyle kökünü kazımaya çalışmasını gösteriyordu. Filmin çoğu sahnesi bize başka birtakım bilim kurgu filmlerini hatırlattığı için The Creator film incelemesi bahanesiyle aklımıza gelen birkaç tanesini anmak istedik.
Beş bin yıldır dinlediğimiz hikâye, beş bin yıldır izlediğimiz anlatıyla karşımızda durmakta. Hikâyeye özgün diyemeyecek olsak bile filmin görsel tasarımları ve içerde kurulan evren, filmin uyarlama veya yeniden yapım olmaması sebebiyle takdire şayan bir özenle hazırlandığını söyleyebiliriz. Hele görece düşük bütçesiyle ortaya koyduğu görsel güzellik gerçekten en başta Marvel/DC filmlerine örnek olacak nitelikte. James Cameron, Avatar serisinde ne yaptıysa, Gareth Edwards, The Creator’da klişelerin daha az göze batan modelini yapmış. Filmin devamından ve örnek verilen diğer eserlerden spoiler ile bahsedeceğimiz 5 örnek filmle The Creator film incelemesi için aşağıdaki satırlara göz atabilirsiniz.
I, Robot
Epizotlara ayrılmış, başlıklar hâlinde ilerleyen film bir ön sözle açılıyor; aynı üç robot yasasıyla açılan I, Robot filmi gibi ama tabii ki iki filmin benzerliği burası değil.
İki filmde de karakterlerin robotlardan nefret etmek için sebepleri var. I, Robot‘ta Dedektif Spooner’ın; robotlar bize ihanet edecek paranoyası, The Creator‘ın başkahramanı Joshua’da yok; Dedektif Spooner’ın dünyasında da yapay zekâya karşı açılmış topyekûn bir savaş yok. İki karakterin birbirine en çok yaklaştığı nokta, birileri robotlarla empati kuracak olduğunda ikisinin de gözlerinin fal taşı gibi açılıp “Robottur bu robot, aptal bir makine” şeklinde bir çıkış yaparak, yapay zekânın karaktere bürünme ihtimalini reddetmek. İkisinin de yolun sonuna doğru vardıkları nokta ortak; yanıldıklarına kanaat getirmek ve birinin dost, diğerinin de bir çocuk kazanmış olması.
Rogue One: A Star Wars Story
Star Wars hayranlarının büyük çoğunluğu tarafından sevilmese de Rogue One, seriye, o zamana kadar yapılmamış şeyleri kazandırmayı bildi. Pirüpak olması beklenen Jedi’lar veya karanlık Sith’ler yerine gri karakterleri anlattı. Asilerin hayatta kalmak için yaptıkları tartışmaya açıktı, bir savaş ortamı vardı ve kir herkesin eline bulaşıyordu. Tabii bunun ne kadar derinlikli olduğu her zaman tartışmaya açıktı. The Creator da ilk ve son sahneleri arasındaki yolculukta; “kim suçlu veya kim haksız” gibi sorular tek kelimeyle cevaplanmaktansa, madalyonun hangi tarafından baktığınıza göre anlam kazanabiliyordu. Hatta beklenmedik biçimde Disney’e bağlı serinin içindeki Rogue One, The Creator filminden çok daha sert ve daha karanlık ilerliyordu.
The Creator’da insanlık, kendi hataları yüzünden meydana gelen büyük bir patlamanın suçunu yapay zekâya atıp, acılarının yükünü robotlara yüklüyor ve dünyanın uzak köşelerinde av başlatıyordu. O kadar saldırgan görünmeyen robotlar, baştan beri korumaya çalıştıkları çocuğu, onun haberi bile olmadan kurban olması için yetiştirdiklerini itiraf etmekten çekinmiyorlardı. Film benzerliklerini bir kenara bırakırsak, Gareth Edwards biraz da Amerikan tarihi üzerinden ufak bir özeleştiri yapıyordu.
Rogue One’ın yönetmenliğini yapmasından sebep Gareth Edwards’ın sağlam Star Wars hayranı olduğunu söyleyebiliriz. The Creator’da bazı robot tasarımlarının ve hatta robotların olduğu esprili sahnelerin Star Wars evrenini andırmasını da seyir zevkini arttıran detaylara ekleyebiliriz.
Children of Men
Bu başlıkta elimizde iki tane distopik bilim kurgu örneği var ve ilk olarak ikisinin de görselliği birbirinden güzel. Children of Men’in muhteşem kamera açıları ve sekansları, The Creator’ın gerçekçi manzaranın içine yedirdiği harika tasarımları var. Görsel dilin dışında iki filmde de bir noktadan sonra kendi sıradan hayatını yaşamayı kabullenmiş karakterin bayağı kolundan tutulup maceraya çekilmesi durumu söz konusu. İki karakter de korudukları küçük çocuğu, kimine göre umut kimine göre silah olması gereken çocuğu, A noktasından B noktasına götürmeye ve kendilerine umut vaat eden o noktaya kendileri de varmaya çalışıyor.
