Bugün, yaklaşık bir, bir buçuk saat önce girdiğimiz Metal Gear Solid: Ground Zeroes inceleme derlemesini görmüşsünüzdür. Bir süredir yaptığımız, bir süre de yapacağımız bir şey. İşinin ehli olduğunu düşündüğümüz, farklı noktalarda duran sitelerin incelemelerini toplayıp, kendi yaptıkları özetlerle sizlere sunuyoruz, linkleri de basıyoruz. Bu derlemeyi hazırlarken, tüm Ground Zeroes incelemelerine göz atma fırsatım oldu. Sonlara doğru, kafamda yolacak saç kalmadığını hissediyordum, zira istisnasız bir şekilde hepsi aynı soruyu sorarak girişmişlerdi yazıya: “Paranızın karşılığını veriyor mu?“.
Bu yaklaşım, oyun “basını” dediğimiz şeyin, çoklukla ne derece balon işler yaptığının kanıtıdır ve bunu ispatlayabilirim.
Öncelikle, şu ithamdan sonra oluşabilecek “Kim lan bu?” algısını netleştireyim: Merhaba, ben Yiğitcan. Yaklaşık 8 yıldır yabancıların “game journalism” dediği işi yapıyorum. Bunu kendime titr olarak belirlediğimden, anlamını da çok uzun zamandır sorguluyorum. Vakti zamanında Fareler Oyunda için oyun basını ve okur tepkisinin ilişkisini inceleyen bir yazı yazmıştım. Bunları yazıyorum, çünkü muhtemelen pek çok kişiyle aynı anda, yapılan işle ilgili bir sıkıntı baş gösterdi bedenimde. Oyun “incelemeleri”, bir veya öteki şekilde yanlış hissettiriyordu.
Bu yanlış hissin kaynaklarından biri de, çoğu incelemenin alt metninde gözüken “Paranıza değiyor mu?” sorusu. Bu soruyu film eleştirilerinde, albüm eleştirilerinde göremezsiniz. Bir sanat eleştirmeni galeriye giriş parasının karşılığını alıp alamadığınızı umursamaz. Evet, farkındayım, oyunlar tüm bunlardan daha pahalı bir medyum, hatta eğer ülkemizde yaşıyorsanız; resmen bir lüks. Ama sorun perspektifin kendisi, anlatabiliyor muyum? Sorun, incelenen şeye bir eser, bütünlüğe sahip bir yapım gibi değil de; RAM’i ayrı, batarya ömrü ayrı, işlemcisi ayrı değerlendirilecek bir telefon gibi yaklaşılması.
“Beni 250 lira götürdü valla…”
Ana akım incelemeler, oyunları zaten parçalarına bölüp değerlendirirler. Bütünlüklü bakılması gereken bir eserin “Grafikleri X ama oynanışı Y” diye anlatılmasının oyun yapımcıları nezdinde de parçalı bir yaklaşıma yol açması saçmalığını geçtim, böyle yapıldığında işin içerisinden çok kilit bir faktörün de çıkartıldığını görmüyorlar. Oyunları sevmemize ya da sevmemize sebep olan en önemli şey: Kendini kaptırıp gitme.
Bir oyunu bundan başka bir şeyle yargılamak, bundan başka bir şeyle iyi veya kötü olduğuna karar vermek cinayettir. Assassin’s Creed IV: Black Flag, size kendinizi korsan gibi hissettirdiği için güzel bir oyundu, Batman: Arkham Asylum size kendinizi Batman gibi hissettirdiği için hâlâ hatırlanıyor. Bunlara sebep olan tasarım kararlarını konuşmak varken (Black Flag öznelinde mürettebatınızın şarkıları, oyunun çoğunluğunu denizde geçirme kararı, yan aktivitelerin ağırlığının korsan yaşam tarzına uygun oluşu, Arkham’da ritmik ve kolay öğrenilen dövüş sistemi, kameranın omza yakın konulması vb.) grafikleri, sesleri, yan görevleri ayrı ayrı konuşmanın ne önemi var?
Bir oyuncu olarak düşünün, bugüne kadar hiç bir oyunu kapattıktan sonra oyunla ilgili kararınızı “Hmm, grafikler iyiydi, ama seslendirme olmamış” diyerek verdiniz mi? İnsanlar sanat eserleriyle ilgili bu kadar rasyonel düşünmezler. Sezgisel bir meseledir oyun oynamak, kendini kaptırırsın, yapımcının hissetmeni istediği şeyi hissedersin ya da bunun önünde senin için engel teşkil eden bazı kökten sorunlar vardır. Mesele bu kadar basittir ve eğer sen bu oyunu eleştirmek, başka insanların üzerinde fikir oluşturmasını sağlamak veya oynamamış olanlara bir ön izleme yapmak istiyorsan, bir bütün olarak ele alırsın.
Bunun sonucunda da “20 dolara değmedi ama 5 olsa alırdım” demen gibi bir ihtimal kalkar ortadan. Çünkü bu muhakeme, oyunun kalitesine, hissiyatına, bütünlüğüne falan dayanan bir şey değil, olsa olsa en fazla oyuncunun kendisine bağlı olduğu söylenebilir. Benim “Hmm 20 dolar vermem ama Steam’de indirime düşerse alırım” dediğim oyunlar çok oldu, ama bunları dediğim sırada cebimde 20 dolar yoktu. Varsa da o kadar da tutkulu olmadığım bir oyuna verebileceğim 20 dolar değildi. Aynısını filmler için de, tiyatro oyunları için de söyledim. Bunun muhakemesini benim cüzdanım yapar, oyun eleştirmeni değil.
Ben size bunun kökten bir problemini daha söyleyeyim, şu sıralar Ground Zeroes için “paraya değmez” diyen eleştirmenler o oyuna para vermediler. Ücret ödemeden, halihazırda Ground Zeroes’u oynamış, yani oynamama pişmanlığını tecrübe etmeden fikir belirtiyorlar. Basın mensuplarının gidip satın almadan oyunlara erişmelerini anlayabiliyorum, sonuçta bazı oyunların gerçekten siz oynamayın diye birileri tarafından oynanması gerekiyor (Kane & Lynch 2‘yi incelemiş adam olarak konuşuyorum, güvenin bana), bazı hiç fark etmeyeceğiniz oyunların da ön plana çıkması gerekiyor, ama bu hiçbir şey değiştirmiyorsa bile “paraya değmiyor” argümanını rafa kaldırtmalı.
Ezcümle
Oyunlara taksimetre takma çabasını rica ediyorum artık bırakalım. Bir oyun bütünlüklü mü, sizi koparıp götürüyor mu, iyi tasarlanmış mı onları irdeleyelim. Eğer “bu oyun 120 dolarlık eğlendiriyor, iki kere alın” demek gibi bir absürtlük yapmıyorsak, gözünüzü seveyim, “bu oyun 20 dolara değmez” abesle iştigaline de girmeyelim. Otomobil incelemiyoruz. Yat incelemiyoruz. Telefon incelemiyoruz. Oyun inceliyoruz ve lütfen oyun inceliyormuş gibi davranalım.