Belki biraz The Last of Us biraz The Road biraz Logan belki biraz Mad Max ama en çok Children of Men bu yolculuğa yakın duruyor.
District 9
Bu kısım, klasik hikâyeye tersinden baktığımız noktaları oluşturuyor.
Peter Jackson’ın yapımcılığını üstlendiği District 9 ile Dünya’ya “harbiden barış için gelen” uzaylıların nasıl köleleştirilip sömürüldüğünü izlemiştik. The Creator’da ise yapay zekânın nasıl silaha ve arkasından düşmana çevrildiğini görüyoruz. Yapay zekânın etrafında toplanan sistematik isyan tam olarak karşılıklı bir savaşa dönüşmediği için The Creator; tam olarak Matrix veya Terminator gibi de değil -ki onları da çoğu yerde hatırlatıyor- District 9 gibi bir film olmaya yaklaşıyor.
Neon Genesis Evangelion
Buraya bonus olarak bir tane de anime serisi ve arkasından gelen filmi ekleyebiliriz: Kesinlikle bir hayranı olmadığımız Neon Genesis Evangelion. Film vizyona girmeden birkaç gün önce yapılan galanın ardından yönetmen, beyaz perdenin önüne geçip filmi izleyenlerin sıcağı sıcağına Twitter üzerinden sorduğu soruları, canlı olarak cevapladı. Filmin esin kaynakları sorulduğunda ufak bir gülümsemenin ardından “apaçık şekilde bayağı bir alıntı yaptık aslında” şeklinde konuşan Gareth Edwars, ardından, başlangıçta filmin oluşmasına yardımcı olan beş film saydı ve onlardan biri Akira’ydı. Zaten listede olması muhtemel olup da bizzat yönetmen kendi ağzıyla söylediği için listeye almadığımız filmlerden biri Akira. Diğerleri de Apocalypse Now ve Blade Runner.
Akira gibi Neon Genesis Evangelion da The Creator’ı izlerken hatırlanmadan geçilemiyor. The Creator büyük bir patlama sonrası başlatılan savaş atmosferinde geçerken Neon Genesin Evangelion da büyük bir savaş sonrasında çıkan daha büyük bir savaşı anlatıyor. İki eserin en büyük ortak noktası ele aldıkları konuyu dini motiflerle süslemeleri ya da ağzına kadar doldurmaları. Neon Genesis Evangelion nasıl İncil üzerinden bir hikâye kurduysa, The Creator’da sürekli tekrarlayan cennet üzerine diyalogları ve seçilmiş kurtarıcı motifleriyle biraz semavi dinlerden biraz Hint felsefesinden toparlanan, sanki burada Matrix’e fazlasıyla yaklaşıyor, yaratıcı ve var oluş üzerine bir anlatı kuruyor.
The Creator‘ın fragmanında çalan Dream On, filmde çalan Everything In Its Right Place ve oldukça keyifli diğer parçalarla Neon Genessis Evangelion ve The Creator‘a bir ortak nokta daha olarak ekleyebileceğimiz bir şey daha var; ikisinde de Fly Me to the Moon çalması.
Saymaya devam edersek Dune, AI, Gattaca, Last Samurai, Ex Machine -bazı robot tasarımları sorulduğunda yönetmen Ex Machine’den esinlendiğini dile getirmişti- ve daha birçok filmin spesifik sahneleriyle bağlantı kurabiliriz. Filmin hikâyesi, senaryosu, yönetmenlik tercihleri, meselesi ve mesajları tartışmaya açılabilecek veya en azından biraz sığ bulunabilecek olsa da kesin olan bir şey var ki The Creator, adı geçen bu filmlerin toplanıp birbirine yapıştırılmış bir hâli gibi değil, ilmek ilmek işlenip taze bir model oluşturulmuş versiyonu gibi duruyor.
Gareth Edwards, Godzilla ve Rogue One’ın ardına büyük bir gişe filmi daha ekliyor ve sonraki filmlerinde bundan daha fazla konuşulacağını garantiliyor. Hatta belki de kendisi şimdilerde iyiden iyiye tadımızı kaçıran DC filmleri için kurtarıcı bir rol üstlenebilir ya da bir animeyi tertemiz live-action olarak çekebilir. Ya da belki de bunlardan bahsetmeden önce film tekrar izlenerek, beş filmlik daha bir The Creator film incelemesi daha yapılabilir. Siz ne dersiniz?